“En İyisi Ölüsü”
Ünlü “İsrailli” müzisyen ve yazar Gilad Atzmon bir yazısında kendilerinin “iyi bir Arap ölü Araptır” zihniyeti üzere eğitildiklerini dile getiriyor ve İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği son katliamın iyi tahlil edilebilmesi için işte bu zihniyetin iyi tanınması gerektiğini vurguluyordu.
Biz bu sözün işgalci Siyonistlerin askerlerine ezberletilen bir slogan olduğunu, askerlerin bir Filistinliyi öldürmede hiç tereddüt etmemesi için bu sloganın kafalarına yerleştirildiğini sanıyorduk. Demek ki sadece askerlere değil ilkokul çağındaki Yahudi çocuklara da öğretiliyormuş ve “sivil” bildiğimiz “İsrail toplumu” bu anlayış üzere yetiştiriliyormuş. Bunu da Atzmon’un itirafıyla öğrendik.
Bu slogan sadece Siyonist saldırganlığın temel felsefesini oluşturan prensiplerden biri midir? Dünden bugüne değişmeyen haçlı saldırganlığının temel felsefesinde de bu prensip yer almıyor mu? Afganistan’da düğün konvoylarının ve son olarak da petrol tankerinin etrafına toplanan kalabalığın hedef alınmasının “yanlışlık” değil kasıtlı ve sistemli saldırı olduğunu anlayabilmek için de temelinde “en iyisi ölüsü” prensibinin yer aldığı zihniyeti iyi tahlil etmek gerekir.
Yıllardan beri yatağa bağımlı halde ve hayat ile ölüm arasında dünya varlığını sürdüren, bir türlü ölemeyen Ariel Şaron bir zamanlar askerlerine Filistinli çocukları tereddüt etmeden öldürmelerini tavsiye etmiş ve öldürülmemeleri halinde büyüdüklerinde onların da karşılarında birer savaşçı olacaklarına dikkat çekmişti. Bu tavrın temelinde de aynı zihniyet var. Batı Yaka’da doğum için hastaneye giden yüzlerce kadının askeri geçiş noktalarında bekletilmesi ve buralarda sağlıksız ortamda doğum yapmaya zorlanmalarının sebebi de kuvvetli ihtimalle aynı amaçtır. Büyüdüklerinde savaşçı olmamaları için kötü şartlarda doğuma yani doğar doğmaz ölmeye zorlanmaları.
Savaşları incelediğimizde iki ana stratejinin karşımıza çıktığını görürüz. Birincisi; düşmanı mağlup etme ve bu yolla kontrolü onun elinden alma. İkincisi; düşman tarafından mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı tamamen yok etme, sağ kalanları da aşağılanmış bir şekilde, zillet içinde yaşamayı kabule zorlama. Kudüs’te bunun iki örneği de yaşanmıştır. Hz. Ömer (r.a.) burayı fethettiğinde, düşman şehri teslim ettikten sonra kimseye dokunmamış, mallarının ve canlarının korunacağına dair kendilerine yazılı eman vermiş, Hıristiyanların kiliselerinde namaz kılmasını teklif etmelerine rağmen daha sonra oranın camiye çevrilebileceği endişesini dile getirerek açık alanda namaz kılmayı tercih etmiştir. Haçlılar bu şehri ele geçirdiklerinde ise şehirdeki Müslümanlardan saklanabilenlerin dışında herkesi öldürmüşlerdir. Yetmiş bin kişi katledilmiştir. Haçlı subaylarının anılarında atlarının topuklarına kadar kana gömüldüğü, şehir caddelerinin cesetlerle dolduğu dile getirilir. Aynı örneği Endülüs’te de görüyoruz. Bunun daha pek çok örneğini zikretmek mümkün, ama sözü fazla uzatmaya gerek yok.
Günümüzdeki haçlı zihniyetinin ve Siyonist saldırganlığın az masrafla çok insan katletme amaçlı araçlar geliştirmeleri de düşmanı toptan yok etme stratejisini ortaya koyuyor. Onların “düşman” tanımını da en net şekilde bir önceki ABD başkanı Bush’un yapmış olduğunu da bu arada hatırlatalım. “Ya bizdensiniz ya da düşmanımızsınız!”
Siyonistlerin 2006 saldırısından sonra Beyrut’u ziyaretimizde bize rehberlik eden arkadaşın sözünü ettiği ilginç bir bomba türü vardı. Siyonist saldırganların kullandığı bu bomba evlerin duvarlarını delip içeri giriyor ve içeride patlıyor. Üstelik misket bombası gibi evin bütün odalarına yayılarak içerdekilerden bir tek kişiyi ihmal etmeksizin herkesi katletmeyi hedefliyor. Duvara çarpıp patlayarak zayi olmasın mutlaka atıldığı evde ikamet edenleri toptan yok etsin diye böyle bir bomba türü geliştirilmiş. Vurulan bazı evleri görmüştük. Duvarında boru gibi bir delik açmış. Duvarda başka hiçbir şey olmamış; ama bomba içeri girerek patlamış ve zikrettiğimiz özelliğinden dolayı içeride bulunanlardan bir tek kişiyi bile ihmal etmemiş.
Afganistan’daki son Kunduz katliamının en önemli amaçlarından biri de son zamanlarda işgalcilere ağır darbe vuran direnişçilerden intikam alınmasıdır. Direnişçilere göre düşman işgalciler, işgalcilere göre ise Afganistan halkının tümüdür. İşgalci, silahlı direnişçiler karşısında köşeye sıkışınca silahsız, savunmasız insanları topluca katletmek suretiyle hem intikam alıyor; hem de direnişçilere mesaj veriyor; “Siz bizim askerlerimizi yok etmeye kalkarsanız biz sizin tüm halkınızı yok etmekten çekinmeyiz” diye. İşte Afganistan’da ve Filistin’de böylesine vahşi bir zihniyetle savaşılıyor.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT