Esed, Sisi ve Hafter’e Yaslanan Çürük Strateji
Dışişleri eski Bakanlarından Yaşar Yakış dün Cumhuriyet’e verdiği röportajda darbeci General Sisi’nin Libya’ya asker gönderme ihtimali içeren mesajından yola çıkarak “Mısır’la Türkiye’nin çatışma olasılığı doğdu” diyor. 1995-1998 yılları arasında Kahire Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan Yakış “Türkiye için PKK ne ise (Müslüman Kardeşler de Sisi cuntası için) öyle bir tehdittir” vurgusunun ardına Mısır’ın Libya’ya yönelik askeri müdahalesini açık etmesini makul ve zaruri bir nefsi müdafaa kategorisine sokmuş oluyor. Böylece Yaşar Yakış da Sovyetik ve Kemalist kara propagandanın peşine takılarak Türkiye’yi, Suriye ve Mısır’ın yanı sıra Libya’nın PKK’sına da (Müslüman Kardeşler) destek veren tutarsız, daha önemlisi terör paydaşı bir devlet olarak lanse ediyor.
Sulh Değil Despotizm Peşindeler
Suriye bataklığında ne işimiz var? Mısır’la diplomatik ilişkileri neden kestik? Libya çöllerinde kimin için, kime karşı savaşacağız? Ardı ardına sıralanan bu tür sorular genellikle “neo-Osmanlıcılık, İhvan-ı Müslimin sevdası, Erdoğan’ın halifelik rüyası” gibi tahkir ve tezyif edici birkaç yaftanın ardından Ulu Önder Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin ne büyük bir kurtarıcı strateji olduğu sloganıyla taçlandırılıyor genellikle. Muhalefetin dozajını yükseltirken demokrasi, seçim, temel hak ve özgürlükler gibi şablonların kullanılıyor oluşu bizi şaşırtmıyor. Ancak bu şablonları gururla piyasaya sürüp hiçbir utanma ve sıkılma emaresi göstermeden despotik rejimleri, askeri cuntaları, ülkeyi işgal ve katliama açık tutan darbeci yönetimleri koruma ve kollamaya girişmelerini anlamak pek kolay değil.
Mamak ve Diyarbakır cezaevleri başta olmak üzere Türkiye’deki işkence politikalarından güya şikâyet eden Kemalist-sol örgüt ve aktörlerin Esed rejimiyle bu kadar sarmaş dolaş olmaları ne anlama geliyor? Hafız ve Beşşar Esed sevgisi damarlarında dolaşan, Baas rejimi modeli hayallerini süsleyen sol-Kemalist ideoloji ve örgütlerin Suriye halkına düşmanlık etmesi çok tabiidir. Suriye halkına karşı sergilenen ırkçı-mezhepçi düşmanlığın yükselişi Esed/Baas rejimin düşeceğine ilişkin kaygıların artmasıyla paralel işlemektedir çünkü. 11.500 insanın işkence ile katledildiğine ilişkin adli tıp fotoğrafları ifşa olmuş ama Kemalist demokratlardan, sosyalist özgürlükçülerden göstermelik olsun bir tepki duyulmuyor. Varil bombaları ve füzelerle vurulan şehirleri, yakılan tarım alanlarını, yangına çevrilen mülteci kamplarını 10 yıldır heyecanla izlemiyorlar mı sanki? Esed ve Baas ordusu kahramanca Suriye halkını ya katlediyor ya da ülkeden söküp atıyor diye sevinç naraları atıyorlar. Her biri Şebbiha olmuş “Suriye’de zafer Esed’in oldu” diyerek böbürleniyor.
Mısır’daki tabloyu okuma biçimleri de farklı değil. Askeri cuntanın şefi General Sisi’nin kucaktan kucağa gezen maceraları hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Trupm ve Putin’in emir eri gibi kullandığı, Suudi Arabistan ve BAE’nin bölgedeki amaçlarına hizmet etmesi için kiralık katil gibi tefriş ettiği Sisi ile çatışmak affedilmez bir suç sayılıyor “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” cephesi için. Çünkü Sisi, İslami talep ve sembolleri başarıyla bastıran en favori diktatördür ve 28 Şubat darbe sürecinin Türkiye’de yapamadığını 1000 yıla kalmadan Mısır’da yapabilmiştir. İhvan-ı Müslimin’in kabahati bulunduğu her ülkede seçim istemek, despotik rejimlere ve askeri darbelere karşı mücadele vermek. Batı’yı kıble edinen seküler ulus kimliği rehber edinen Tek Adam ve Tek Parti rejimini en ideal sistem görenler elbette ki darbeci General Sisi’yi saygı ve şükranla selam duracaklar.
Kaddafi ve Çavuşesku’yu Unutmasınlar
Birkaç yıldır Kemalist sol ve çevrelerin hazırladığı kahramanlar listesine Halife Hafter de eklendi. Libya’da Kaddafi’nin, Romanya’da Çavuşesku’nun halk tarafından devrilip infaz edilmesini bir türlü hazmedemeyen Atatürkçü cephe için Halife Hafter, Libya semalarında doğan bir güneş gibi karşılandı. General Hafter’in üniforması, Sovyet Sosyalist askeri formasyonu, Amerika’yı ve Suudi Arabistan’ı da arkasına alma kurnazlığı büyük bir ümit olmuştu. Libya’da seküler bir toplum doğacak, ulusal kimlik inşa edilecek, Arap halkının İslami gelenekleri kamusal alandan silinip atılacaktı. Putin’in en ileri silahlarla teçhiz edip donattığı Wagner bir taraftan, Suudi Arabistan ve BAE’nin Afrika içlerinden topladığı paralı askerler diğer taraftan Trablus’u kuşatıp bir güzel düşürecekti. Fransa ve Mısır bile bütün yatırımlarını Halife Hafter’e yaparak Libya’nın geleceğe ancak modifiye edilmiş bir Kaddafi modeliyle taşınabileceğine dair kesin karar vermişlerdi.
Evet, bütün hesaplar ve yatırımlar Esed, Sisi ve Hafter gibi despot ve darbeci aktörlere yapılmıştı. Açıkça ve defalarca tecrübe edildiği üzere emperyalistler kadar Kemalist-Atatürkçü cephe de Orta Doğu’da askeri cuntalara ve katil rejimlere yatırım yapıyorlar. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”tan anladıkları budur: Seküler toplum, ulus devlet ancak askeri cuntalarla mümkündür, İslam coğrafyasında serbest seçime gidilemez ve halkın iradesine başvurulamaz. Neo-Osmanlıcı polemiği Kemalist-sol cephenin sathı müdafaa taktiğidir. “İhvan-ı Müslimin sevdası” suçlamasıyla katil rejimlere ve darbeci generallere nasıl yanaşma olduklarını gizlemeye yelteniyorlar sadece. Onlar bu ülke için de bir Beşşar Esed, bir Halife Hafter, bir Abdülfettah Sisi özlüyorlar öncelikle.
Emperyalizm karşıtlığı da, despotizm düşmanlığı da kirli, karanlık ve iğrenç ideolojik angajmanlarını perdeleme operasyonundan başka bir mana taşımıyor. Ancak Libya halkına karşı Hafter’e, Mısır halkına karşı Sisi’ye, Suriye halkına karşı Esed’e yatırım ve yardım yapanların tamamı rezil ve zelil bir biçimde kaybedecek. Bu ülkede 28 Şubat ve 15 Temmuz darbe süreçlerini çökerten irade Mısır, Suriye ve Libya’daki kardeşlerinin de askeri darbe ve despotik rejim kumpasından kurtarılması için seferber olmuştur.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT