1. YAZARLAR

  2. Yıldıray Oğur

  3. Endişelenme, utan!
Yıldıray Oğur

Yıldıray Oğur

Yazarın Tüm Yazıları >

Endişelenme, utan!

21 Ekim 2010 Perşembe 15:37A+A-

2008 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi’nde çekilmiş (Maalesef adını bulamadığım bir Akşam gazetesi muhabiri tarafından) o fotoğraftan daha iyi hiçbir şey anlatmıyor durumu.

51 yıl önce ABD Anayasa Mahkemesi siyahların beyazların okullarına girişine izin verince Arkansas’ın Little Rock kentindeki liseye kaydolan siyahi öğrenci Elzabeth Eckford’a yapılanları gösteren fotoğrafla “iki resim arasındaki dokuz farkı bulun” oyununa konacak kadar benziyorlar birbirine.

Sanki tarih tekerrür etmiyor, bizim çifte standardımızdan yorgun düşmüş gizli bir güç bizi başörtüsü yasağının aslında ne olduğuyla ilgili aydınlatmak istiyordu.

Biz bu iki fotoğrafı manşet yapmıştık o gün.

Ama görünen o ki başörtüsü yasağının aslında ne olduğu konusunda hâlâ aydınlanma sürecini tamamlayamayanlar var.

Bu yazının muhatabı kişisel Aydınlanma Çağı’na, bir yontma taş, ardından cilalı taş, bilumum değerli taşların çağları, tabii koskoca bir ilk çağ kadar uzak olan, yazıyı icat edip etmedikleri bile meçhuller, “oldu gözlerim doldu”dan başka bir tepkiyi hak etmeyen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, tarihin hoş bir rövanşı olarak günlerdir televizyonlarda başörtülü kadınlar tarafından demokrasinin faziletleri konusunda iknaya çekilen Nur Serter, Necla Arat (Tabii o yazıyı intihalle keşfetmiş olabilir) falan değil...

Bu yazının muhatabı başörtüsü yasağına sessiz kalanlar, topu taca atanlar, başörtüsü yasağı diyen herkese ama mahalle baskısı diye koşanlar ve bu halde kendilerini hâlâ demokrat, özgürlükçü, solcu, insan hakları savunucusu falan sayabilenlerdir... Bu iki, resim arasında bir fark olmadığını görmeyenlerdir...

Mesela “Taraf’ın türbanlı kadın kontenjanından yazarları” olduğunu söyleyen Yıldırım Türker’dir bu yazının muhatabı... (Türk, Laz, Kürt, Ermeni, Yahudi kontenjanlarımız dolu.)


Radikal İki
’de yayımlanan son yazısında “Kadınlar türbanlı ya da türbansız kamusal alanları doldursa da özgürlük ve eşitlik konusunda ulaşabilecekleri seviye şimdiki gurur tablomuzdan farklı olmayacaktır. Hatırlatmakta fayda var. Aksesuar, suç ortağı anlamına da gelir” diyerek yaptığı ortayı yarın Ümit Özdağ “Kürtlere haklarını versek ne olur, hâlâ bu kadar işsizlik, eşitsizlik var. Bazen kimlik suç ortağı olur” diye gole çevirse “Türkiye’nin vicdanı” bu kurnaz vicdansızlık karşısında ne diyecek?

Binlerce kadının hayatını mahveden, partiler kapattıran, her gün, her an yaşanan bir yasağı küçültüp cebinize sokarak kurtulamazsınız bu yasakla imtihan edilmekten. Hele devletin resmen kadınların bedenine, en yasal ve doğrudan müdahalesini kadın hakları bayrağını kaldırarak hiç kamufle edemezsiniz.

Bu yazının muhatabı devrim yapan diğer Radikal’in özgürlükçü-solcularıdır ayrıca.


“Muhafazakâr Kemalizm hegemonyasını yitirdi. Son sembolik savaşını kamusal alanda başörtüsü cephesinde verip kaybedecek. Bence gerçek ve isabetli endişe kaynağı İslamcı muhafazakârlık” diyerek meseleden kaçış planını yazan Koray Çalışkan’dır mesela.


Demek 80 yıldır binlerce kişinin ölümüne, hapislerde çürümesine neden olan muhafazakâr Kemalizm bitmiş... Ne ayıp insan bir haber verir giderken, dokuz sütuna manşet yapardık...

Kemalist hegemonyanın gidişini kaçıranlar için son bir şans onu “son sembolik savaşını vereceği başörtüsü cephesinde” yakalamak olabilir. O halde bu sembolik savaşta bari bir yerde durun da yasak bitsin. Yoksa yine asker kaçağı mı oldunuz? Bu meseleyi iki yıl önce tam Meclis çözecekken “Dayatmaları reddediyoruz: Özgürlüklerimizden de laiklikten de taviz vermeyeceğiz!” diye bildiri yayımlayarak özgürlük meselesinin laiklik krizine dönüşmesine lojistik destek sağladığınız işbirlikçi çizgisinde misiniz yoksa?

Bu yazının muhatabı başörtüsü yasağı gibi resmî bir yasağın asılı durduğu havadan nem kaparcasına bir şımarıklıkla mahalle baskısından endişelere kapılanlardır... Binnaz Toprak’tır mesela...


Başörtüsü yasağı gibi bir resmî zulmün devlet eliyle yaşatıldığı bir ülkede yaşayan bir laik için her şeyi unutup mahalle baskısından endişelenmek, başörtüsüz gezmenin kanunla yasak olduğu İran’ın zengin muhitlerinde dindarlara mahalle baskısı olduğunu söylemek kadar şımarıkçadır, bencilcedir hâlbuki.

Bugün laik bir demokratın asıl endişelenmesi gereken, iki sene önce “Henüz Özgür Olamadık” bildirisiyle herkes için özgürlük isteyen başörtülü kadınların gösterdiği civanmertliği gösterecek laik bir bildirinin çıkmamasıdır...


Bugün laik bir demokrat için esas duygu, laiklik adına endişeye kapılmak değil, başörtüsü yasağını savunan laikler adına utanmaktır.

Ve bu utanma duygusunu kaybetmiş olma ihtimalidir asıl endişelenilmesi gereken...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT