En Uzun Yaz
Çok uzun ve sıcak bir yazdı. Ülke ve milletçe büyük bir imtihanın içinden geçtik, geçirildik. 15 Temmuz işgal girişimi akıllarımıza, vicdanlarımıza hiç unutamayacağımız vatan, millet, direniş, şahadet anekdotlarıyla kazındı, kazınmaya da devam ediyor. Ne yazık ki kendi ülkemizde kendi tank ve silahlarımızla kuşatılmanın, ölümüne direnmenin, asker üniforması giymiş hainler tarafından kurşunlanmanın, tanklarla çiğnenmenin bahtsızlığını yaşadık. Tüm bunlar bize nasıl bir ülkede, kimlerle birlikte kalp kalbe, omuz omuza yaşama onurunu anlamamıza vesile olduğu kadar, nasıl bir dünyada hangi diktatörler ve işbirlikçileri tarafından tehdit edildiğimizi de göstermiş oldu.
15 Temmuz her ne kadar yaşamaktan ar, acı, elem duyduğumuz hain bir darbe girişimi olarak hafızamızda yerini alsa da, Türkiye’de taşların yerine oturmasında, içimizdeki hainlerin , deşifre edilmesinde, temizlenmesinde, vatanını , milletini seven insanla; kendini dolara, mevkîye makama, rütbeye, sahtekar hacısına hocasına, dünyevi saltanat ve emellerine endekslemiş insan prototipinin net olarak ortaya çıkmasına da ayna tuttu. Sevmediğimiz şeyleri hayra çevirmek biraz da bizim elimizdedir. Devletin hemen her kademesinde, ordusunda, devlet dairelerinde, okullarında, dernek ve vakıflarında örgütlenmiş, dış mihraklarla kendini ayakta tutan bir terör örgütünün, darbe gibi bir teşebbüsle de olsa kendini teşhir etmesinde de bazı hayırlar görülebilir.
Allah Kur’an’ı Kerim de bizlere,” Savaş hoşunuza gitmese de size farz kılındı” buyurur. Savaş; şiddet, kan, acı, sefalet ve gözyaşının diğer adı da olsa, gerektiğinde düşmanla çarpışmayı, zillete boyun eğmektense onurumuzla şehit düşmeyi gerekli kılabilir. Bu ülkenin Müslüman halkı olarak, bize 15 Temmuz zulmünü reva görenlere, bu zaviyeden baktığımızda, belki de başımıza gelen bu vakıayı hayır ve hikmet süzgecinden geçirerek daha objektif değerlendirebiliriz.
15 Temmuz sonrasında kısa zamanda teşhir edilen gerek asker gerek sivil içindeki hainlerin listelerini görünce, benim aklıma gelen ilk soru, kendini bu kadar iyi gizleyen ve devletin en kılcal damarlarına kadar sızan bu örgüt, bugün böyle başarısız bir kalkışmayla kendini ortaya sermeseydi gelecekte bizi nasıl tehlikelerin beklediğiydi. “Hizmet” adında yaptıkları safsatalarla dallanıp budaklanan, gencecik insanların dimağını kirleten ve kendine bütün dini kavramları mübah görerek, kirli emelleri için kullanan bu “Cemaat!” baş belasıyla nasıl bir arada yaşayacaktık. Ordunun hangi birimini, topunu, tüfeğini bunlara teslim ederek rahat uyku uyuyacaktık? Çocuklarımızı okullardaki hangi PDY’ci öğretmene güven içinde teslim edecektik? Bizi Müslüman’dan görmeyen, okudukları tek tip kitaplarla, hurafelerle dolu din algılarıyla, biat ettikleri şizofren hocalarıyla(!) kendilerine adeta ayrı bir din, Siyonizm’den bile tehlikeli sinsi bir terör sistemi kuran bu insanlarla mı bizim kardeşimiz, dostumuz, akrabamız, yardımcımız, amirimiz, memurumuz olarak yaşamaya devam edecektik?
Sanırım tüm bu soruların karşılığı kötü bir şekilde tezahür etmeden, 15 Temmuz’dan bu tarafa devlet ve millet olarak gösterdiğimiz cesaret ve beraberlikle ülkemizi ve geleceğimizi koruduk. 7’den 70’e iyi bir sınav verdik. Bundan sonrasında ise işin büyük çoğunluğu devlete ve adalet mekanizmasının düzgün işleyişine kalmış görünüyor. Eğer adalet, aktif işleyişiyle, sapı samanı birbirine karıştırmadan objektif bir yargılama imtihanı verebilirse, yüreklere bir nebze su serpilecek. Ve 15 temmuz işgal girişimini hayra çevirebilen, şehitlerinin kanını yerde bırakmayan, milletiyle, devletiyle bir bütün olmuş, Türkiye halkı olarak geleceğe huzur ve güven içinde bakabileceğiz.
Dünyada bence en zor ve sancılı işleyen süreçlerden biri yargı sürecidir. En adi suçtan en siyasisine kadar, mesele çoğu zaman girift bir hal alır ve suçlu-suçsuz çoğu zaman ayırt edilemeden mevzu kapanmak zorunda kalır. Memleketimizde de eskiden beri yargıda adaletin geç ve ağır işlediği kanısı kuvvetlidir. Şahsen benim de halen (bu meselede dahi) korkum budur! Vatan hainliği gibi hassas bir suçla yargılanan ferdin, durum, konum ve suç tespitinin hiçbir tarafgirliğe ve haksızlığa uğratılmadan ele alınması ve aksatılmadan sonuca varılması ciddi bir adalet sistemini gerekli kılıyor. Canımızın çok yandığı ve duygusallığın had safhasını yaşadığımız şu günlerde FETÖ’ye duyduğumuz kin ve nefret, bu örgütle uzak-yakın iletişimi olan kimselere karşı bizi doğal olarak, hızlı, düzgün ve keskin bir adalet bekleyişine sürüklüyor. Şu an olayın vahameti, sıcaklığı ve şehitlerimize karşı duyduğumuz bilinç ile sistemin eskisi gibi işlemeyeceği ve suçluların hak ettiği cezaya uğratılacakları sıklıkla tekrarlanıyor olsa da bunun zaman içinde ne kadar netleşeceğini hep birlikte göreceğiz. Fakat 17-25 Aralık ve 15 Temmuz sonrası yargıda oluşan boşluk ve çatlaklar gerektiği gibi onarılmadığı takdirde, objektif sonuçlar zaman alacak gibi duruyor.
Benim en büyük şahsi temennim; bu örgüte hizmet etmiş her ferde, en alt birimden en üst merciye kadar gereken yaptırımın eksiksiz uygulanması, takiyye adı altında kendine ikiyüzlülüğü hayat şiarı edinmiş hainlere asla inanılmaması ve acınmaması. Tabandaki sıradan örgüt üyeleri binlerle ifade edilerek işten el çektirilirken, en tepedeki bakan, general, istihbaratçı, müdür, bürokrat, sanatçı, yazar vs. şahısların çok daha büyük bir ivedilikle ve ciddiyetle incelenmeleri , hiçbir kayırma ve yolsuzluğa müsaade edilmeden cezaya uğratılmaları.
Bunun yanında, eskiden beri, memlekette ehil insanların iş başında olmadığı, liyakat müessesesinin düzgün işlemediği kanısıdır ki, hükümetler değişse de bu tabu ne yazık ki bir türlü yıkılamadı. FETÖ mensupları yıllarca bu ülkenin en önemli kurumlarına, belediyelere, orduya, güvenlik birimlerine, bakanlıklara yerleştiler. Fakat ne hikmetse bir türlü verilenden tatmin olamayıp daha da fazlasını istemekten imtina etmediler, hicap duymadılar. Bu nasıl bir açgözlülükse gittikleri her yerde oyun, kumpas ve kaosla insanlara zarar verdiler, yerlerinden, makamlarından ettiler. Aile içi meselelerine kadar müdahil oldular. Aileleri parçaladılar. İnsanlara karı koca, evlat ayrılıkları yaşattılar. Niçin? Her yerde her şey de kendi onursuz varlıklarını ikame edebilmek için.
“Cemaat” adı altında arsızca ve kuralsızca hemen her alanda her şeyi kendine mübah ve mahal gören bu aç gözlü insanlar, istekleri biraz sekteye uğradığında 17-25 Aralıkları, 15 Temmuzları küfreder gibi milletin başına geçirmekte beis görmediler. Haklarında ne yazılsa da sanırım bunca hayasızlığı teşhir etmeye yeterli olmayacaktır. Ve tarih bu hain, bencil, ruhsuz, robotik, haşhaşi örgütü hiçbir zaman unutmayacaktır.
Şahsen ben üniversite yıllarından beri zaman zaman kullandığımız ortak mescitlerde, dernek, vakıf ya da kurumlarda karşılaştığım bu insanları hiçbir zaman kendime yakın bulmadım. İçlerinden ne dost edindim, ne de sapık davalarına sempati duydum. Bana göre Allah’ın dininde samimi olmayan ve kendi heva ve hevesleri için takiyye adı altında dini kullanan insanlardı. O yüzden de bugün listeler bir bir açıklandıkça arkasından ah vah tüh, iyi insandı, dostumdu arkadaşımdı diye ağıt yaktığım birileri yok.
