Esed'in kader anı!
Dışişleri Bakanı Davutoğlu gibi 50 kez değilse bile Suriye'ye çok gittim.
Bunlardan bazısı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı'nın gezilerine refakat şeklindeydi.
İki kez Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli'nin mihmandarlığında, Başbakan Naci Itri ve Devlet Başkanı Beşşar Esed'le röportaj için Şam'a gitmiştim. Röportaj bitince Esed'e, 10 sene içinde iki ülke ilişkilerinin nasıl savaştan stratejik ortaklığa geldiği üzerine doktora çalışması yaptığımı söyleyince, memnun olmuş ve düşünce dünyası hakkında fikir veren şu tavsiyede bulunmuştu: "10 yılı çalışırken, önceki 50-60 yılda ilişkilerimizin neden kötü olduğunu da incelemeli."
Kısa süreli bu ziyaretlerde; görkemli tarihi, Hz. Hüseyin'den Hz. Bilali Habeşi'ye (ra) pek çok büyük sahabenin kabirleri; yer yer bizdekilerden daha iyi korunan Osmanlı eserleri; imparatorluk başkentlerine özgü kozmopolitizmi ve dinamik insanları ile çok etkileyici bir şehir olan Şam-ı Şerif'i azıcık görür; ülkenin diğer yerleri hakkında fikir sahibi olmadan dönerdik.
Geçen yıl Lübnan'da bir iş çıkınca, Şam'ın ötesini görme arzusu ve onlarca yılın gerginliğinin ardından mucizevî bir şekilde vizesiz geçişin başladığı sınır kapılarının nasıl çalıştığını görmek için bu ülkeye karayoluyla Suriye'den geçmeye karar verdim. Gazeteci olduğumuz için sade vatandaşlar kadar rahat geçemedik sınırdan; ama Cilvegözü Sınır Kapısı'nın Suriye tarafında levhalara Türkçe yazılmış, "Suriye'ye hoş geldin Türk kardeşim" ifadesindeki sıcaklığı görünce zorlukları hemen unutuvermiştim.
İdlib'den geçip trafik tabelalarında 1982'de büyük katliamın yaşandığı Hama'yı görünce 30 sene önceki dehşeti hatırlamış; binlerce Müslüman'ın katledildiği bölgenin sınırımıza yakınlığı karşısında irkilmiştim. Şehrin içinden, daha insanların yeni uyanmaya başladığı saatte geçerken, kötü günlere dair pek iz görememiştik.
Az ileride Humus'ta, İslam tarihinin büyük kumandanı Halid bin Velid'in kabri ve onun anısına Sultan Abdülhamid'in yaptırdığı türbe çıkmıştı karşımıza. Lübnan'a giriş yapacağımız Akkar kapısına kadar, Harran'ı aratmayan, değerli ürünlerin ekili olduğu geniş ve bakımlı arazilerden geçtik. Gereksiz beklemeler olmasa 3 saatte alınacak bir mesafeydi bu. Coğrafyayı görmüş; insanların sıcaklığını hissetmiş; akrabaları ayıran sınırın suniliğine bizzat şahit olmuştuk.
Şam'a en son yine Bakan Davutoğlu ile sürpriz bir şekilde gittik. Bahreyn'e gidilip Bosna'ya geçilecek programa, yolda Katar ve Suriye eklenmişti. Bakan, Esed'le 2 saati baş başa 3 saatten fazla görüştü. Deraa'dan iç karartıcı haberlerin geldiği, takvimlerin 6 Nisan'ı gösterdiği bir zamanda yapılan görüşme Davutoğlu'na göre 'harika' geçmişti. Olağanüstü halin kaldırılmasından Kürtlere kimlik verilmesine, Sünni-Nusayri dengesinden Müslüman Kardeşler'e her konunun açıkça ve dostane ele alındığı görüşmeden çıkan izlenim, Esed'in ciddi karar arefesinde olduğu ve Türkiye'nin tecrübesini öğrenmek istediği şeklindeydi. Malum, daha sonra MİT Başkanı Hakan Fidan, Şam'a gitti. Liderler telefonda birkaç kez görüştü. Ama bütün bu çabalara rağmen sonuç, tam bir hayal kırıklığı oldu.
Hakkını teslim etmeli, Esed, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek için çok çalıştı. Önceleri ilişkileri bozan terör, Hatay ve su meselelerini gündemden düşürdü. Araplar arası toplantılarda hep Türkiye'ye en yakın pozisyon aldı. Çıkar gruplarına rağmen Türkiye ile serbest ticaret anlaşmasını hemen imzaladı. İki ülke hükümetlerinin ortaklaşa toplanmasını öngören Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizması hayata geçti. Kardeş Azerbaycan'ın bile yapamadığını yaparak vizesiz geçişe 'evet' dedi. Ticaret 3 kat arttı. Sadece 2010'da iki ülke arasındaki turist sayısı 3 milyonu aştı. (2 milyonu Türkiye'den)
İlişkilerdeki bu parlak tablo ile Deraa ve Cisr eş-Şugur'dan gelen katliam haberleri; sınırımızı geçen ve ötesinde yığılan binlerce insanın anlattığı korkunç olaylar tam bir tezat içinde. Öyle görünüyor ki, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek için her şeyi yapan Esed; Bin Ali ve Mübarekleri deviren tsunamiden korunmak için hiçbir şey yapmamış. Düşünün ki, dalga geldiğinde 11 yıldır iktidarda olan Esed, 48 yıllık olağanüstü hali kaldırmamış; yönetimde Baas tekelini sağlayan anayasanın 8. maddesini değiştirmemiş; Müslüman Kardeşler'e üye olmayı idamla yargılayan anormal cezayı kaldırmamış; 300 bin Kürt'ün kimliksiz yaşamına seyirci kalmış.
Bu kadar geciktikten ve kan döküldükten sonra hâlâ reform şansı var mı? Dev dalga karşısında tutunamayan Bin Ali, Mübarek ve Salih'in akıbetleri işin zorluğunu gösteriyor. Tabii, hırsı için ülkesini ateşe atan Kaddafi örneği de var. Keşke Esed, dostu Erdoğan'ın uzattığı eli samimi şekilde tutup, ülkesini barışçı geçişe hazırlasa. Kanaatimce başka çıkış yolu da yok. Şahsen, etnik, dinî ve mezhepsel renkleriyle özgür, bütün ve güçlü bir Suriye istiyorum. Herhalde Suriye ve Türkiye halkının arzusu da bu...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT