Eşarilik ile Maturidilik arasında Hanefiler
Yasin Aktay, Eşarilik-Maturidilik ilişkisini ve aralarındaki farka ilişkin değinilerde bulunduğu yazısında, Hanefiliğin itikaden Maturi oluşunun bir iddiadan ibaret olduğunu söylüyor.
Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısını (8 Mayıs 2021) ilginize sunuyoruz:
Maturidilik ve Eşarilik etkisi
Maturidilik etkisi konusunda bir noktaya daha işaret etmekte fayda var. Aslında Hanefiliğin Sünnilik içinde itikatta Maturidiliği benimsediklerine dair genel bir kabul olsa bile fiiliyatta bu itikat mezhebinin sıradan, hatta medrese seviyesindeki dindarlar üzerinde fark oluşturucu ciddi bir etkisi yoktur. İnsanların kahir ekseriyeti itikatta Maturidi olmanın Eşari olmaktan farkını bilmezler bile. Esasen Ehl-i Sünnet’in itikadi görüşlerine referans oluşturma boyutuyla bu iki imamın görüşlerinin toplumda bir fark oluşturma etkisinin fazla olmadığı malumdur. Aslında “Ehl-i sünnet ve’l cemaat kavramı Rafiziler, Havaric ve Kaderiyeyi ret konusunda ittifak edenleri ifade eder” (İsferayinî’den aktaran Cemalettin Erdemci, Kelama Giriş, 2009: 61) ve bu da Eşari Maturidi ayırımı olmaksızın bütün Sünni dünyayı birleştiren bir kimlik sınırı oluşturmuş, yakın zamanlara kadar da Eşari ve Maturidi ayırımı üzerinde çok durulan bir konu olmamıştır.
Süleyman Uludağ da Taftazani’nin “Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Şerhu’l-Akaid” tercümesine yazdığı Girişte, Osmanlı ulemasının ismen Maturidi ama aslında ve hakikatte Eş’ari olduğunu, Osmanlı medreselerinde okutulan kitaplar ve okunan ulema üzerinden bütün detaylarıyla ortaya koyar. Ne İmam Maturidi’nin eserleri ne de Maturidi mezhebinin hiçbir uleması Osmanlı medreselerinde okutulmadığı gibi okutulan alimlerin hepsi de Osmanlı medreselerinin dışında yetişmiş alimlerdir. Bu gerçekler ışığında diyebiliriz ki, bu ayırım son zamanlarda icat edilmiş bir ayırımdır.
Bu icadın ardındaki bir motivasyon bazı oryantalist veya self-oryantalist söylemlerin “İslam dünyasının geri kalmışlığı” sorusunda Eşari ahlakını sorumlu olarak görmeye başlamış olmasından kaynaklanıyor. Modernist hümanizm çağında, doğaya ve tanrıya karşı insan iradesinin tartışılmaz görüldüğü bir ortamda, insana belli belirsiz, kaderciliğe daha yakın bir cüzi iradeyi reva görerek, insanı Allah karşısında tamamen yok ettiği düşünüldüğü için Eşarilik bir anda Müslümanların geri kalmışlığının adeta aranan sorumlusu olarak görülmeye başlandı.
Bazı ilahiyat çevrelerince de benimsenip savunulan modernist İslam anlayışlarının Eşariliğe böyle bir tartışma esnasında yakıştırdıkları rol üzerine bir hayli dil döküldü. Eşariliğin tenzih anlayışının Allah karşısında insanı ezdiği ve insanı yerleştirdiği konum itibariyle özgürleştirici bir rol oynamaktan çok uzak olduğu üzerinde duruldu. Oysa Tenzih aslında tam da Tanrıyı insanın uhdesinde, teknik bir nesneye dönüştürebilecek her türlü hümanist metafizik teşebbüse karşı ilahi bir tedbir.
Tenzih sadece Eşari’ye ait değil, Kur’an’da tarif ve telkin edilen Allah inancının en temel düşüncesi ve bu konuda esasen Maturidilik de farklı bir konumda değildir. Gerçi tam bu yüzden Eşariliği eleştirenler onu Maturidilik karşısına değil Mutezililik karşısına koyarak eleştiriyor. Tenzihi aştığınızda veya bir kenara koyduğunuzda antropomorfik, yani insan biçimci bir Tanrıya ulaşırsınız, ama bu Tanrının size söyleyeceği bir şey yoktur. Bu tanrı her ne söyleyecekse ona siz söyletmiş olacaksınız. Tanrıyı öldürmenin en teknik, en ilahiyatçı yolu bu.
Batı’da Tanrı’yı öldüren insan, onu hayattan iterek, bilimsel argümanlarla var olmadığı iddiasını benimseyerek veya benimseterek yapmadı. Aksine Tanrı’yı kendisine benzeterek, kendi istediği gibi bir Tanrı tasavvurunu üreterek, kendisine seslenecek mutlak Öteki konumuyla değil, ötekiliği giderilmiş bir tanrı kılarak, teşbih ederek, tanrıyı kendi teknik iradesinin bir sonucu kılarak yaptı onu.
Tenzihi yok etme iradesinin artalanında Tanrıya mutlak teslimiyete razı olmamaya dair, Tanrı’yla pazarlık yaparak iradesini teslim almaya dair ezeli bir insan hevesi vardır. Bu “Türk dini” arayışlarına da arzularına göre din arayışlarının tamamına da yön veren bir heves. Oysa Eşarilik Allah’ın mutlak münezzeh, mutlak Öteki boyutuyla var olduğuna dair Maturidi tarafından da paylaşılan görüşü ifade ediyor. Bu görüşe karşı modernist eleştiri, Tanrı-insan ilişkisini tersine çevirmeye çalışan en arkaik hevesin bir tekrarı aslında. Modern olmanın dışında yeni bir tarafı yok. Adı insanın Allah’a teslimiyeti olan İslam dininin Allah anlayışının, neredeyse Allah’ı teslim almaya dönüşecek şekilde yorumlanması İslam’ın bütün mesajının tersyüz edilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor.
Maturidiliğin icadını ve inşasını sağlayan ikinci bir motivasyon onu Türklükle, Anadolu İslam’ı ile ilişkilendirilmesinin nispeten daha kolay olması.
Ancak bu noktada hemen belirtmemiz gerekiyor ki, Maturidi’nin Türk kökenli olması onun tarihsel olarak Türklerin itikadını Eşari’den daha fazla belirlemiş olduğu anlamına gelmiyor. Tekrarlayalım ki, Osmanlı medreselerinin neredeyse tamamında, Hanefiler arasında da tarihsel olarak Eşarilik daha fazla etkili olmuştur. Ancak bu etki, Maturidilik ile arada ciddi bir fark olduğu anlamına da gelmiyor. Süleyman Uludağ bazı konularda 50’ye yakın farkın olduğunu söylese de bu görüş farklarının pratikte nasıl bir toplumsal yapı veya öznelik farkı ortaya çıkardığına dair sosyolojik nedenselci çıkarımlar yapmak o kadar da kolay değil. Ayrıca, aralarındaki farklar dini anlayış açısından da onları aynı havzada, Ehl-i Sünnet çizgisi içerisinde bir bütün olarak ele almayı engellemiyor. Maturidi’nin icad ve inşa sürecinin tamamlanması aynı zamanda Eşariliğin de icat edilmesini gerektiriyor ve bu konuda son zamanlarda gelişen Maturidilik okumaları böyle bir çifte inşaya dayanıyor.
Oysa tarihsel olarak İslam’ın en yüksek medeniyet seviyelerine çıktığı dönemlerde, Müslümanların bir insanın bu dünyada gösterebileceği en azimli iradeyle dünyaya nizam verdikleri dönemlerde de Müslüman dünyanın hâkim itikadi görüşü Eşarilikti. Dolayısıyla Eşariliğin insan ve Allah’ın iradesi konusunda ortaya koyduğu görüşlerin Müslümanı eylemsellikten geri bırakmış olması gereği sadece yüzeysel bir mantıksal varsayıma dayanıyor. Yükseliş döneminin de çöküş döneminin de itikadi görüşü aynı (Eşarilik) olunca, her iki olayın nedenlerini ve açıklamasını bu faktörün dışında başka nedenlerde aramanın kaçınılmaz hale geldiğini görmek gerekiyor.
HABERE YORUM KAT