Eşcinselliği Anlamak ve Çözüm Yolları Aramak
Eşcinsellik realitesi insanlık tarihinin en eski vakıalarından biridir. İnsanın olduğu her ortamda ortaya çıkabilecek olan bu eğilimin doğal düzenle uyumlu olup olmamakla alaksı vardır. Doğal düzenin ahenginde ikili bir yapı bulunmaktadır. Bu açıdan çiftli dengeler halinde işleyen ekolojik yapıda karşıcinslerin etkileşimi doğal iken eşcinslerin cinsel birlikteliği eğilimi doğaldışı-özürlü bir durumdur.
Eşcinsellik realitesi bir hastalık- doğal düzeninin işlerliğindeki bir sancı olarak değerlendirilmelidir. Annelerinden işitme engelli doğan ya da otistik yaşayan insanları veyahut Nükleer bir felaket sonucu bedensel/zihinsel olarak sakat kalan insanları nasıl baştan mahkum edemezsek eşcinselliği de baştan mahkum edemeyiz. Ancak bu mahkum edememezlik durumu onu normal, doğal ve sağlıklı kabul etmemi gerekir sonucunu da doğurmamalıdır. Sorunu sorun olarak görmek ve çözüm yolları aramak başka bir şey, sorunu sorun değil olması gereken olarak görmek ve çözümü terk etmek başka bir şeydir.
Narsisistik kişiliğin ana teması büyüklük duyguları, başkalarını anlayamama ve başkalarının değerlendirmelerine aşırı duyarlılıktır. Narsistik örgütlenmenin cinsellikle bağlantısı doğrudan eşcinsellikle ilgilidir. Freud narsizm ile eşcinsellik arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu düşünmüştü. Narsist kendisine yaptığı libidinal yatırımı, kendisine benzettiğine yani hemcinsine yöneltebilir, bunun sonucunda ortaya eşcinsel bir ilgi çıkabilir. Psikoloji kuramcılarından Kernberg (1995) bu duruma “eşcinsel ikiz” adını verir. Freud’un narsistik aşk ile ilgili söylediklerinde bu “kendisi gibi olma” tek boyut değildir.
Narsistik yatırım, kişinin olmak istediği gibi olana, bir zamanlar olduğu gibi olana, vs. yönelebilir. Bu bakış açısını da ihmal etmeyen Kernberg sadece “eşcinsel ikiz”den değil, “heteroseksüel ikiz”den de söz eder. Narsistik karakterin kendi bünyesine katmak istediği özelliklere sahip olan bir karşı cins te narsistik yatırımın nesnesi olabilir. “Eşcinsel ikiz” ile “hetreroseksüel ikiz” arasında her zaman toprak altı bir bağlantı mevcuttur. İşte bu mevcudiyet eşcinselliğin aslında psikolojik bir sorun olduğunu da göstermektedir. Ancak unutulmaması gereken nokta sorunu yoksaymak ya da yangına körükle gitmek değil, en az zararla en uygun çözüm yollarını aramak gerektiğidir.
Eşcinsellik probleminin iki ayağı bulunmaktadır. Doğuştan engelli olarak eşcinsel olarak doğan insanlar hormonal yapıları dolayısıyla cinsel kimlik bunalımı yaşamaktalar. Bu kimlik bunalımını psikolojik tedavi yöntemleriyle ve İnanç metodlarıyla aşabilme yolları aranmalıdır.
Judeo-Hristiyan kültürünün anlamaya yönelik değil yargılamaya ve yok etmeye yönelik aşırı tutumu dolayısıyla bu soruna yönelik bir katkısı olamaz. Engizisyon sabıkası dolayısıyla kirlenmiş bir kurum olan kilisenin eşcinsellik sorununu bırakın anlaması onu kösteklemesi ve dogmatik yasakçılığı dolayısıyla tersinden de olsa Eşcinselliği beslemesi hristiyan kültürünün de sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kilise’nin bu tutumu kendi içinde çalkantılara yol açmış, dinadamları ve rahibeler arasında eşcinsellik yaygınlaşmış, çocuklara taciz skandalları ise artık sıradan hale gelmiştir.
Batı Kültürünün fikirsel aşırılıkları ve kilisenin terbiye edici değil bizzat diktatoryal tavrı karşı tepki olarak eşcinsellik vakıasını bir sorun olarak görmekten uzaklaştırıp bir özgürlük mücadelesi haline getirmiş, çözülmesi gereken bir engellilik kurtarılması gereken bir hakmışcasına savunulur hale gelmiştir. Doğu kültürlerinde eşcinselliğin kimi zaman idealize edilmesi ve doğal-dışı bir eğilimin meşrulaştırılması eşcinsellik probleminin çözülmemesinde etkili olan başka bir problemdir. Özellikle Budizm ve Sufizmin bazı söylemlerinde bunu gözlemlemek mümkündür. Buna karşılık hadis rivayetleriyle şekillenmiş bazı hukuki metinlerde eşcinsellik sorununu çözmek yerine katı şiddet politikalarının uygulandığını ve bu şiddetin sufîzm çatısı altında eşcinselliği tepkisel olarak beslediğini görmekteyiz.
İslam’ın meşrû referansı olan Kur’ân’a bakıldığında insanın cinsel kimliğinin bir “tercih” değil bir “doğallık” olduğuna ve bu doğallığın fıtrî olan olduğuna dikkat çekilir. Kur’ân insanların kimliklerini tercih edemeyecekleri faktörlerle tanımlamalarını kabul etmez.
Örneğin türklük, ermenilik ya da kürtlük bu bağlamda bir kimlik tanımlaması olamaz. Çünkü tercihen ulaşılmış bir düşünsel aşama değildir. Tıpkı bunun gibi Kur’an’a göre cinsellik te doğal bir belirlenim olduğundan erkek-egemen ya da feminist kimlik tanımlamaları gerçekdışıdır, kurgusaldır ve meşru değildir.
İnsanın ancak kendi emeğinin karşılığıyla kendini tanımlaması tutarlıdır. Kur’an bunu “Taqva” kavramıyla açıklar. Dolayısıyla etnik ve cinsel kimlikler insanı tanımlayan üst-kimlikler olmaktan uzaktır. İnsanı insan yapan kimlik onun ahlakî konumlanışıdır. Ahlakî konumlanış tümüyle doğal düzenle olan uyumuyla doğru orantılıdır. Kur’an cinselliğin doğallığını karşıcinslerin birbirleriyle uyumu olarak belirler. Kadın ve Erkek birbirini tamamlar ve biribirini anlamlandırır. Bu bütünselliğin bozulması ise bunalım ve kimlik çatışmasına yol açar.
Eşcinsellikler arasında ayrım yapabilmek: Hunsa, Militan Eşcinseller ve şifa arayanlar
Bundan dolayı Lut peygamberin mesajı ve Sodom-Gomarra örneğinde olduğu gibi irade kullanılarak teşvik edilen eşcinsellik engellenmelidir. Toplumsal ve Ekolojik düzeni iradeli biçimde temelden sarsan eşcinsel militarizmine karşı geliştirilecek önlemlerle bireysel kimlik bunalımlarına geliştirilecek çözüm yolları farklıdır. Kur’an nasslarından bu konu hakkında eşcinseller için özel rehabilitasyon merkezleri önerisi içtihadi olarak çıkarılabilir. Kimlik bunalımından kurtuluncaya kadar eşcinseller için özel mekanlar oluşturulabilir.
İslam hukukunda doğuştan çiftcinsellik ile doğan insanlara ise “Hunsâ” adı verilmekte bu insanların insani hakları koruma altına alınmaktadır. Ayrıca hormonal bozukluklardan kaynaklanana eşcinsel eğilimler diğer sağlık problemleri gibi değerlendirilmektedir. Soruna savaş açılmamakta çözüm yolları aranarak rehabilite imkanları aranmaktadır.
Militan Eşcinsel Hareket ve Hastaliklarına Şifa Arayan Eşcinseller Arasindaki Fark
Homoseksüelliği bir kimlik olarak benimsemiş "gay" ile homoseksüel eğilimlerinden kurtulmak isteyen "gay olmayan homoseksüel" arasında büyük bir fark vardır. Hunsa olmayan Eşcinsellik doğuştan gelmez. Baba yoksunluğu başta olmak üzere aile dinamiklerinin kişi üzerindeki etkisi sonucu gelişir.
Homoseksüeller ilk gençlik yıllarında yaşadıkları "erkeklerden savunmacı kopma" nedeniyle hemcinslerini ya gerçekçi olmayan bir şekilde yüceltir veyahut aşağılarlar. Kinaye ve iğneleyici konuşma tarzı, homoseksüel erkeğin tipik özelliklerindendir.
Homoseksüellikle pornografi arasında yakın bir ilişki vardır. Birçok yetişkin erkek, zedelenmiş erkeklik ve güç arayışı ile pornografiye ve homoseksüelliğe yönelir. "Homoseksüel eğilimlerinin üstesinden gelmeye çalışan erkekler" dünyada hızla yayılan "Gay Hakları Hareketi" tarafından görmezden gelinmektedir. Hiç de azımsanmayacak sayıdaki "tedavi olmak isteyen homoseksüel eğilimliler", destek alma veya terapi görme imkânlarından mahrum bırakılmaktadırlar.
Konuyla ilgili kapsamlı bir araştırma geçenlerde “Homosexueller için Onarım Terapisi” başlığıyla Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabın yazarı Dr. Joseph Nicolosi, ABD'deki NARTH (National Association for Reasearch and Therapy) Eşcinsellik Üzerine Araştırma ve Tedavi Birliğinin başkanı. Merkezi Üsküdar'daki Türkiye Benötesi Psikoloji Derneği ile işbirliği içerisinde olan Dr. Nicolosi, onarım terapisi gören yüzlerce erkekle 25 yılı aşkındır sürdürdüğü seansların ışığında bu kitabı kaleme almış.
Eşcinsellik bir İnsan Hakkı mıdır?
Hiçbir doğal-dışı realitenin irademizle teşvik edilmesi ve beslenmesi insanî hak içine giremez. Aksine bu insanın doğasına ve toplumsal düzene yapılmış bir saldırıdır. Mutasyon ürünü ortaya çıkartılan virüslerin beslenmesi nasıl bir hak değilse eşcinselliğin de meşrû görülmesi ve teşvik edilmesi bir hak değildir. Hak olmayan ama bir gerçeklik olan eşcinselliğin doğal uyuma zarar veremeyecek yöntemlerle en aza indirilmesi ve eşcinsellerin kimlik bunalımlarından kurtarılmaları ise insanî bir sorumluluktur. Uyuşturucu bağımlılığı gerçeğini bir “insan hakkı” olarak görmediğimiz ama göz ardı da edemediğimiz gibi, tüm bağımlıları gaz odalarına tıkmadığımız gibi eşcinsellik sorununa da dengeli bir tavır geliştirmeliyiz. Faşizm ve Siyonizm gibi toplumsal düzenleri tehdit eden doğal-dışı eğilimler gibi homosexuellik, lezbiyenlik, transsexuellik gibi kimlik bunalımları da insan haklarına yönelik tehditler/çatışmalar/bunalımlar sınıfında değerlendirilmeli, bu gibi sorunlara yönelik sorun oldukları bilinciyle metodlar geliştirilmelidir. İnsanlığın karşısında bulunduğu sorunların temel kaynağında, emperyalizmin sömürüsünün sadece ekonomik ve siyasal değil varoluşsal boyutlarının da olduğu vurgulanmalıdır.
Sömürü yabancılaşma sorununu beslemekte yabancılaşma insanı insan olarak tanımlayan alt argümanlarda tahribatlara yol açmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Narsist hastalıklar modern çarpık insan anlayışının idealize edilmesiyle artmıştır. Eşcinselliğin hormonal bir bozukluk olmasının yanı sıra modern insan nezdinde bu denli idealize edilmeye çalışılmasına bencil-hırslı insan tipinin önplana çıkartılamnın da payı vardır. Hormonal hastalıkların psikolojik sapmalar dolayısıyla teşviki doğal-dışı bir sorun olan eşcinselliği canlı tutmaktadır.
Dengesizliklerin hüküm sürdüğü toplumlarda eşcinselliğe çözüm üretmek yerine onu da daha da tepkiselleştirerek palazlandıran şiddet eğilimlerinden de kaçınmak gerekmektedir. Eşcinsellere yapılan insanlık dışı muamelelere karşı da mücadele edilmelidir. Ancak dengenin gerçekten çok zor kurulabileceği anlaşılan bu hassas konuda ilkeli davranmanın gerekliliği her zaman vurgulanmalıdır.
Ekolojik sisteme ayak uydurduğumuz ve Ahlakî erdemleri ön plana çıkarttığımız sürece hastalıklara da şifa aramaya devam etmiş olacağız. Ama hastalığa hastalık dediğimiz sürece…
YAZIYA YORUM KAT