Esed yeniden Esad olur mu?
Ülke gündeminde son haftalarda yapay bir gündem olarak oluşturulan “Esad’la normalleşme” iklimi konuşulmaya devam ediyor. Savaş öncesi kullanılan Esad ismi yaşanan zulümlerle birlikte “Esed” ismine evrilmişti. Bugünlerde “Esad” isminin haberlerde tekrar ısıtılıp servis edildiğini görüyoruz. Dış politikamızda İsrail, BAE ve Suudi Arabistan’la yaşanan diplomatik, ekonomik hareketlilik rüzgârı Suriye devleti ile ortada kalmış olan geminin yelkenlerini şişirebilecek mi? Hep birlikte göreceğiz.
Rusya her fırsatta Türkiye ile Suriye’yi yakınlaştırmak istese de o iş o kadar basit değil tam aksine son derece karmaşık ve riskli. Öncelikle Beşşar Esed, konvansiyonel, kimyasal ve biyolojik silahlarla yüz binlerce sivilin öldürülmesinden sorumlu olan bir savaş suçlusudur. Bu suçlar içerisinde kendi hapishanelerindeki on binlerce tutukluya sistematik işkenceler yaparak katletmesi de eklenmelidir. Beşşar Esed, kaybettiği şehirleri ancak ve ancak harabeye döndürdükten sonra geri alabilmiş ve insanların yaşayacağı bir ortam bırakmamış bir zalimdir. Mevcut ekonomik gücü dahilinde istese de şehirleri tekrar inşa edebilecek imkânı da bulunmamaktadır. Direnişin elinden alınan yerlerde yaşama alanı bulunmamakta ve var olan yerler de Nusayri ve İran destekli gruplarca meskenleştirilmiş durumdadır. Esed’in cinayet suçları dışında işbirlikçileri İran ve Rusya ile oluşturduğu vahşet ortamı, ülke nüfusunun yarısından fazlasının başka ülkelere savrulmasına neden olmuştur. Bugün Esed ve avenesi Türkiye’ye sığınan milyonlarca göçmeni “İhvancı”, “Terörist” olarak algılamakta olup bu kitlelerin ülkelerine dönüşlerinde yaşam garantilerini hiçbir yazılı belge sağlayamaz. Böylesine bir ortamda despotlukta, diktatörlükte Hitler ile Mussolini ile Stalin ile yarışan bir isimle Cumhurbaşkanımızın el sıkışması için elinden geleni yapanı bir güruh ile karşı karşıyayız.
Hayallerle gerçekler birbirinden çok farklı olabiliyor. Türkiye’de birtakım çevreler yakınlaşma için can atarken ve arzularını gizlemezken Suriye yönetimi kendisini frenleyip elini güçlendirme adına işi ağırdan almaya çalışıyor. Suriye Dış İşleri Bakanı Faysal Mikdad, “Biz ilişkilerin savaşın başlangıcından önceki haline dönmesi için Suriye topraklarında Türk işgalinin bitmesi gerekiyor.” diyor. “Ön koşulsuz görüşelim süreç içinde endişelerinizi karşıladıktan sonra Türkiye, belli bir takvim içinde ülkeden ayrılsın.” dahi denmiyor. Derhal Türkiye’nin “işgal”i sonlandırması isteniyor. Türkiye’nin gözlem noktalarının, askeri üslerinin olmadığı bir kuzey sathında rejimin İdlib’e sığınan 3 milyon civarındaki muhalife ne yapacağını varın siz düşünün. Hadi rejim bir şey yapmadı diyelim, Barış Pınarı bölgesinde bulunan sivillere şimdiden durmaksızın havan topları ve füzelerle saldıran ABD destekli PYD, YPG, PKK unsurlarının, savunmasız kalacak bölge insanına nasıl bir vahşet uygulayacağının da hesap edilmesi lazım.
Esed’in burun kaldırıp işi ağırdan almaya çalışmasına bakmayın siz, normalleşmeyi en çok o istiyor. Sezar anlaşmalarıyla ambargo altında olan, halkı her gün daha fakirleşen, ordusunun büyük kısmını kaybedip Rusya’ya ve İran’a teslim olan Esed, Türkiye ile normalleşirse nefes alabilecek. Amerika işgali altındaki bölgeleri elindeki kozu güçlendirmiş olarak çevreleyebilecek. Bu normalleşme ile meşruiyet oluşturup yüz binlerce masumun mezarının üstüne park inşa ederek yaptıklarını unutturmak isteyecek. Erdoğan’ın mazlumların yanında, ümmetin kurtarıcısı olarak görülen imajını yıkacak. Üstelik bu yakınlaşma sonrası üstüne seçimlerde Erdoğan kaybedecek olursa seküler vizyonlu yeni yönetimle çok daha yakın ilişkiler kurabilecek. Esed canisi, yakınlaşmaya dünden razı ama bakmayın siz onun havalarına. Bu ilişki kurulursa en kârlı o çıkacak çünkü.
Kötü insanlarla, liderle ilişki kurmanın elbette bir bedeli olacaktır. Suudi Arabistan yönetimi ile konjektürel bir irtibat oluşturuldu. Bunun karşılığında Cemal Kaşıkçı davası halının altına süpürülmek zorunda kalındı. Yaşanan bir cinayetin üstünün örtülmesi, bu hunharca cinayetin emrini veren kişilerin ülkemizde üst düzeyde ağırlanması Türkiye’nin kendi etrafında yıllar içinde adım adım ördüğü adalet ve vicdan kozasına çok zarar verdi. Cumhurbaşkanımızın tutarlılığı sorgulanır oldu ne yazık ki. Peki, 600 bin sivilin katili, şehirleri yok eden Halep kasabı Esed ile yakınlaşmanın vicdanlarda oluşturacağı zarar tamir edilebilir mi? Hangi seçim galibiyeti, hangi zafer, halkının hayallerini yıkmaktan, milyonları tekrar belirsizlik çukuruna yuvarlamaktan ve hatta ahireti tehlikeye atmaktan daha kıymetli olabilir?
Yaşanan karmaşık denklemin pratik tek çözümü Esed Hanedanının yönetimden çekilmesiyle başlayabilir ancak. Bunun dışındaki çözümler günübirlik, pansuman niteliğindeki projelerdir ve akabinde daha büyük sorunlar doğuracağı unutulmamalıdır. Dönüş ortamı oluşacak olursa elbette bunu bekleyen kitlelerde dönüş hareketliliği olacaktır. Yalnız cadı avı yapar gibi her muhacirin tespit edilip gönderilmesinin düşünülmesi bile hem insanların ruh hali açısından hem de ülke güvenliği açısından çok sakıncalıdır. Ülkedeki tüm muhacirlerin geri gönderilmesi önerisi ne aklî, ne İslamî ne de insanîdir. Suriye süreci, ülkemize sığınan milyonlar mağdur edilmeden, iktidarın insani duruşuna halel getirmeden çözülmek zorundadır.
YAZIYA YORUM KAT