Erdem, Onur ve Şehitlik, 28 Şubatların Dününü ve Bugününü Aşabilmektir!
Biz Türkiyeli Müslümanlar!
T.C. tarihinde ilk defa bir darbeye, 28 Şubat 1997 askeri darbesine direnen bir tarih yazdık.
Direnişimiz önce Beyazıt Meydanı’nda başladı.
“İmam Hatipler Kapatılamaz” dedik. “MGK Cunta, ABD’ye Kukla” dedik.
Peşinden devlet şiddeti ve tutuklamalar geldi. Sayımız düştü…
Sonra üniversitelerde başörtüsüne el attılar.
Direniş yeniden başladı.
Bu sefer sayımız daha azdı.
Önümüze panzerlerle, tazyikli kirli su sıkan tomalarla, eğitilmiş köpeklerle, elektirikli joplarla, robokoplarla ve zehirli gazlarla çıktılar.
Şahidliği ve direnişi omuzlamaya çalışan bir avuç Müslümandık. Dilimizde şu ezgi:
“Bir avuçtuk biz göklere sığmayan
Bir avuçtuk biz cennete susayan
…………..
La İlahe İllallah, La İlahe İllallah!”
Bu direniş T.C. tarihinde bir ilkti.
İlk defa mü’min erkekler ve mü’mine kadınlar olarak aynı saflardaydık.
Bu direniş bir erdemdi, bir onurdu, bir şahidlikti.
Bu direniş bir ibadetti.
***
Güçler orantısızdı.
Fiziki olarak kaybedebilirdik belki. Ama direnerek, tarihe kayıt düşerek kendimizi kazanabilirdik; benliğimizi ve tanıklığımızı kazanabilirdik.
Gece yarısı Beyazıt Camii’nden, Beyazıt Meydanı’ndan yürürken ellerimizde alev alev meşaleler ve Kur’an’lar. Zulümatın her türlü kirine ve cahiliyyesine karşı aydınlığın sesi, hakkın ve adaletin çağlığı olmaya çalışıyorduk; belki sesimizi duyanlar irkilir diye. Çevrenin karanlığı ve iğrenç emelleri, üzerimize doğrultulmuş namluların parlak demirlerinden yansıyordu gözlerimize.
Bir kız kardeşimiz Müzemmil Sûre’sinin ilk lafızlarını okuyordu gecenin karanlığını delercesine. Bir kız kardeşimiz de mealini:
“Kalk ve uyar.
Rabbini tekbir et.
Elbiseni temizle.
Rucz’dan hicret et.”
Belki ilk defa Kur’an’daki şahidlik ve şehidlik kavramları, tanımları yapılmış olarak yürüyen, direnen, haykıran elbiselerin içinde vücud buluyordu. Ve elbiselerimiz temizleniyordu.
Ve ilk defa “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer”in ne demek olduğunu, nasıl olacağını sergiliyordu adımlarımız. “Yılgınlık Yok Direniş Var” sloganı en fazla bize yakışıyordu. Korkuları aşmayı, yardımı Allah’tan beklemeyi ve kamuoyunu uyandıracak tanıklıklarda tutarlılık sergileme becerisini kazanan genç-yaşlı bir avuç insanla gelecek kuşaklara tecrübe biriktiriyorduk.
***
Ve aradan 17 yıl geçti.
Unutmayalım ki bugün Türkiye’de haktan, hukuktan, adaletten, çevreden ve ümmet coğrafyasıyla irtibatlarımızdan yana hangi kazanım varsa, bunda 28 Şubat direnişlerini yükseltenlerin emeği, teri ve kanı vardır.
Şimdi geçmişle ve hatıralarla oyalanmaktan, aldığımız yaralardan ve dahi ataletten kurtulma vaktidir.
Artık üzerimizi kaplayan kirlerden ve yabancılaşmadan arınma vaktidir.
Fıtrat ve vahyi ölçülere dönme, zincirlerimizden kurtulma, şahidliği çoğaltma vaktidir.
Kıpırdanmaya, özeleştiri yapmaya ve asıllarımızla buluşmaya mecburuz. Çünkü bu ülkede Kemalizmin icadından bu yana 28 Şubat mantığı hiç kenara çekilmedi. Frenkleşenler, topluma ulusçuluk adına boyun eğdirenler, Garpzedeler coğrafyamızda İslami kimliği bütünsel olarak tasfiye edemediler ama hep alt kimliğe indirgemeye çalıştılar.
Bugün de cin ve insan şeytanları boş durmuyor.
Dün 28 Şubat Cuntacıları vardı. Sonra karşımıza Ergenekon Çeteleri, 27 Nisan Muhtırası, Gezi Kalkışması ve Paralel Yapı Operasyonları çıktı.
Coğrafyamızda İslami kimliğimize ve vesayetten kopma çabalarına karşı desiseler, planlar, komplolar devam ediyor.
Bizler sistemin kirleri ile elbisemizi kirletmeden, ama geleceğimize kurulan barikatlara karşı da tavırsız kalmadan, tabii ki sistemin içindeki en azılı İslam ve İslamcılık düşmanlarına karşı tavır almalıyız ve alacağız. Bunun için 20. asırdan devraldığımız ve Arap Baharı denilen pratikle de yeniden uygulamasını gördüğümüz intifadalar süreci önemli bir örnektir. İttihad ve ittifak konularını birbirine karıştırmadan tabii ki küresel sermayeyi, İsrail’i, Neo-Conları, Kemalistleri, ulusalcıları, Gezicileri, Esedcileri, Gulat Şiayı, tekfircileri sevindiren tüm komplolara, bu komplolara karşı tavır alanlarla birlikte tavır alacağız.
Bütün zikzaklara, geçiştirme ve örtme gayretlerine rağmen 28 Şubat Davası’nı takip etmeli; sermaye, basın ve bürokrasi ayaklarını da ısrarla gündeme getirmeliyiz. Bu konu üzerimize vebaldir.
Ayrıca Paralel Yapı’nın 1990’lı yıllardan beri adliyede ve emniyette Müslümanlar üzerinde kurduğu tuzakları ve sorgulamalarda yaptığı işkenceleri unutmamamız gerekiyor.
28 Şubat’ın 18. Yıldönümüne adım attığımız bugünden itibaren iki hususu da ayrıca hatırlatmamamız gerekiyor:
1- 28 Şubat Davası, İstiklal Mahkemeleri, Cumhuriyet sürgünleri ve Dersim Katliamları gibi ilgisiz ve sessiz kalmamalıdır.
2- İnsanlığa ve İslam’a karşı her türlü açık ve hileli kalkışmaya ve yeni 28 Şubatlara karşı direnişlere hazır halde olmalıyız.
28 Şubat’ta bir sloganımız vardı: “Direniş, Adalet, Özgürlük!”
Ve Mısır’da, Suriye’de, Filistin’de, Türkiye’de tüm komplolara, darbecilere ve vesayetçilere karşı bu sloganımızı dayanışma içinde ve daha köklü versiyonlarıyla yükseltmeliyiz:
“Tevhid, Adalet, Özgürlük!”
Tanıklığımız şahidliğiniz, şehidliğiniz tanıklığımız olsun.
YAZIYA YORUM KAT