Ergenekonkafaların sahte-Barbie dilinden ırak; su gibi hakikî Kadın Dili
Epey zamandır ilk kez genç bir kadın yazarımızın öykü kitabına ayıldım: Seray Şahiner’den Hanımların Dikkatine (Can Yayınları)
“Öykü” kitabı lafı korkutmasın sizi (zira ayıptır söylemesi: korkutur beni) elli yaşlarında bir ev kadınının hikâyesini anlattığı Ceylan Yürüyüşü’nden itibaren yirmilerinin sonlarındaki üç ev arkadaşının (Elif, Sibel ve Nergis’in, bir de başka bir “ev”den Ayşe’nin) öykülerini birbirine düğümleyerek anlatıyor Seray Şahiner.
Yani örgüyü tamamlıyor: kazaklıyor, çoraplıyor, atkılıyor. Bir nevi roman’lıyor diyelim. Şahane bir bütünlüğe ulaştırıyor.
Tam kaç zaman önceydi hatırlamıyorum; en son Serazer Pekerman’ın samimiyetiyle kesici kitabı Kolay Bir Aşk’tan (İletişim) beri, ilk kez bir kadın yazarımızın kitabını bu denli sevip hakikiliğiyle nüfuz edici buluyorum.
Serazer 71 doğumlu, Seray 84 (a! ne tesadüf; her ikisinin adı da Se’yle başlıyor) yani şimdi kırklarının başlarındaki kuşağı ben Serazer’in kitabında buldum; yirmilik kadınlarımızı da Seray’ınkinde.
Ben bu kadınları merak ediyorum!
Hanımların Dikkatine Samatya’da geçiyor. Ağda parasını (ama bikini bölgesi) zor denkleştiren, üç başlarına dandik duşlu bir evde yaşayan, sevdikleri hıyar herifler yüzünden perişan olan matrak, renkli ve dürüst üç üniversite mezunu (ve fakat işsiz) kızın nasıllığı ve niceliği (özellikle böylesine şenlikli bir kadın diliyle anlatılıyorsa) beni birden ilgilendiriyor.
İlgilendiriyor-muş. Kitabı elimden düşüremeyerek okurken gördüm.
Kolay Bir Aşk’ı, tam üç kere filan önerdiğim için eski köşemde, sonraki yıllarda topladığım intibalardan da biliyorum: O kuşaktan olan yani (şimdilerde) otuzlarının sonunda/ kırklarının başlarındaki (çevremdeki) kadınlar bir nevi nefretlik bulmuşlardı kitabı.
Zira gerçekler acıtır! Ve hatta Hande Yener diline çevirirsek “Kendine dev aynasında değil, boy aynasında bi bak!”
Kadınlar, maalesef (anlaşılan: ve de zorrr anlaşılan) diğer kadınlardan hakikatleri değil, muhtelif reklam kampanyalarını, samimiyet kumpaslarını ve de bullshit’lemeleri duymak istiyor. Bunlara prim veriyor. Zira çoksatarcı kadın yazarlarımız tarafından her yıl plastik boncuk boncuk sentetik iplere dizilip önümüze sürülen “romanlar” benim indimde “tahammül fersa” lafından başka HİÇBİR kelamı (yine maalesef) hak etmiyor-lar.
Her kör (kadın romancı) satıcının yüz binlerce kör (kadınlara ayrı, erkeklere ayrı renk) alıcısı olabilir: İşleri rast gitsin, yastık altları altın dolsun, Seda Sayan’la Gülben Ergen’in ruh ikizi/ söz kertmesi olsunlar; bana ne?
Bana hakikî yazar damarı lâzım!
Yani ben bir okur olarak (aynen bir insan olarak olduğu üzre) samimi bir dilin peşindeyim. Kadın yazar söz konusu ise: hakikî kadın dilinin!
Hakikatsevmezliğin kol gezdiği, Kemalizm’in resmî “ideoloji” diye hâlâ burnumuzun dibine dek dayatıldığı ülkemizde elbette böyle bir kadın dilinin yeri yok. Yer açılmıyor!
Medyalamamızdaki kadın kalem durumuna bakarak gidelim. (Durunamadım yine.) Kadın köşecilerin sayısının azlığı (acıtıcı) bir yana, herhangi bir el/ yönetim değişikliğinde ilk budanan kalemler, her ne hikmetse ve portakalman kadın kalemler oluyor.
Babalar, dedeler, büyükbabalar (Allah uzun ömür versin) aynı limanda 30 yıl, 40 yıl, 50 yıl kâğıt kayıklarına binmiş bayat elleriyle leğenlerindeki çamurlu suları çırpıyorlar. (Fonda: Çabalama Kaptan/ Sen gidemen)
Sade suya tiritella yazıları bunak, egomanyak ve de hepten dış dünyaya kepenkleri inik latan ya da açık saçık milliyetçi/ militarist amcaların/ dayılanmaların/ kötücül dedelerin elli yıl sonra hâlâ alıcısı varmış gibi (!), son on yılda DAHİ bir arpa boyu yol gitmemişiz gibi: Türk okuru, Türk insanı “freeze-frame”e alınmış gibi hâlâ büyük bir imanla (başka kelime bulamıyorum: rasyonalite yok zira O topraklarda, nasyonalite var) gazzzlanıyor da tuzzlanıyor.
Erkek yazarların egolama kaleleri; daha da kimliksizleştirdikleri/ nasyonalistleştirdikleri gazetelerinin genel yayın yönetmenliğinden alınıp, şamata-oğlan ya da subay-eri sayfalarında merkez vali gibi merkez köşeciliğe “indirildiklerinde” dahi yıkılamıyor. Kendilerine jürilik, gurmelik, fut ve bol yorumculuk, “Göz önünde ne iş varsa yaparım ağbijim” kapıları birkaç zaman daha iffetsizce açılıyor. Onlar da plastik kovalardan sıçrayıp hoplayan balıklar gibi bu tenzil-i rütbe işlere atlayı atlayıveriyorlar. (Fonda: Beni görmeyen ölsün!)
Bunlara karşılık, hadi Erkek Köşelemeciler’e o adı verelim: Ergenekon’un Ken’lerine karşılık Merkez Medya’da nerdeyse salt Ergenekon İdeolojisi’nin Barbie’lerine yer açılıyor. Yer veriliyor.
Bir de Erkek Dili’ne iltica etmiş kendini pek ciddi ve mühim zanneden Bacı Kalfa kadın köşeciler var ki; ben zaten onları Ergenekon İdeolojisi’nin Ken’leri klasmanında görüyorum. Değerlendiriyorum. (Bakınız: Yukarı kısımlar yani.) Ayrıca “Münazara Tavukları” olarak ayrı bir yazı konusu da edilebilirler. O ayrı. Ya da: “Kendini Akademisyen Addeden Öküzz kafalı Kurbağa-lar”
“Kadın dili” adına medyalamamızda bize “kakalanan” aslında resmî yalan-cılık dilimiz. Barbie’ler her Allah’ın günü hakikatleri fotoşoplayarak bize sevgilileriyle ne kadar mutlu olduklarını, kalmaya gittikleri yedi yıldızlı otellerde yaptıkları akrobatik hareketleri, NE KADAR BAŞARILI –MEŞGUL –ZENGİN (Bermuda Bullshit Triangle) olduklarını; üstüne bir de yeni bir “reformist” hareket olarak HAYIRSEVERlikte sinir tanımadıklarını gazlıyorlar.
Diyelim CEO kocanın diğer CEO’larla katıldığı şirket gezisine sonradan zorla eklemlenen karının kaldığı rüküş oteli “büyük âşık tercihi”, can sıkıcı şirket seyahatini “bitmeyen balayı eşittir sönmeyen cinsel tansiyon” diye (zenginin “malı” züğürdün gözünü doyursun diye de) kakalayan KAFA, “Aaa! Ne demek ‘soykırım’, bi kere o zaman o kelime icad olunmamıştı, hem de Anadolu’da o kadar sayıda Ermeni yoktu!” diye bullshit’leyen kafayla AYNI KAFA. İşte burası can alıcı. Yoksa sallasınlar kozmo, kozmetik, kozo-karıkız yalandolanlarını.
Ergenekon İdeolojisi; Reytingler Kraliçesi Amansız Rol Modeli ünvanını kadınlara/ kadınlığa/ özel yaşamına dair her nevi hakikati utanmazca fotoşoplayan/ okkayla para döküp fotoşoplatanlara veriyor.
Tostlarım!
Romalılar! Azizelerim! Kadın Dili’nden girdik, bakın Ergenekon (Askerî Vesayet) İdeolojisi’nin sürümüne doyamadığı Fotoşoplu Barbie Dili’nden–
Çıkamadık ağbi! Çıkamayız öyle kolayca bunca sosyopatın her Allah’ın günü topaçladığı oyunların sahnesinden.
Vivet Kanetti’nin başlattığı Medyada Defne Devrimi var ya: son yıllarda başımıza gelmiş en güzel şey.
Evet! Kadına NEFRET diline hayır!
Ama Nefretlik Kadınların yalan yanlış diline badanalandığımız Türk Medyalaması’ndan ve de berbath sahteci kadın romancılığımızdan “İllallah!” demiş vaziyetteyseniz-
Seray Şahiner’in Hanımların Dikkatine kitabının sahiciliği, samimiyeti, dolansızlığı, ışıl ışıldaklığıyla tertemiz bir şişe kaynak suyu içmek gibi geliyor insanın içine.
Seray’ın kadın “kahramanları” antikahraman: her biri şahane “loser” kızlar. İki elleriyle (bırak CEO’sunu) bir sevgili tutamıyorlar. Errrkek film yönetmenlerimizin gazzlamaya doyamadıkları yalandan-kaybeden his özürlü hıyarlar tarafından rezil-i rüsva/ salya sümük edilen kızlar onlar.
Canımı acıttılar. O denli sevdim ki onları. Samatya’da (halen) soluk alıp veriyorlar.
Su gibi aziz(e) ol Seray! Kalemin hep açık olsun.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT