Ergenekon: tekmili birden
Ergenekon çeteleşmesinin deşifre edilmesi ile birlikte, ortada biri taktiksel ve gündelik, diğeri yapısal ve stratejik iki hareket alanının varlığı ortaya çıkmıştı. Yüzeyde toplumsal huzursuzluk ve kargaşa yaratmak üzere cinayetlere kadar uzanabilen ama aynı anda da büyük parasal kaynakları mobilize edip dağıtan bir şebeke bulunmaktaydı. Daha derinde ise AKP hükümetini devirmek ve askerî vesayeti sağlamlaştırmak üzere neredeyse her yıl bir başka darbe girişiminde bulunan bir büyük komplo düzenlemesi söz konusuydu.
Öte yandan bu iki düzlemin birbirini beslediği, hatta tam da bu amaçla planlandıkları bizzat Jandarma Komutanlığı’na ait belgelerde görülmekteydi. En tepede muvazzafların görev yaptıkları askerî dairelerin olduğu; altta sivil toplum ağlarını hareketlendirecek ‘lobi’ adlı bir mekanizmanın işletildiği bir düzenekti bu... Bu iki düzlem arasındaki temas noktası en dar haline getirildiği için, üstteki askerî makamların korunması mümkün olmakla kalmıyor, olayın bir ‘sivil’ girişim olduğu sanısı da yaratılabiliyordu.
Meseleye çıplak bir biçimde baktığınızda ille de bir ‘1 numara’ aramanın anlamsızlığı ortadaydı, çünkü iddianamedeki sayısız ve birbirini tamamlayan nitelikteki evrak askerî hiyerarşinin pek de dışında durmayan bir darbe arayışının söz konusu olduğunu söylemekteydi. Ayrıca bu çeteleşmenin kendisi için kullanmakta olduğu ‘ergenekon’ sözcüğünün de zaten ordu içindeki JİTEM türü enformel ancak bilinçli bir örgütlenmeye verilmiş bir ad olduğuna da dikkat çekilmekteydi. Dahası elimizde bir e-muhtıra da vardı...
Ancak kamuoyu apaçık bir suç örgütlenmesi olan Ergenekon’u TSK’nın dışında tutmak üzere azami gayret gösterdi. Bunda üç farklı unsurun da olumlu etkisi oldu: Her şeyden önce darbe girişimi içindeki subayların halen görevdeki diğer subaylar hakkında pek olumlu düşünmedikleri, yani darbe konusunda onlardan destek bulmadıkları ima edilmekteydi. İkinci olarak Ergenekoncular’ın bu işe muvazzafken girişmelerine karşılık, bu gayretlerinin dar kapsamda kaldığı ve asıl emekli olduklarından itibaren geliştiği izlenimine sahiptik. Nihayet iddianamenin yazarı olan savcı da bu işte TSK’nın ‘kurum’ olarak dahlinin bulunmadığını söylemekteydi. Gerçi bu son değerlendirme bizzat askerî makamın kendi ifadesine dayanıyordu ama kamuoyu bu basit hukuksal zaafın da üzerine gitmedi
Kısacası Ergenekon süreci boyunca kamuoyu TSK’yı korumak için elinden geleni yaptı... Derken yeni genelkurmay başkanı seçildi ve onun ilk iki icraatını gördük: Hapishanedeki tutuklu Ergenekon komutanlarını ziyaret ve Diyarbakır’da seçilmiş ‘sivil toplum’ örgütlerini hareketlendirme toplantısı. Bir askerin sanki bir siyasi parti lideri imişcesine bazı toplumsal kurumlarla toplantı yapıp, onlardan siyasi meselelerde eylem talebinde bulunması zaten başlı başına sorunlu bir durum. Ama bunu siyasi sistemimizin sahip olduğu geleneksel zafiyete atfetmek mümkün.
Ancak bu toplantıyı hapishane ziyareti ile birleştirdiğimizde ortaya ilginç bir tablo çıkıyor:
Yoksa Genelkurmay bir yandan toplumu kendi siyasi doğruları etrafında kıvama getirmeye çalışırken, bir yandan da darbe girişimlerinin bir suç olmadığı intibaını vermeyi mi hedeflemekte? Bu birleşim ilginç, çünkü Ergenekon çeteleşmesinin de suç teşkil eden eylemlerini bir yana bırakırsanız geriye kalan ‘niyet’ bundan pek de uzak değildi. Bu durumda acaba ‘yöntemleri onaylamasak da Ergenekon’un hedefini onaylıyoruz’ mesajı ile mi karşı karşıyayız?
Kamuoyunun bunca titizlenerek TSK’yı koruma altına almasına, kurumsal olarak zedelenmemesine çalışmasına karşın, Genelkurmay Başkanı bütün topluma ‘hodri meydan’ mı diyor dersiniz? Eğer böyle bir niyet yoksa söz konusu algılamanın bir an önce giderilmesinde büyük yarar olacaktır. Diğer taraftan eğer askerî makamlardan bu yönde bir düzeltme girişimi gelmez ve hele önümüzdeki günlerde TSK ile Ergenekon arasındaki mesafeyi daha da kısaltan adımlar atılırsa, o zaman ordunun toplumla yabancılaşmasının vahim sonuçlarına herkesin hazır olması gerekir...
Bu noktada medyaya çok önemli bir namus görevi düşüyor. Gördüğünü söylemek, ilgilileri uyarmak ve toplumu karşısına almakla kalmayıp dünyanın genel zihnî ortamına da aykırı düşen ideolojik tıkanmalara araç olmamak. Diğer taraftan bazı medya organlarının kendi istekleriyle yeni bir Ergenekon’un odağı haline gelmeye talip olduklarını da görmekteyiz. Türkiye’yi bir akılsızlık ve ahlaksızlık çukuruna doğru çekebilecek olan böyle bir gidişatın durdurulması ise akıllı ve cesur gazetecilere, hukukçulara ve hepsinden öte vatandaşlara ihtiyaç gösteriyor...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT