Ergenekon'dan büyük medya çıkartması
Dün sabah bayağı erken bir saatte telefon çaldı. Bir televizyon kanalından tanıdık bir arkadaş, gelişmeler hakkında birkaç dakika konuşmamı istiyordu.
“Ne, neyin gelişmesi” dedim, neler olup bitmişti yine?..
“Gözaltılar”dan söz etti. Önde gelen isimleri sıraladı.
Birkaç laf etmem mümkün müydü acaba?
Ne diyebilirdim ki? Sıralanan isimler tabii ki tanıdık simalardı. İki emekli general, bir gazeteci, bir tüccar başı. Hepsi ne zaman ağzını açsa insanı dinlediğine bin pişman eden hatipler aynı zamanda.
Tanımasına tanıyorum ama ne diyebilirdim ki?
Programcı arkadaşa cevabım özetle şöyle oldu: “Valla ben anlamam bu ergenekon işlerinden, bu savcı-polis işlerinden, yanlış adamı arıyorsunuz. Oysa bu işi meslek edinmiş birçok meslektaş var medyada, onları aramanız daha yerinde olur...”
Sonra geçtim televizyon ekranının karşısına. Açtığımda Cüneyt Arcayürek konuşuyordu Cumhuriyet'in Ankara bürosunda. Neler söylediğini tahmin ediyorsunuzdur muhakkak. Çok da “ironik” bir üslupla anlatıyordu Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın gözaltına alınmasını. Hemen bütün televizyon kanalları (canlı cinsinden) gözaltılara ilişkin haberleri iletmekle meşguldü.
Bu arada telefonum susmak bilmiyordu.
Mübalağa etmiyorum, iki saat içinde 10'a yakın televizyon kanalı tarafından arandım. Hep aynı istek: “Ergenekon gözaltıları hakkında görüşünüzü alabilir miyiz?”
Benden de hep aynı cevap: “Yanlış adrestesiniz, ben ergenekondan filan anlamam; bu konuda –'uzman' gözüyle- tek bir yazı yayımlamadım. Konuya ilişkin karaladığım bir iki şey de ergenekon yazarları üzerineydi...”
Bir taraftan da televizyon izliyorum tabii ki. Sonunda ondan da bıktım ve aleti kapadım. Ama bu süre zarfında şu kanaat bende yer etmiş olarak:
Ergenekon adı verilen bir çete varsa eğer, bu sabah hayatının en büyük medya çıkartmasını gerçekleştirmiş bulunuyor. Ergenekon daha ne ister; bütün kanallar gözaltına alınanların yakınları tarafından yapılan tahmin edeceğiniz türden açıklamalarla dolu... Ergenekon ne yaparsa yapsın bu gözaltılara sebep olanlara borcunu ödeyemez herhalde. Ergenekon, bağımsız yargı, güvenlik güçleri ve “yargı bağımsızdır” klişesini tekrarlayan hükümetin eliyle televizyon izleyicilerinin gözünde masum ve mağdur bir “şey” haline getirilmiştir nihayet.
“Ergenekondan anlamam” demem yanlış anlaşılmasın. Herkes gibi olup biteni ben de takip ediyorum tabii ki. Hatta bir yazımda “Ergenokon” adı geçtiği için hakkımda –“takipsizlikle” sonuçlanan- suç duyurusunda bile bulunuldu.
Biliyorsunuz; Ergenekon hakkındaki iddialar temelde iki “kötülük”e işaret ediyor: 1- Yasadışı bir örgütlenme (çete) içinde ırkçılık-ayrımcılık temelinde bir takım terörist faaliyetler. 2- Ulusalcı bir askeri bir darbenin gerçekleşmesine yardımcı olmak.
Benim nazarımda ilk iddia ikincisiyle kıyaslanmayacak derecede önem ve ciddiyet taşıyor. Ve bu çerçevede aklıma hep sevgili dostumuz Hrant geliyor. Söylediğim gibi ikinci iddiaya dönüp bakmıyorum bile; çünkü son olarak gözaltına alınan Hürşit Tolon, Şener Eruygur, Sinan Aygün, Mustafa Balbay gibi şahsiyetlerin halen tutuklu bulunanlarla bir araya gelip bir “darbe” teşebbüsü içinde olabileceklerini düşünmek zaman kaybından başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. TSK dururken, sabahtan akşama her fırsatta ve platformda sadece küçük bir grubun kanını kaynatan sözler eden bu şahsiyetler mi “darbe” teşebbüsünde bulunacak? Dolayısıyla benim şahsen bu mesele çerçevesinde aydınlanmasını beklediğim ilk kötülük, varsa eğer Hrant Dink cinayetine ilişkin bilgilerin açığa çıkmasıdır. (Bunları söylerken, cinayetten hemen sonra katil zanlısı ile konuşan istihbaratçı polis memurunun bırakın soruşturma geçirmesini terfi ettirildiğini de hatırlıyorum.)
Söylediğim gibi işin “darbe” faslı benim ilgimi çekmiyor. Nasıl çeksin? Biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, anayasasında,12 Eylül'de “yasama ve yürütme yetkilerini Türk Milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulan Milli Güvenlik Konseyi”, “bu Konseyin yönetim döneminde kurulmuş hükümetler” ayrıca Danışma Meclisi ve bu döneme ilişkin karar ve kanunları uygulayanlar geçici 15. madde ile ömür boyu koruma altına alınıp “yargı dairesi”nin dışında tutulmuş.
Öyle bir anayasa ki, “yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan” dört generalin “darbe”dan başlayarak bütün yapıp ettiklerini koruma altına almış.
Eğer bu ülkede de güzel şeylere imza atılacaksa, karanlık işlere dalmadan çok önce bir aydınlık iş örneği olarak anayasanın kimsenin aklına gelmeyen bu geçici maddesini kaldırarak işe başlamak gerekmez mi?
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT