Ensarlık karnemiz iyi değil
Ömer Lekesiz, hicret ve muhacir-ensar ilişkisinin, İslam kültüründeki derin anlamına vurgu yaparak, günümüzdeki laik ve seküler dilin bu kavramların içini boşaltarak sığlaştırdığını söylüyor.
Ömer Lekesiz/Yeni Şafak
Ensarlık karnemiz iyi değil
Suriye savaşı 15 Mart 2011 tarihinde başlamıştı.
Suriye halkı da bu tarihten itibaren Türkiye başta gelmek üzere yakın ve uzak ülkelere sığınma maksadıyla hicret etmişlerdi.
Bizim din ve kültür literatürümüzde konu hicret emek olduğunda mensubuna muhacir, muhatabına ise ensar denilir. Kafir ve laik literatürde bunların yerine kullanılan sığınmacı, düzensiz göçmen, savaştan kaçanlar vb. ifadeler ilk ikisindeki anlamın derinliğine asla ulaşamaz. Ancak son yüzyılda ülkemiz insana dayatılan seküler dil nedeniyle ilgili ifadeler öncelikli olarak kullanılmış, böylece muhacir-ensar ilişkisine daha baştan maddeci, faydacı, ırkçı ve faşist bir mahiyet yüklenmiştir.
Materyalist, faydacı, ırkçı ve faşistlerin muhacirlerle ilişkileri zaten olumsuzluk esasında yapılandırıldığından onlar için insani bir tutumdan ve dolayısıyla iyi karneden söz etmek zaten muhaldir. Ancak kendilerini İslam kimliğiyle tanımlayanların tutum ve karneleri söz konusu edilebilir ki, maalesef onların büyük çoğunluğu için de doğru bir tutumdan ve iyi bir karneden söz edilemez.
Bu minvaldeki tanıklıklarımdan biri Mekke’de vuku bulmuştu.
2019 yılı haccında, Beytullah yolunda tevafuken bindiğim bir servis aracında muhacir tartışmasının ortasına düşerek, şu sözleri duymuştum: “Erdoğan Suriyeli göçmenleri başımıza bela etti. İlk seçimde ona büyük bir ders vereceğiz.”
Bunu söyleyenin başı sarıklı, kucağı sakallıydı. Belli ki Mekke’ye kendi tarikat grubuyla gelmişti. Ona rehberlik eden şeyhin ya da vekilinin Peygamber Aleyhisselam’ın Mekke’ye hicret ettiğini anlatmamış olması mümkün değildi ama bu kişi Medine’ye de aynı öfke içinde gidecek, şeklen hacı olmasına rağmen orada da İslam anlayışından nasipsiz bir yobaz olarak kalacaktı.
Diğer bir tanıklığım bizim Abdullah Hanönü vasıtasıyladır. 6 Şubat depreminin hemen akabinde yaptırdığı milli formaları dağıtmak için bölgeye giden Hanönü, bir şehirdeki dağıtım esnasında, onlu yaşlarındaki bir erkek çocuğun, forma almak için atılan bir kız çocuğunun karnına çok şiddetli bir tekme attığını, ona “o bir kız, bunu neden yaptın” diye çıkıştığında ise ondan duyduğu “o kız değil, Suriyeli” sözü karşısında donup kaldığını nakletmişti.
Neyse ki artık Suriye halkının istiklâlini -büyük oranda- kazandığı günlerdeyiz. Laikçi-kemalist ve ırkçı-faşist particilerin sığınmacılar için hayvanî bir düşmanlığı körükleme ve onları geri göndermeyi önemli bir seçim vaadine dönüştürme gayretleri de-inşallah- kısa bir süre sonra geride kalmış olacak.
“Geride kalmış olacak” deyişim, başını CHP’nin çektiği o hayvanî düşmanlığın, bu kez de “Devletiniz kurtuldu, zaferinizi de kutladınız, hadi gidin artık” formatında sosyal medyaya taşınmış olmasındandır.
Esed’in adıyla özdeşleşen Şam Sednaya Hapishanesi’ndeki vahşet görüntülerinin, oradan kurtarılan 30 bin mazlumun, yine bunların o hapishanede son on üç yılda gruplar halinde 500 bin kişinin öldürüldüğünü söylemelerinin de muhacirlerin laik-faşist düşmanlarını vicdana getirmesi, merhamete sevk etmesi zor görünmektedir. Bu hükmümüz merhamet yokluğunun onlara hak olmasındandır.
Bu bağlamda da beni asıl üzen, ebeveynlerinin Müslüman olduklarını bildiğim birçok yeni yetmenin yukarıda zikrettiğim söz klişesini bizzat yayıyor olmalarıdır. Aynı klişeyi sahne zennelerinin, vatan hainlerinin, bozguncuların da yayıyor olması zaten kapkara olan karnelerinde bir yer bulmayacaktır. Fakat ahirete, orada hesaba çekileceklerine inanan insanlar, bu meşum furyaya katılan çocuklarını İslam ahlakına göre eğitmedikleri için sorumlu olmayacak mıdır?
Buna bağlı olarak en çok korktuğum ise, Hz. Musa’nın “Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helak mı edeceksin?” mealindeki nidasına toplum olarak müstehak olmamızdır. Zira Allah’ın gazabı herkese birlikte iner.
HABERE YORUM KAT