Hele 28 Şubat’ta FETÖ çevresinden buz gibi soğuduğumu söyleyebilirim. Meğer şu an kendilerinin yaptıkları iddia edilen 28 Şubat sürecinde bizler başörtümüzden dolayı mağdur edilen haklarımızı almak için meydanlara çıkarken bunlar, bize asla destek vermedikleri gibi, bir de devlete isyan etmekle suçlarlardı. Allah’ın bize farz kıldığı örtü ayetini nasıl yaşamsallaştırmalıyız sorusunu ise:“Dua edin. Allah sizi duyar. İslam’da kötü yöneticiye bile itaat vardır.” diyerek bizim gibilerle adeta alay ederlerdi. Yani bizim gibiler örtümüz ve eğitim haklarımız için Beyazıt’ta basit oturma eylemleri yaparken suç işliyorduk da, kendileri 15 Temmuzda hangi saik ve vicdanla o tankları halkın üzerine sürdüler acaba? Kime karşı neyi kurtarıyorlardı? Halkın üzerine ateş açacak kadar nasıl alçalmışlardı? Neden o korkunç plan ve hevalarının kendiliğinden yerine gelmesi için yalnızca duaya sığınmamışlardı?
Görünen o ki köprülerin ardından çok sular akmış. Biz siyasetle ilgilenmiyoruz diyen apolitik “Cemaat” olgusu tamamen eli kanlı bir terör örgütüne evrilmiş. (ya da hep öylelerdi de ancak gösterebilmek mümkün oldu) Ve dünya zalimlerinin yörüngesine girilmiş. Tetikçilik üstlenilmiş. Bunu bir de“Batı’nın hizmetindeyiz!” diyerek açıktan açığa ilan ettiler ya yazıklar olsun!
Şimdi tüm bu ahval ve şerait içinde günlerce süren meydanlardaki birlik, beraberlik buluşmalarımız ve de 7 Ağustos mitingiyle de bir kez daha tescillediği gibi, bize bizden başkasından fayda olmadığını bir kez daha görmüş olduk. Dünyanın ülkemizde yaşananlara gösterdiği bigane, hatta bizleri suçlayıcı tavır ruhsuz ve çıkarcı normlarına gayet uygundu. Hamdolsun ki bizim kendi özümüz ve özgürlüğümüz kendimize yetecek kapasitede ve 1000 yıllık İslami bir tarihi kültürün ardından elimize kalan Türkiye gibi bir vatan toprağında yaşıyoruz. Burada doğduk, burada büyüdük. Aidiyet hislerimiz sonuna kadar bu coğrafyayadır. Ve bu topraklara, tarihin de şahitlik ettiği gibi, ekseriyetle sahip çıkan da dininin, kültürünün, tarihinin bilincinde olan mütedeyyin insanlardır.
Ve bize ne mutlu ki 15 Temmuz gecesi en az bizim kadar etkilenen, yürekleriyle yanımızda olan kardeş ülke halkları vardır. Ümmetin toparlanma ve aktifleşmesinde ülkemizin konumu ve hükümetimizin çabalarının ne kadar değerli olduğunu bize göstermişlerdir. Ortadoğu’nun sorun ve çözümlerinin Türkiyesiz düşünülemeyeceği, Balkanların, Kafkasların, Türki Cumhuriyetlerin bizsiz kalmak istemedikleri ülkemizin selameti için uçurdukları dualarından ve kardeş kalplerinden bellidir. 15 Temmuz’u kanlı bir iç savaşa dönüşmeden atlatabilmemizde bu mazlum coğrafyaların dualarının ve Rabbimizin büyük yardımı olduğu aşikardır.
Ülkelerin kaderinde nasıl onları ülke yapan keskin tarihler varsa inşallah 15 Temmuz da bizim için birlik ve beraberliğimizin sembolü bir dönüm noktasının adı olsun.
Bundan sonra aslolan ülkemizin huzur ve güvenliği için gerekli olan ne varsa yapmamızdır. Yüzlerce kardeşimizi şehit eden ve binlercesini yaralayan FETÖ ve bütün işbirlikçilerinin yargı sürecinde takipçisi olmak, paranoya, ve nefsani krizlere girmeden suçlular gerekli cezalara çarptırılana kadar peşlerini bırakmamak, burada yaşayan her vatan evladının boynunun borcudur. Ancak böyle bir işleyiş, halkın 15 Temmuz direnişinin karşılığını bulabilir. Bizler, “Suçlu kızım bile olsa, cezadan muaf tutmam” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak, suçlu kim olursa olsun aynı hükümle davranabilmeliyiz.
Hemen her zaman ve durumda ve konumda üstüne düşeni yapmayan, görevini suistimal eden kimseler birimler olabilir. Bunlara da asla fırsat verilmemelidir.
İlk günden bu yana cesaretli ve dirayetli duruşlarıyla halkıyla bütünleşen Cumhurbaşkanımızdan ve Başbakanımızdan Allah razı olsun. (Amin)
Haber Ajanda Dergisi’nin Eylül Sayısında yayınlanmıştır.
YAZIYA YORUM KAT