Erdoğan, Türk ve Türkler...
Kader, onun “iyi bir politikacı” olmasına karar vermiş gibiydi...
İyi konuşuyordu, demagojiye sapmaktan çekinmiyordu, dine ve milliyetçiliğe vurgu yapıyordu, halktan biriydi ve halktan biri gibi davranıyordu, sahiciydi, çabuk kavgaya giriyordu, kitlelerle iyi ilişki kuruyordu, teşkilatçıydı, enerjikti...
Ama derin bir kültürü yoktu, büyük bir vizyona sahip değildi, fazla hırslıydı, politikasını fikirsel bir temele oturtmakta zorlandığı için çabuk zikzak yapıyordu, Şemdinli gibi zor zamanlarda rahat adam harcıyordu, “tek adam” olmaya bayılıyordu, çok sık üslup kaymaları yaşıyordu, diplomatik ilişkilerde bile kahvehane raconu ile konuşuyordu.
Politikada başarılı olacak, bir yerlere gelecek, sıradan bir “parti başkanlığını” ele geçirecek birinin profiline sahipti.
Ve, kader, Erdoğan da dahil herkese gerçekten büyük bir çalım attı.
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye tarihinin en önemli “liderlerinden” birine dönüştü.
“İyi politikacı”, geçirdiği değişimlerle “tarihî bir lider” olma başarısına erişti.
Türkiye’yi de aşan çok geniş bir vizyonun sahibi şimdi.
En zor, en belalı işlerden birine girişerek yirmi beş yıllık savaşı durdurdu.
Bunu yaparken, sadece “tarihî liderlerde” görülebilen bir özelliğini ortaya koyarak, kendi taraftarlarının bir kısmıyla çelişebilme cesaretini de sergiledi.
Herkesin “savaş” diyerek oy topladığı bir ülkede o “barış” dedi.
PKK’lıların silahlarını bırakıp dağdan inmeleri için yolu açtı.
Bunu büyük bir kararlılıkla, rakiplerinin ucuz ve hamasi demagojilerine aldırmadan yaptı.
Şu anda Türkiye’de Erdoğan’ın çapında bir politikacı yok.
Buna, Erdoğan’a en çok kızanların bile “hayır” diyebileceğini sanmıyorum.
Erdoğan’ın “kalibresine” sahip kim var bu ülkede?
Onun cesaretine ve vizyonuna sahip kim var?
Kimse yok.
Erdoğan, Türkiye’de rahipsiz.
Ama artık sadece Türkiye’de değil bence dünyada da önemli liderlerden biri.
Sadece Türkiye’deki savaşı durdurmadı, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da büyük katkılarıyla, bütün bölgeye barış getirecek “açılımlar” yaptı.
Bir yandan Müslüman dünyada hayranlık toplayan bir “lider” olurken, bir yandan da Batı’nın fikirlerine önem verdiği, desteklediği bir yönetici oldu.
Dünya sahnesinin önemli liderlerinden biri artık.
Yakında Ermenistan kapısı da açılacak, yüz yıllık düşmanlık sona erecek, Suriye ile sınırı kaldırdık bile, Kürdistan’la iki sınır kapısı açılacak, Türkiye enerji hatlarının geçiş yolu olacak.
Bunları yapan adam tarihe geçer, Erdoğan da geçecek.
Bütün tarihî liderler gibi o da tarihe kendi adını kendi elleriyle, risk alarak yazdı.
Hak ettiği alkış belki hemen patlamayacak ama bir iki yıl sonra bu barışın etkisini herkes hissetmeye başladığında alkışlar daha da kuvvetlenecek.
Erdoğan, Türkiye’yi en kritik noktadan geçirip, çok doğru kararlarla “barışla” buluştururken, bu gelişime çok yardımcı olan bir başka liderin de hakkını vermemiz gerekir.
DTP Başkanı Ahmet Türk, konuşmalarıyla, sözleriyle, barışı bütün samimiyetiyle isteyen gerçekliğiyle, sorunların çözümüne baş koymasıyla, ucuz ve kolay alkışlara gönül indirmemesiyle, “gerçek liderlerin” kalitesini ortaya koydu.
Ahmet Türk’ün yerinde “tribün alkışına” önem veren gösterişçi politikacılardan biri olsaydı, Türkiye, Erdoğan’ın bütün kararlılığına rağmen barışa ulaşmakta çok zorlanırdı.
Türkiye, Erdoğan’a olduğu kadar Türk’e de teşekkür borçlu bence.
Bu ülke, yakın tarihinin en büyük gelişmesini yaşarken, savaş biterken, çocukların hayatı kurtulurken, Güneydoğu yaşadığı o korkunç 25 yılı geride bıraktığı için sevinirken, Batı bölgelerindeki Türklerde bir “burukluk” var gibi gözüküyor.
Gazeteler bile bu “barışı” mümkün olduğunca küçümsemeye çalışıyor.
Batı’daki Türkler, “barışın” anlamını kavrayamamış gibi gözüküyorlar.
Bunun birinci nedeni, savaşın “uzaklarda” gerçekleşmesi, insanların sokaklarda, kırlarda, mahzenlerde, taburlarda öldürüldüğü coğrafyanın kendisine çok uzak olması...
İkinci nedeni ise yirmi beş yıllık savaş sırasında “barışın” nasıl bir şey olduğunu unutması.
Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “bebek katili bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım.
PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi.
O öfkeyi dindirmeden, sadece insanları öldürerek PKK’yı “yok edemezdiniz”, öldükçe yenileri çıkardı ve çıktı.
Bu ülke, binlerce insanını ve yüzlerce milyar dolarını bu savaşa gömdü, şimdi insanlarımızın enerjisini ve savaşa giden paraları yeniden hayata katacağız.
Kısa zamanda bunun etkilerini hayatımızda hissedeceğiz.
Ayrıca, bu savaşın bitmesi Türkiye’yi hem kendi bölgesinde hem de dünyada “en önemli, en saygıdeğer” ülkelerden biri yapacak.
Geçmişin intikamına takılıp kalmak insanı geçmişe gömer, geleceği unutturur.
Halbuki, yaşanacak zaman gelecekte bekliyor bizi.
Hiç kimsenin kazanamayacağı bir savaşı geride bırakıp, herkesin kazanabileceği bir barışı ele geçirme başarısını gösterdik.
Bu çok büyük bir başarı.
Herkes “öldürebilir” ama sadece çok güçlüler “yaşatabilir”.
Şimdi hep birlikte çok güçlüyüz.
Mutlu ve zengin de olacağız.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT