Ergenekon'un Amerikancısı yok mu?
Ergenekoncuların 'Rusçu' bir klik olduklarını yazdım geçen hafta. Amerika ile 'iş tutamayınca' mecburiyetten 'Rusçu' olduklarının altını çizmeliyim. Taraf'tan Rasim Ozan Kütahyalı'nın söylediği gibi, iktidar için Amerikalılarla da çuvala girmeye çoktan hazır oldukları doğru.
Ağızlarını her açtıklarında 'bağımsız Türkiye' diyenlerin, iş darbeye gelince mutlaka bir 'dış patron' arayışına girmeleri hazin.
Darbeci ulusalcıların Rusya ile ABD arasında nasıl savrulduklarını hatırlayalım; 1999 sonrası AB süreci hızlanıp iktidar ilişkilerinin kökten değişmeye başladığı, demokrasinin ve küresel entegrasyonların geri dönülemez noktalara geldiği anlaşılınca 'bürokratik devlet'in tepesindekiler telaşlandılar. İlk fırsat 2002 sonunda masaya konulan Annan Planı oldu. İktidarlarını yok edecek gibi görülen AB yolunu ve demokratik reform sürecini durdurmak için 'milli dava Kıbrıs' kullanılabilirdi. İkinci fırsat 2002 sonunda AK Parti'nin iktidara gelmesiydi. Hâlâ 28 Şubat'ın gölgesindeydi siyaset ve 'laiklik' üzerinden hükümeti ortadan kaldıracak müdahaleler en azından bazı toplum kesimleri tarafından meşru görülebilir, büyük medya ve sermaye manipüle edilebilirdi.
Özden Örnek günlüklerinde anlatıldığı gibi bu 'iki zemin'i kullanacak darbe planları yapılmaya başlandı. Ancak bir sorun vardı: Dış destek. Darbeciler, ABD ve Batı dünyasının askerî bir darbeye destek vermeyeceklerini düşünüyorlardı. Çünkü ulusalcı-darbecilere göre AK Parti'yi iktidara getiren zaten Amerika idi! Dahası AK Parti 'Büyük Ortadoğu Projesi'ni yürütmek için ABD'ye lazımdı! Hatta AK Parti lideri aynı zamanda BOP'un eşbaşkanı idi! Dolayısıyla böyle bir AK Parti'yi ABD terk etmezdi!
Sonuçta darbe ABD'siz ve hatta ABD'ye ve bütün Batı blokuna karşı olmak durumundaydı. Darbe ile Türkiye Batı dünyasından kopacağına göre alternatif bir stratejik müttefik gerekiyordu. Daha doğrusu, darbecileri Batı'ya karşı koruyacak başka bir dış dayanağa ihtiyaçları vardı. Bunun da Rusya, İran ve Çin olabileceğini varsaydılar.
Başaramadılar. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök direndi. Yalnız da değildi; arkasında darbeci maceraperestlere sıcak bakmayan büyük bir kesim vardı ordu içinde ve de uluslararası sistemde.
Darbe bizzat ordu içindekiler tarafından yapılamayınca başka bir yönteme başvuruldu; sivil toplum ve medya devreye sokuldu. Darbeyi meşrulaştıracak bir 'AK Parti fobisi, rejim elden gidiyor, ülke satılıyor' edebiyatı tutturuldu, kitleler sokağa döküldü, 'ordu göreve' pankartları açıldı. Susurluk'ta Kürtlere karşı kullanılan gizli örgüt 'Kuvvacı' dernekler adıyla uyandırıldı; artık darbe ortamını hazırlayacak eylemlerde kullanılacaktı. Cumhuriyet Gazetesi'ne bombalı saldırılar ve Danıştay saldırısı... Bir yandan da Cumhurbaşkanlığı seçimine giden süreçte kızıştırılan 'laiklik' gerginliği, ADD öncülüğünde düzenlenen Cumhuriyet mitingleri...
Bütün askerî darbelerin ABD desteğiyle olduğu bir ülkede ABD'nin sıcak bakmadığı ve ABD'ye karşı görülen bir darbe yapılamıyordu. Belki ABD'nin desteği hâlâ alınabilir, bu iş birlikte kotarılabilirdi. İşte böyle bir anlayışla, Kasım 2006'da Amerika'ya 'gelin, bu işi birlikte yapalım' yazıları dönmeye başladı.
Ama bir sorun vardı; ABD'de bağlantı halinde oldukları 'neo-con'lar Irak savaşındaki başarısızlıklarıyla iktidar üzerindeki etkilerini kaybetmişlerdi. Bizim ulusalcılar yılmadı; sürekli zikzaklar da çizseler Amerikalıları 'ortak' etmeye çok çalıştılar; bazı temsilcileri Beyaz Saray'da Cheney'nin danışmanlarıyla görüşüp AK Parti hükümetinin nasıl devrilebileceğini konuştular, bir 'think tank'te beyin fırtınaları düzenleyip bazı suikastların olması durumunda, örneğin Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın öldürülmesi halinde 'bu iş'in nereye varabileceğini tartıştılar.
Olmadı ve olmayacak. Obama'nın ABD başkanı olmasıyla da darbeci ulusalcılar için Amerika kapısı kesinkes kapandı. Kendilerinin de hâlâ dedikleri gibi kalan kapılar; Rusya, Çin ve İran... Ama emin olun bizim darbeci ulusalcıları kimse ciddiye almaz.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT