Erdoğan meydanlara indi diye mi böyle oldu?
2015 Genel Seçimleri'nin üzerinden bir hafta geçti. Ankara koalisyon hesaplarına gömülmüşken medya önceliği Ak Parti'nin kaybettiği oyların nedenini analiz etmeye verdi; ardından koalisyon tartışmalarına geçti.
Seçim akşamı itibarıyla Ak Parti'ye getirilen eleştirilerin büyük bir kısmı ve Ak Parti'yi desteklemiş isimlerin özeleştirilerinin bir kısmı Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinde yoğunlaşmakta. Alışageldiğimiz 'diktatör', 'saray', 'tek adam' klişelerinin yanına bu kez, Erdoğan'ın meydanlara inmesinin halkın Ak Parti'ye faturayı kesme nedeni olduğu, sonucun da halkın sistem değişikliğini aslında istemediği olduğu eklendi.
Hayatı süreklilik özelliğinden arındırıp miladı genel seçim kampanyalarının başladığı güne bile sabitleseniz böyle bir sonuç çıkmazken, Ak Parti'nin bir kez daha büyük farkla en yüksek sandalye sayısına sahip parti çıktığı seçimde geçmişte kendi yükselttiği çıtanın altında kalma nedenlerini araştırırken daha nesnel ve daha analitik bir inceleme yapılması gerektiği muhakkak. Ak Parti içinde de ciddi bir özeleştiri süreci başladığına göre, söz konusu sürecin bunu 'O şunu dedi', 'Bu bunu dedi' üzerinden yürütülmeyeceğini, öncelikle kapsamlı bir araştırma yapılacağını ummak gerek.
Nitekim, seçim akşamı itibarıyla ekranlardan “Erdoğan meydanlara indi, ondan böyle oldu” deyip, ertesi gün insanlara “Erdoğan meydanlara inmeseydi keşke, ondan böyle olmuş” dedirtip sonunda “Bak, ben demiştim” demekle olmuyor bu işler. The New York Times, “Bu seçimler, Erdoğan hakkında bir referandum” dedi diye de öyle olmuyor. Ya da bu seçimin sonucu, halkın sistem değişikliğini istemediği anlamına da gelmiyor.
Erdoğan'ın seçim kampanyaları sürecinde belli bir noktadan sonra sıkça yaptığı konuşmalar, Ak Parti'nin oylarını düşürmüş olabileceği gibi, yükseltmiş de olabilir. Sizin Erdoğan'ı sevmenizden ya da nefret etmenizden bağımsız olarak, bu ülkede ve hatta dünyada, müthiş bir kalabalık ona ciddi olarak bağlı. “Ben daha çok seviyorum”, “Hayır ben!” diye yarışanları kast etmiyorum elbette; lakin Ak Parti'ye oy veren insanların kalbinde ve zihninde, Erdoğan'ın kapladığı alanı görmemek, ya da Cumhurbaşkanı olduğu gün itibarıyla onunla Ak Parti arasına mesafe koyduklarını düşünmek büyük bir yanılsama olur.
Öte yandan, Gezi olaylarının ve 17-25 Aralık'ın gölgesinde yaşanan 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri de uluslararası medya tarafından 'Erdoğan üzerine bir referandum'a dönüştürülmüştü ve nitekim bugün baş tacı edilen halk, o gün “kömürle, makarnayla satın alınan bidon kafalı, eğitimsiz, yobaz” kitle olarak tarif edilmişti. Hemen ardından gelen 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını Erdoğan, her fırsatta “koşan, terleyen bir Cumhurbaşkanı” olacağının altını çizerek ve bir sistem değişikliğinin vaadini vererek yürütmüştü. Hakeza, halk da daha seçimin ilk adımında Erdoğan'ı %52'yle Cumhurbaşkanı yaparak vaatlerini satın aldığını göstermişti.
Dolayısıyla HDP, sadece “seni Başkan yaptırmayacağız” diyerek Türkiye genelindeki oyların sadece %13'ünü alabildiyse bile, bu matematiksel olarak oldukça düşük bir yüzde. “Bizimle yürü Türkiye” diyerek yola çıkan MHP'nin ya da “Gelin oy verin gitsinler” diyen CHP'nin kemikleşmiş oylarında pek bir değişiklik yok. Bu sonuç Ak Parti'ye karşı birden fazla mesaj taşıyor olsa da, buradan Erdoğan'la ilgili bir sonuç çıkarmak alabildiğine zorlama duruyor.
Ancak, Ak Parti'nin ve hatta Erdoğan'ın başkanlık sistemini bu seçimde halka anlatamadığı bir gerçek. Geçtim… Sivil toplum kuruluşlarınca üzerinde tartışılmasını, hakkında paneller, toplantılar düzenlenmesini; çeşitli ülkelerdeki uygulamaların nasıl olduğuna dair analizlerin haricinde, kafalardakinin “nasıl bir başkanlık sistemi” olduğuna dair, bir sunum, bir el kitabı bile çalışılmadı. Anlatılamamış, daha doğrusunu söyleyelim, net bir şekilde sunulmamış bir fikrin de kabul görüp görmediğini konuşmak için henüz çok erken.
Ak Parti'nin oy kaybının nedeni, 'iki başlılık' değilse bile, Bülent-Arınç-Melih Gökçek arasındaki tartışma benzeri olayların insanlara verdiği olumsuz mesaj, çözüm süreciyle ilgili verilen mesajlarda çelişkiler, il ve ilçelerde aday listelerine karşı olan memnuniyetsizlik gibi birden fazla meselenin bir araya gelmesidir. Ama tüm bu garipliklerin ve bir iletişim kopukluğu varmış hissine neden olan tablonun ortaya çıkmasının arkasında, Erdoğan ve Davutoğlu arasında muhtemelen Hakan Fidan'ın adaylığı meselesiyle başlayan uyumsuzluğun yattığı gözle görülen bir gerçektir. Erdoğan karşıtı koalisyonun bazı cephelerinin zayıf bir Cumhurbaşkanı üzerine kurulu formüllerle çerçevelediği 'Ak Parti ve X Parti' tipi koalisyonlara sıcak yaklaşmasıysa bu uyumun bozulmasında daha en başta başka ellerin devreye girdiğini düşündürmektedir. O zaman yapılması gereken, doğru bir inceleme ve analiz, devamında ise mükemmel işlere imza atılmasını sağlayan o uyumun yeniden tesis edilmesidir.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT