Entegrasyonun partisi
Tayyip Erdoğan'ın karizmasına ve siyasi enerjisine takılıp kalırsanız, AKP'yi bir 'tek adam' partisi olarak görebilirsiniz.
Öte yandan birçok konuda temel tercihlerin Başbakan tarafından yapıldığı, son sözü onun söylediği de doğru. Ne var ki AKP bundan çok daha fazlası... Bu parti kurulduğu günden bu yana iki farklı işlevi aynı anda yerine getiriyor. Birincisi İslami duyarlılığa sahip kesimlerin AKP'nin iç mobilizasyon ve kariyer kanalları üzerinden merkeze yaklaşmaları, ona siyasi, kültürel ve ahlaki açıdan nüfuz etmeleridir. Bunu dikey bir eksen gibi düşünmek mümkün. Türkiye'de en sistematik olarak ordunun yapmış olduğu bir sosyal sınıf atlama hareketliliğinin, bugün AKP sayesinde yaşandığını ileri sürmek mümkün.
Ancak benzetme burada bitmekle kalmıyor, AKP'nin toplumsal misyonunun ordunun yaptığıyla tam ters yönde hareket ettiği gerçeğinin görülmesini gerektiriyor. Çünkü Türkiye'de ordu ve bir nebze de yargının önayak olduğu 'devlet eliyle' toplumsallaşma, toplumun kültürel ve ideolojik açıdan bölünmesini; toplumdan 'kopartılan' bir bölüm insanın, mensup oldukları kurum etrafında cemaatleşmesini ifade etti. Dolayısıyla da devletçi mobilizasyon hem bir tür asimilasyonu ifade etti, hem de bu imtiyazlı cemaatle toplum arasında bir hiyerarşi yarattı. Vesayet rejiminin bunca süre ayakta kalmasının nedenlerinden biri, Türkiye'deki toplumsal yükselme kanallarının kurumsal yapı tarafından titizlikle korunması ve ancak söz konusu kurumların 'içinden' veya 'üzerinden' yürünme olanağını vermesidir. Bu durum vesayet sistemini toplumsal algıda psikolojik açıdan meşrulaştırmış ve doğallaştırmıştır. Böylece 'devlet', toplumun kendi malı olan, erişilebilir ve değiştirilebilir bir ortak zemin olmaktan çıkmış, bizlerin uzağında duran ve ancak belirli 'kapılardan' girilebilen bir imtiyaz alanı haline gelmiştir. Ekonomi alanının da tekelci bir kurumsallaşma üzerinden devletle iç içe geçmesi sayesinde, çevrenin kendi iktisadi becerileri ve olanakları sayesinde yükselebilmesinin de önü tıkanabilmiştir. Nitekim bugün profesyonel askerlikten HSYK reformuna uzanan değişime paralel olarak, devletçi burjuvazinin de 'yumuşadığına', topluma açılmaya çalıştığına tanık oluyoruz. Yapılan reformlar toplumsal mobilizasyonu devletçi tahakkümden kurtarırken, ideolojik asimilasyonun da önünü kesiyor...
Bu sistematiğin yerine ise bizzat AKP'nin kendisi geçiyor. Ama bu epeyce gevşek ve çoğulcu bir taşıyıcı mekanizmaya karşılık gelmekte. Yapılan iş bir homojenleştirmeden ziyade, karmaşık bir toplumsal zeminin kendi çoğulluğu içinde, parti şemsiyesi altında kuşatılmasıdır. AKP'nin tüm Türkiye'nin partisi olabilmesi, her yerden oy alabilmesi, yüksek oyunu her seçimde koruyabilmesinin sırrı burada. Söz konusu gevşekliğin bir tür 'davet' niteliği taşıması, bu partiyi Gülen Hareketi gibi otonom toplumsal enerji mobilizasyonlarına da yakınlaştırmış, bir geçişlilik olanağı yaratmış görünüyor. Böylece toplumsal zeminin kılcal damarlarına kadar girmek ve toparlayıcı bir işlev görmek mümkün hale geliyor. Öte yandan AKP aslında toplumun merkez dışında kalmış kesimini merkeze entegre ederken, o merkezi de değiştirmiş ve demokratikleştirmiş oluyor. Bu nedenle AKP'nin vesayet sistemine yönelik reformlarının çok sağlam, sosyolojik bir zemini ve mantığı var...
Ne var ki AKP sadece bu değil... Bu parti aynı zamanda devleti yönetiyor ve bu durum, partinin yönetimsel aygıtını bir siyaset zemini haline getiriyor. Diğer bir deyişle AKP'nin 'yatay' eksen üzerinde bir siyasi farklılıklar koalisyonu olduğunu da hesaba katmak gerekiyor. İster devletle iyi geçinme isteği, ister kapatılma korkusu veya muhafazakârlığın kurtulamadığı devletçi teamüller olsun, sonuçta AKP halen kendi içindeki devletçilikle cebelleşen bir parti. Bunu en son ombudsmanlık yasası çerçevesinde ortaya çıkan gerçekler sayesinde bir kez daha görmüş olduk. Bir yüz karası olan KCK davası da aynı içsel gerilimi yansıtan bir adımdı ve bu niteliğini yargının hukuku umursamazlığı sayesinde sürdürüyor.
Bu iki eksenin güç ve belirleyicilik açısından bir denge oluşturduğu açık. Özgürlüğe ve demokratlaşmaya ilişkin toplumsal baskı, bir yandan dikey eksende parti içinde taşınıp canlı tutuluyor, diğer yandan da tepede yatay eksende devletleştirilmek durumunda kalınıyor. Ama değişimin taşıyıcısı dikey eksende... Bu gerilimden galip çıkacak olan da o. AKP yönetimi bu idraki sürdürdüğü ve her seçimde bir 'iç reform' hamlesi yapabildiği sürece, Türkiye'deki sessiz devrimi durdurmak mümkün olmayacak.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT