Erbaa'da "İslami Mücadelede Değişim Algısı" Semineri
İHH Erbaa Temsilciliğinde "İslami Mücadelede Değişim Algısı" konulu seminer gerçekleştirildi.
Yeni faaliyete başlayan İHH Erbaa Temsilciliğinin ilk etkinliği olarak, Özgür-Der Amasya Temsilciliği ile birlikte 11 Ocak Pazar günü İHH Erbaa Temsilciliği Salonunda gerçekleştirilen seminer, İHH Erbaa Temsilcisi Cengiz Çırak’ın Temsilciliği açma amaçları ve yapmayı düşündükleri faaliyetler hakkında bilgi vermesiyle başladı.
Özgür-Der Batman Şubesinden İlahiyatçı-Eğitimci Yazar Şefik SEVİM İslami Mücadelede Değişim Algısı ile ilgili olarak özetle şunları söyledi.
Değişmeyen Tek Şey Değişimdir
Tarihsel süreç içerisinde değişen şartlar karşısında insanların, değişim ve dönüşüme muhatap olması mukadderdir. Burada dikkat edilmesi gereken ise, değişimin nasıl bir niteliksel zeminde gerçekleştiği konusudur. İslam düşüncesindeki dinamik fıkıh anlayışı, değişimin sabitesiz, kaidesiz bir şekilde değil de bir usül bir ihtiyaç ve değerler çerçevesinde olması gerektiğinin kurumsallaşmış tezahürüdür. Bu yönüyle değişimin meşruiyetinden ziyade nasıllığının konuşulması elzemdir.
İslam düşüncesindeki ıslah çizgisinin tarihsel seyri, bu konudaki değişim dönüşüme dair açılımlar ve ufuk açıcı örnekler içermektedir. Müslümanlar öncelikle ilkelerini, içtihatlarını, yöntemlerini ve örgütlenmelerini mutlaklaştırmamalıdırlar. Düşünce, yorum, bakışaçısı, yol, yöntem ve araçların değiştirilemez, aşılamaz-tartışılamaz “doğma” haline getirilmesi ve bu anlayışın ilanihaye sürdürülmesi anlayışı elimizi ayağımızı bağlayan bukağılara dönüşüp basiretimizi bağlayabilmektedir.
Nasıl ki Rabbimizin indirdiği ilk vahiyler, o toplumun yaşadığı can yakıcı sorunlara dokunduysa bizler de vahyin yöntemini yaşanılır kılmalı ve hayatın tam içerisinde, merkezine bir mesaj bırakmalıyız. Unutmamalıyız ki bir işleyiş, bir çaba, hakikati yani yaşadığı çağın ruhunu, kendi çapını, sahip olduğu şart ve dinamiklerin farkında olmayıp ötelerse hakikatte onu öteler.
Yaşadığımız dünyayı, o günün insanını, onun realitesini, anlam dünyasını anlamaz ve anlamlandıramazsak, hiçbir zaman gerçek anlamda günümüze gelme imkanı da yakalayamayız. Belki de bu yüzden günümüze hep inkar ve duygusallıkla tepki verdik. Sünetullahı görmezden gelerek ‘Allah bize yeter’ dedik, Allah’ın yardımının sünetullahtan geçtiğini idrak edemedik. Metin okumalarına o kadar daldık ki, içinde yaşadığımız hayatı,dünyayı gereği gibi okumayı ihmal ettik.
İslamcılığın Bugün Geldiği Noktada Dönüşüm İddiasını Gerçekleştirecek Örgütlenme Yapısındaki Temel Değişimler
An itibari ile Müslümanlar yapısal modelin, zamanın şartlarına göre fıkhedilecek bir alana tekabül etmesi gerektiği düşüncesi ağır basmakta. Açık kimlikle her mücadele zemininin sistem tarafından kuşatılmaya müsaitlik oluşturacağı anlamına gelmeyeceği gibi, aynı şekilde gizliliğin de mutlak korunaklılık sağlayacağı anlamına gelmez
Öncelikle değişik süreçlere uygun olarak kullanılan araçların ve örgütlenme biçimlerinin değişmesi, yenilenmesi doğal bir durum olarak görülmelidir. Aslında biz fark etmesekte tarihte her sosyal değişim ve siyasal gelişim beraberinde yeni bir fıkhı gerekli kıldığı bir gerçektir.
Müslümanların istişare ile İslami endişeleri merkeze alan bir hassasiyetle davet-tebliğ gibi sosyal şahitliğe dair bazı imkan ve araçları değerlendirebilmeye yönelik çabalar teslimiyetçilik olarak görülmemelidir.
Aslında Müslümanlar, İslam’ın kendi özünde barındırdığı disiplin ve değerlerden hareketle bir dernek, vakıf veya sendikal işleyiş dahil cemaatsel forma yakın bir ruhu yakalayabilir. Kimi STK’ların arkasında cemaat formatında bir işleyişin olduğu zaten bilinen bir gerçektir. Özgürlük ortamlarını her kesimin sonuna kadar kullanma çabalarını sergiledikleri bir ülkede “Müslüman mahalle”nin kendi sabitelerine bağlı kalarak bunu değerlendirememeleri beraberinde bir gettolaşmayı da getirir. Bir sosyalite sorununu da oluşturur.
Ak Partiyle İmtihanımız
Mücadele süreci içerisinde tabii ve gayri tabii süreçler örgütlenme biçimini etkileyebilmektedir. Her bir coğrafyada yaşanılan toplumun temel karakteristik özelliği yaşanılan toplumun demografik yapısı, sosyal dokusu yani bir anlamda kendine özgü örfü de yapısal işleyiş ile ilgili içtihatlarda etkileyici bir saiktir.
Bu meyanda, Ak parti veya herhangi bir kurumla insan ve değer merkezli olumlu açılımlarla paralelleşmemiz, kimliksel bir bütünleşme veya bir velayet ilişkisi değildir. Bu çerçevede muhataplarımız ister özel ister tüzel kişiler olsunlar, onlara adaletle davranmamız esas olmalıdır. Ak parti ile ilişkilerde emeklerini İslam’ın üstün değerleri ve hedefleri uğrunda niçin harcamadıkları kendilerine hatırlatılmalıdır.
İslamcılığımızı Ak partinin yarınlar için herkesten daha fazla tehlike oluşturduğunu ispatlama üzerine oturttuğumuzda; bunu da hikmetsiz bir üslupla başka Müslümanların duruşunu sorgulatma gibi bir noktaya tırmandırdığımızda bu Müslümanların iç ilişkileri açısından yıpratıcı bir duruma dönüşür.
Meydanlardan Uzak Kalamayız
Türkiye’deki yapılaşma süreci katı hiyerarşik yapıyı esas alan kapalı devre mücadele tarzları ve bu işleyişler üzerine bina edilen cemaatlerin en önemli eksiklerinden bir tanesi de çok istisnai tepkiler hariç sokak kültürünü hiçbir zaman içselleştirememiş olmalarıdır. Başörtüsü ve Filistin olayları ayrı tutulursa talepleri ve sorunları için laik, sol, seküler güçler gibi sokağa çıkma iradesini sergilemede zayıf kalmışlardır.
Bundan dolayı sesi gür çıkan başkaları olduğu için kamuoyunda da gündemde onlar olmuş ve haklı olduklarını adeta kabul ettirmişlerdir. Bunda Müslümanların sistem içi araçları değerlendirmedeki ketumiyetinin payı büyüktür. Bu gerçekliğimiz de Müslümanları bu zeminde mücadeleye çekmiştir.
STK Modeli Örgütlenme Ve Siyaset Dışı Söylem Ne Tür Açmazlar Barındırmaktadır?
Belki de STK tipi örgütlenmenin en büyük açmazı, bizatihi ve sadece kendisiyle yetinilen bir örgütlenme olarak görülmesidir.Kuşkusuz Türkiye de STK tipi faaliyetler cemaat formuna karşılık gelmez .Özellikle başarısız tecrübelerle duyguları ve endişeleri aşınan,zayıflayan küçümsenmeyecek bir potansiyel, sadece STK’ların rutin işleyişiyle arzulanan şahitliği gösterebilecekleri beklenemezSadece sistemin arzuladığı, hedeflediği bir tarzda Müslümanların STK’larla bir ünsiyet geliştirmeleri hayırdan çok şer getireceği bilinmelidir.
Müslümanca bir hassasiyetle sahiplenilen STK’ların gerçek işlevi olan sistem üzerinde baskı olma unsuru görevlerini hakkıyla ifa edilememe gibi edilgen bir tarz sergileniyor gibi görülmektedir. Hükümete/siyasete yönelik muhalefet dilini müslümanca kullanmaktan çekinilmemesi gerekir. Siyasetin doğrularını takdir ederken yanlışlarına ortak olmamak için itiraz edebilecek bir dil geliştirmemiz gerekir.
1990 öncesi tip yapılanmalarda kimlik, aidiyet ve fedakarlık çok daha ileri boyutlarda iken, STK tipi örgütlenmelerde ise kimlik, aidiyet ve fedakarlık konusunda ciddi bir zafiyetin olduğu inkar edilemez. STK’lar varlıkları itibari ile bir örgütlü yapı olmasına karşın, İslami mücadelenin taşıyıcı kolonları olacak bir özelliğe sahip olamazlar. Ancak bu mücadelenin verildiği örgütsel yapıya hizmet edecek çağdaş bir ensturman işlevine sahiptirler. Fakat her şeye rağmen sistem içi araçların riskine karşılık Müslümanların kurumsal altyapılarını mutlaka güçlendirmeleri gerekir.
Müslümanlar, sistem içi araçları hangi ölçülerle kullanacakları ile ilgili hikmetli politikalar geliştirmek zorundadırlar. Sistem içerisinde sistem içi araçları bir imkân olarak kullanıyor olmamız, sistemin STK yapılanma tarzına yüklediği anlamı kabullendiğimiz anlamına gelmez. Sistem içi araçların kullanılması mücadele sürecinde alanımızı daraltıp körü körüne biat ettiğimiz anlamına gelmediği gibi, şahitliğimiz için an ve şartlar için bir imkân, bir alan olarak kabul edilebilir. Sistem içi araçlar zemininin toptan kabulü nasıl mümkün değilse, toptan inkâr da o denli makbul değildir.
Sistem içi araçlarına ve imkânlarına karşı gerekçesi çok iyi ortaya konulmamış karşı duruşlar ve buna bağlı olarak siyasetin dışında kalma söylemi bizi hayatın dışına sürükleyebilme riskini taşır. Bundan hareketle iddialarımız ve taleplerimiz hayatın içinden iddialar ve talepler olmalıdır. Yakıcı ifsada karşı durmak, ondan uzaklaşmayla olmaz.Yaşadığımız ana ve sorunlara dair söylenecek sözümüzün olmaması ve buna bağlı olarak “ideal” bir zamana ertelememiz ahiret bilincimiz açısından da sorunlu bir yaklaşımdır.
Siyaset dışı kalmamanın alternatifi siyasetin içinde günlük tartışmaların içerisinde yok olmak anlamına gelmez. Siyasete çok fazla angaje olmuş ve pastadan pay kapma yarışına girmiş örnekliklerin olması ve bu riskin sürekli var olması çizdiğimiz çerçevenin alternatifi değildir. Vahyin hayata müdahalesini somutlaştırma çabalarımızda reel siyasetle yüzleşmemiz kaçınılmazdır. Fakat her yüzleşmemizde Rabbimizin rızasını gözeten bir yaklaşımla ve özgüvenle hareket etme iradesi gösterilmelidir.
Taleplerimiz yerine getirildiğinde müteşekkir olmak kadar, taleplerimizin yerine getirilmemesinde de kınamak ve taleplerimizde ısrarcı olmak temel bir vasfımız olmalıdır. Sisteme entegre olduğumuz oranda taleplerimizden vazgeçme durumuna düşeriz.Egemen sistemlerden talepte bulunma, bir sığınma psikolojisini oluşturuyorsa, bu tabi ki çelişkidir. Bir şeyi talep etme eylemliliğimiz, haklarımızı isteme hassasiyetimizden neşet etmelidir.
Bu günkü araç-gereç, politik sıcak atmosfer, enformasyonun cazibe gücü ve kuşatıcılığı, keskin ideolojik şartlanmışlıklar, bizi iç siyasi aktörler durumuna düşürmemeli, ibadi ve ahlaki donanımımızdan geri bırakmamalıdır.
Görünürde en makul alternatif, legal, şeffaf, önceliklerinde ve sabitelerinde kararlı cemaatsel bir iradenin, kimliğimize halel getiremeyecek oranda sistem içi araçları, kurumları, imkan ve zeminleri değerlendirebilmesidir.
İslamcı Söylem Merkezli Birlikteliklerin Yerini Sistem İçi Hedeflerle Sınırlı, Çıkar Merkezli Örgütlülük Ve Kadrolaşma Mı Almaktadır?
İslami kesimlerin bu konu da bir risk zemininde bulundukları gerçeği söz konusudur. Sistemin kılcal damarlarına gittikçe nüfuz eden bir kısım eski İslamcıların varlığı ve bunu oluşturan güçlü bir iktidarın varlığı, geçmişte cemaatsel kimliğe sahip kimi kurum ve şahsiyetleri devletleşmeye doğru evriltmesi muhtemeldir.
Kimi İslamcılardaki AK Parti takıntısı ne kadar can sıkıcı bir durum ise, AK Partiyle fazla geçişkenlik arzeden kimi çevrelerin devletleşme ve muhtemel paralelleşme gerçeği de yarınlarda bir fotoğraf olarak can sıkıcı bir duruma dönüşebilir.Bu gün sistemin kurumlarının başında “bizim mahalleden” birilerinin olması, kurumsal anlamda da sistemin şahsi manevisine karşı bizi duygusal bir akrabalığa sürükleme ihtimali söz konusudur.
STK’larla ilgili Müslümanlar açısından en riskli iki konu, STK’ların kolaycılığı ve rahatlığı içermesi bu da beraberinde ciddi bir aidiyet ve kimlik sorunu getirmekte, bir de AK parti gibi güçlü muhafazakar bir iktidar döneminde bünyelerimizin oluşan imkan ve fırsatlara ne kadar müsait olduğu ve bu süreçlerde bürokratik işleyiş içinde güçlenerek devletleşebilmeleri riskidir Güçlü bir cemaatsel geleneğin yeterince şekillenmediği çevrelerde terbiye edilmemiş hormonlu paralelcik yapıların oluşmasına sebebiyet verebilir.
Örgütlenme yapımızdaki değişimi tetikleyen önemli sosyal bir faktör de, son yirmi yılda cevvaliyet gösteren siyasal hesap ve hareketliliklerdir. Bu noktada özne olmanın bir usul ve kaide problemi karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal maslahat adına usul gözetmeden girişilen çabaların nerede duracağını kestirmek güçtür. Sistem ile ilişkilerimizde özne olma ile ilgili temel hassasiyetlerin ana çerçevesini şöyle çizmek mümkündür: Bireysel çıkar değil, genel maslahat gözetilerek adımlar atılmalı.
STK Cemaati Değil Cemaatin STK’sı
Örgütsel yapılardaki değişimler neticesinde hiyerarşinin ve bireylerin aidiyet duygusunun kaybolması ile yeni birçok durum ile karşılaşmak olasıdır. Sosyolojik olarak cemaatler aidiyet duygusunun en yüksek olduğu hiyerarşik yapılardır. Cemiyetler ise çıkar ilişkisine dayalı ve gönüllü birlikteliğe dayalı kuruluşlardır. STK’ ların temelde birer cemiyet olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durumda mücadelede cemiyet veya cemaat olgularından hangisinin tercih edildiği ve hangisinin üzerine inşa edildiği önem kazanır. Yapılanmanın üzerine inşa edildiği değer ve beklentiler bizleri farklı sonuçlara götürecektir.
Aslında nasıl ki bir partinin STK’ları varsa cemaatlerinde aynı şekilde STK’ları olabilir. Bu açık toplumun vazgeçilmez bir unsurudur. Bu sayede insanların daha fazla teveccüh göstermesi, mesajı alması ve benimsemesi kolay olmaktadır. Ama cemaat kimliği, insana dava bilinci kazandırır. Sorumluluk yükler. Fedakarlıklar üst düzeye yükselir. Alınacak mesafe daha fazla olur. Bu açıdan STK’lar memuriyete, cemaatler ise, işletmelere benzemektedir. Memuriyette sadece üstüne düşen görev yapılır ve genelde işi sahiplenme yoktur. Cemaatsel yapılanmalarda ise bireyler bizzat işverendir. Kurumun kalkınması için her türlü çaba ve zihinsel aktivite gösterilir.
Bir cemaatin bünyesinde faaliyet gösteren STK’lar genelde cemaatin karakteristik yapısını ve rengini alacağından, doğasından kaynaklanabilecek olumsuz yönleri de azalacaktır. Dolayısıyla bir başına hareket eden STK’ların sapma ihtimali, bir cemaate bağlı STK’ların sapma ihtimalinden daha fazladır.
Sonuç
Sorunlarımızı gündemleştirmeyle ilgili müzakerelerde, paylaşımlarda, İslami bilgi ve metodolojiyle tutarlılık, adalet, hikmetli yaklaşım, adap ve uslup, Müslümanların açığını aramak gibi zaaflardan beri olmayı gerektiren asgari bir zeminimiz olmalıdır.
Müslümanlar, Kur’andaki delaleti açık naslardan,başta peygamberimiz olmak üzere tüm resullerin mücadele yöntemlerinden ve ıslah hareketlerinin eski ve yeni tecrübi birikimlerinden yararlanarak, yeni şartlar karşısında metodolojik içtihatlarını yeniden gözden geçirip yenileyebilmelidirler.
Müslümanların zamanın ruhuna uygun bir şekilde siyaset felsefelerini güncelleme ihtiyacı bulunmaktadır. Önümüzde duran dünyayı ve kendi konumumuzu tanımlayarak, bizden olmayanlarla nasıl bir ilişki biçimi geliştirmemiz gerektiği, sosyal, kültürel ya da ekonomik olarak ilişkilerde ne tür adımlar atabileceğimizi ve sınırlarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Müslümanlar yaşadığı çağdan korkmamalı. Unutulmamalı ki kaçmak, uzak kalmak asla bir çözüm değildir. Aksine bu çağın her alanına cesaret ve güvenle inadına yürümeliyiz. Ret ve inkara dayalı, önyargılı, sloganik ve duygusal yaklaşımlardan kurtulmalıyız.
Sistem içi araçların bir mücadele alanı olarak değerlendirilmesinde “katıl ama katışma” hassasiyeti esas alınmalıdır. Çünkü bu gidişattan sorumluyuz ve “kayıp giden” her bir şahsın vebaline ortağız.
HABERE YORUM KAT