Ergenekon çalışıyor!
Ergenekon sanıklarının Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) aday olmalarını sağlayan sürecin iki ayak üzerinde yükseldiğini söylemiştim. Bunlardan biri, Ergenekoncu zihniyetin parti içindeki uzantısıydı... Adaylıklara parti tabanından ciddi bir tepki gelmemesi, bu “uzantı”nın epeyce kök saldığını bir kez daha gösterdi hepimize...
İşin bu yanı üzerinde önceki hafta durmuştum zaten. Sıra, bununla paralel biçimde hareket eden “dışsal inisiyatif”e gelmişti. Onu ele almaya cuma günkü “SD, MH, MÖ, ÖÖ...” başlıklı yazıyla başlamıştım, bugün nihayetlendireceğim.
Cuma günkü yazının başlığının da imâ ettiği gibi, Ergenekon’un CHP üzerindeki çalışmasını, açılımları Süleyman Demirel, Mehmet Haberal, Mustafa Özkan ve Özden Örnek olan isimler üzerinden yapmaya niyetlenmiştim.
Ne var ki aradan geçen zamanda bu listenin çok önemli iki eksikle malûl olduğunu anladım: SA (Sinan Aygün) ve TT (Turhan Tayan). Hatta “sağ”dan CHP listelerine giren bu iki ismin, “CHP’ye Ergenekon hamlesi” çerçevesinde çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Bu noktada, Turhan Tayan’ın Ergenekon davasıyla bir ilgisinin bulunmadığını bana hatırlatacak olan okurlar için küçük bir hatırlatmada bulunmak isterim (söyleyeceklerim, Turhan Tayan’ın yanı sıra Süleyman Demirel ve Mustafa Özkan için de geçerlidir):
Ergenekon zihniyeti kavramını, vesayetçi (gerektiğinde darbeci) bir siyasi anlayış ve pratiğin neş’et ettiği düşünce iklimi anlamında kullandığımı daha önce yazmıştım. Bu cümleden olmak üzere, Ergenekon şebekesiyle hiçbir örgütsel bağı olmamış, onun kriminal faaliyetlerine hiçbir biçimde katılmamış, dolayısıyla yasal bir suçlamaya maruz kalmamış ve kalmaması gereken; fakat oynadıkları rol itibarıyla Ergenekonculuğun zihnî temelinin oluşumuna katkı sunan kimi siyasi-medyatik-toplumsal aktörler de mutlaka genel analizin içine alınmalıdır.
Aygün ve Tayan’ın önemi
Cuma günkü yazımda Balbay, Haberal, Cihaner gibi isimlerle ilgili olarak “Orada doğal tabanları var ve o tabanın zorlamasıyla, bir anlamda ‘hak ederek’ giriyorlar CHP’ye” demiştim.
Fakat Sinan Aygün ve Turhan Tayan tabanın kucak açtığı bu isimlerle aynı kategoride yer almıyorlar. Önceki üçlüden farklı olarak tabandan bu kişilere yönelik “illa ki isteriz” kampanyası açılmadığı gibi, tam tersine, bu isimler tabandan gizlendi ve son anda karamboldan aday yapıldılar.
Bu isimlerin eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından empoze edildiğine dair kamuoyunda geniş bir kanaat oluşmuş durumda, zaten Demirel de güçlü bir biçimde yalanlamadı bunu.
Sinan Aygün bir Ergenekon sanığı, o nedenle onunla ilgili fazla söze gerek yok. Turhan Tayan’a gelince; kendisi 28 Şubat’a muhatap olan Refah-Yol hükümetinin Milli Savunma Bakanıydı. Eski Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Sekreteri Tevfik Diker, onun da dâhil olduğu bir dörtlüyü “DYP içindeki 28 Şubatçılar” olarak tanımlıyor (öbürleri Yalım Erez, Yıldırım Aktuna, Rıfat Serdaroğlu).
Kendisi de o günden bu yana 28 Şubat’taki rolüne ilişkin iddialar konusunda hiçbir şey söylemedi. Tayan en son, CHP’den Bursa milletvekili adayı olarak gösterildikten sonra çıktığı yerel Line TV’de bu tavrını sürdürdü ve “28 Şubat sürecinde MGK toplantılarında yer alması nedeni ile bu süreçle ilgili konuşmadığını ve konuşmayacağını” söyledi.
Ben, biri Ergenekon’la öbürü 28 Şubat’la anılan bu iki “sağcı”nın “Merkez sağdan oy almak için” CHP’nin tek taraflı iradesiyle aday yapıldıklarına katiyen inanmam. Zaten öyle olmasaydı adları son âna kadar gizlenmez, açıklandıktan sonra da bu kadar geniş tepki toplamazlardı. Onların yerine bu işi becerme kapasitesine sahip çok daha uygun adaylar bulunabilirdi...
SD, MH, MÖ, ÖÖ...
Şimdi bu iki isme Mehmet Haberal’ı da katalım ve Süleyman Demirel’in onları CHP’ye iteklemesinin anlamı üzerinde duralım...
Bu noktada bana Demirel’in “Türkiye sağının babası” olduğunu hatırlatıp, “CHP’ye bazı isimleri önermesinde ne sakınca olabilir” diye sorabilirsiniz...
Bu durumda ben de size, önerdiklerinin neden hep Ergenekoncu zihniyet çevresinden olduğunu sorarım ve Demirel’in, 28 Şubat’tan itibaren eski “meşruiyetçi” çizgisinden uzaklaşıp vesayetçi bir çizgiye kaydığını unutmamanızı hatırlatırım.
Demirel’in Cumhurbaşkanı olarak 28 Şubat’taki rolünü hepimiz biliyoruz, ben bugün burada, emekli olduktan sonra onun bu çizgisini daha da “derinleştirdiğini” göstermeye ve böylece aracılığının, öyle masum bir “merkez sağdan CHP’ye katkı”yla sınırlı olmadığı hususunda sizi ikna etmeye çalışacağım.
Bu amaçla, Darbe Günlükleri’nde Süleyman Demirel’in adının hangi bağlamda geçtiğine bir daha bakacak, onun darbecilerle işbirliği içinde olduğu konusunda çok güçlü işaretler sunan bölümler arasında birlikte bir tur atacağız (bu bölümlerin ikinci Ergenekon iddianamesine de girdiğini unutmayınız)...
Günlükler’de sık sık MÖ diye kodlanan ve özellikle Doğan grubuyla iyi ilişkileri olduğu anlaşılan patron-gazeteci Mustafa Özkan, darbeci dört komutanla Süleyman Demirel arasında bilgi getir-götürcülüğü yapan biri olarak öne çıkıyor.
Günlükler’de yer alan notlardan 18 Aralık 2003’tarihli olanında şöyle deniyor:
“Akşam yemeğe Mustafa Özkan ve eşi ile Kara Kuvvetleri Komutanı ve HVKK geldiler. MÖ bize gelmeden önce Süleyman Demirel’e uğramış ve bize ondan bazı mesajlar getirmişti. MÖ ile konuştuğumuz konuların özeti şöyleydi: SD ülkenin süratle bir felakete doğru gittiğini ve askerin yalnız kaldığını, hemen tedbir alınması gerektiğini söylemiş. Askerler teskerede hata yaptılar ve 50 yıllık dostumuz ABD’yi reddettiler. Dolayısıyla bugüne kadar arkalarında olan Pentagon desteğini kaybettiler. Tersine bu adamlar ABD ve AB’yi arkalarına alarak istediklerini yapmaya başladılar. Üniversiteler, basın ve halk desteği olmadan asker bir şey yapamaz. Bu nedenle zor da olsa bu ilişkiyi kurmaları lazım ve ABD ile soğumuş olan ilişkilerin en kısa zamanda düzeltilmesi gerekir, demiş.”
Günlükler’de Demirel’in komutanlara aynı şekilde “Kıbrıs’ta en iyi çözümün çözümsüzlük olduğunu” ilettiği bilgisi de var. Sarıkız darbe planının esasen Kıbrıs’taki karmaşık durum üzerine inşa edildiğini düşünürseniz bu tavsiyenin önemi daha iyi ortaya çıkar. (Nokta’nın haberinin iç sayfalardaki başlığı “Kıbrıs’tan gelen Sarıkız”dı zaten.)
Bu bilgiler, 28 Şubat öncesinin meşruiyetçi Demirel’inin yerinde yeller estiğini, seçilmiş bir hükümeti devirmek üzere kriminal planlar yaptıklarını bildiği kuvvet komutanlarıyla al takke ver külah ilişkiler içine girdiğini açık bir biçimde gösteriyor.
Mustafa Özkan’a gelince... “Demirel’in has adamı” olarak bilinen bu şahsiyet, Günlükler’de adı sıklıkla geçen ve komutanlarla sürekli temas halinde olan biri. Görevi basını darbeye ikna etmek. Günlükler’in 9 Aralık 2003 tarihli bölümünden:
“Sergide MÖ ile görüştüm. Ve kendisine artık basının desteğine ihtiyacımız olduğunu söyledim. Kendisi her türlü yardımı yapacağına söz verdi.”
Sıradan bir “sağ” el değil!
Gördüğünüz gibi, Demirel’in CHP içindeki eli öyle sıradan bir “sağ” el değildir. Bu elden kuşkulanmamız için yeteri kadar sebep mevcuttur ve dolayısıyla, kuşkulanıyoruz.
Öte yandan, Demirel’in has adamı Cindoruk’un has adamı Süheyl Batum’un Demokrat Parti’nin başına geçmesi hazırlıkları yapılırken âniden CHP’li olup partiye intisap ettiği gibi hakikatleri de zihnimizin bir köşesinde tutmaya devam edelim. O Süheyl Batum ki, Ergenekon davasının “saçmalığı” üzerine konuşan, yazıp çizen kişiler arasında akla ilk gelenler arasında yer alıyor.
CHP’nin Ergenekon sanıklarını “hoş geldin, safa geldin” diye karşılayan, “peki o niye yok” diye hesap soran tabanına bir de parti üzerinde “çalışan” teşkilatın gücünü ekleyin.
Bu koşullarda, Ergenekon’un CHP’ye teslim olduğunu, onun içinde erimeye başladığını söylemek, evet hoş bir sadâ veriyor ama, hiç inandırıcı durmuyor.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT