Ergenekon'dan çıktım yola, Nirvana yakın mı?
Ergenekon'a yönelik soruşturmayı 'milli bir ihanet' sayanlar şu dezenformasyonu yapıyor: "Bakın, operasyonun adını Ergenekon koymuşlar; Türkleri ferahlatan ve yeni bir yurdun imkânlarını sunan böylesi kutlu bir ismi, yıkıcı ve bozguncu olduğunu iddia ettikleri bir örgütün deşifre edilmesini sağlayacak operasyona veriyorlar."
Oysa yıllar önce Erol Mütercimler bu oluşumu ifşa ettiğinde ortada operasyon filan yoktu öyle değil mi? Başsavcı Engin'in pazartesi günkü açıklamasında da ifade ettiği gibi Ergenekon, kendisini 'kıstırılmış' olarak tasavvur eden bu oluşumun kendi kendisine verdiği isim. Durum böyle olduğu halde, söz konusu dezenformasyonun yapılması ya da yapılmasına izin verilmesi son derece manidar. Hakeza Okkır'ın kanser hastalığını ve ölümünü, Ayşe Asuman Özdemir'in içeride yakalandığı 'siroz'u tutuklamalar ile ilintilendirmek de aynı irrasyonel 'manidarlığın' parçaları. Soruşturmayı ve davayı melankolik bir mazlumlar-zalimler denkleminin içine çekme planları. Amaç herhalde, 'vatanı sevmekten başka bir kusuru olmayan adamları içeri alıp, kötü şartlarda ölümcül noktalara getiriyorlar' fikr-i sabitinin oluşturulmasıdır. Bu fikr-i sabitin özellikle Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'un tutukluluk halleri aleyhine bir kışkırtma aracına dönüştürüleceği de muhtemel. Bu onurlu ve güzide paşaların F tipi hücrelerde tutuldukları, ölümden önce yalnızlığa mahkum edildikleri, Genelkurmay'ın uyanık olması gerektiği yolundaki sözler, bir 'halet-i ruhiye'nin kamuya mal olması için uygun adım yola çıktılar bile. Nedir o halet-i ruhiye? Şu: "Türkiye paşalarını öldürüyor, zulmediyor. Kim yapıyor bunu? Laiklikle ve kendisini onun savunulmasıyla memur kılan askerle arası kötü olan bir kitlenin iktidara getirdiği parti, yargıyı da avucunun içine alarak, darbe hazırlığını bahane ederek askeri zayıflatıyor. Asker zayıflarsa ne olur? Dört bir yanı düşmanla çevrili olan Türkiye düşmanların eline geçer, ABD oyuncağı olur."
İki nokta arasında mümkün olan en kısa ve düz çizgiyi çekmeye planlanmış bu argüman demeti askerin ABD ile gönüllü olarak ilişkiye girdiği nice tarihsel vakayı görmezden geliyor, bu ülkede 'ABD'nin tek müttefiki her zaman ve sadece 'sağ' partiler olmuştur' şeklindeki yaygın ve haksız genellemeye yaslanıyor. Ergenekon sempatizanlarının canını sıkan bir şey de ne oluyorsa askere rağmen değil, askerle işbirliği içinde olduğu. Büyük bir ikileme yakalanıyorlar orada. Çünkü askeri sorgulamanın askeri zayıflatmak olduğuna inanılan bir düşünce dünyasında yüksek sesle 'madem öyle, Büyükanıt da vatanını sevmiyor, o da işbirlikçi!' demek güç olsa gerek. 'Var da demem, yok da demem' diyerek geçtiğimiz haftaya damgasını vurmuş Özkök'ü vatana ihanetle suçlamak da, 'güzide askerimiz her şeyin doğrusunu bilir' noktasından hareket eden ve tüm 'milli' karakteri bu temel slogan etrafında gelişen sempatizanların harcı değil. Bu bütün oklar Örnek Paşa'ya, Özden Örnek zayıf halka. Güvenlikten sorumlu bir kurumun dışarıdan görünür bir restorasyona girmesinin, içten içe çürümesinden daha iyi olduğunu asker anladı, Ergenekon severler anlamadı. Asker asker haliyle sözüm ona sivillerden daha sivil de, bir de fırsat verilse...
Öte yandan şunu da bilmeliyiz ki, Ergenekon soruşturmasından elde edilen sonuçlar bize Türkiye'nin 'gizli tarihini' filan vermeyecek, Nirvana'ya da ulaştıracak değil. Gizli tarihin tek bir departmanını aydınlatacak belki, bu aydınlanma diğer departmanların kapısının yerini gösterebilir, göstermeyebilir de.
Gelmiş geçmiş tüm suçları, faili bulunmamış bütün cinayetleri, kapağı kaldırılmamış bütün karanlık işleri delil ve ispat şartlarına riayet etmeden Ergenekon'a hamletmek, söz konusu çabayı karikatürize eder. Ergenekon ile mücadele, aptallık ve aşırılıklarımız üzerine kafa yorma yükümlülüğümüzü hükümden düşürmez. Ama Ergenekon ile yüzleşmek pire için yorgan yakmak değildir; evi tahtakurusu üreten eski konsoldan kurtarmaktır. Zira, yorgan da ev de lazımdır.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT