Emek-Sermaye İlişkisi
İnsan emeği ve sömürü kavramları modern kapitalizm ile gündemden hiç düşmeyen olgular haline geldi. Sömürü insanlık tarihi kadar eski olsa da sistemli, alternatifsiz ve zorunlu emek sömürüsünün tarihi 16.yy İngiltere’si ile başlatılır.
Bağımlılık ilişkisi emek sahiplerinin basit işbirliği ve ‘emeğin tüccara biçimsel olarak tabiiyeti’ şeklindedir. Yani tüccarın sermayesine karşı malını pazarlama derdinde olan zanaatkar veya çiftçi, üretim araçlarının sahibi ve emeği üzerinde denetime sahiptir.
Sanayi kapitalizmi şeklinde başlayan süreç ile artık sermaye emeğin doğrudan alıcısı ve üretim sürecinin dolaysız sahibidir. İlk dönemlerde sermaye artışı yani daha fazla artık değer için kullanılan yöntem, işgünlerini uzatarak emek sürecini yoğunlaştırmaktan ibaretir. Uzun işgünleri, sermayenin mutlak artı değer artışının biricik kaynağıdır.
meğin sermayeye gerçek tabiiyetinin’ en temel sebebi makineli üretimdeki gelişmedir.
Emeğin toplumsallaşması, üretim ölçeğinin büyümesi, teknolojinin üretime girmesi süreçleri sermaye lehine gelişmelerdir. Bu gelişmeler ile doğrudan üreticiler emekleri üzerindeki denetimi tümüyle yitirirler.
Charlie Chaplin’in 1936 yapımı ‘Modern Zamanlar’ filmi hadiseyi anlamak isteyenler için bir kenara yazılabilir. Makine kullanımı, üretim sürecini hiyerarşik, kışla tipi katı bir disipline zorlarken, emeği ve emek sürecini parçalar. Emek, artık kitlesel mal üretiminde uzmanlaşmış büyük fabrikaların elinde, standartlaşmış bant usülünde çalışır.
Kapitalizmin, mutlak artı değer artışına dayanan birikim süreçleri bir süre sonra tıkanır. Emeğin örgütlenmesi, sınıf mücadelesi ve sonucunda iş gününün hukuksal bir boyuta ulaşması bir nebze de olsa kapitalistleri sınırlandırmıştır. Bununla birlikte sermayenin asıl problemi, kitlesel üretimin aynı oranda tüketilemediği piyasa koşullarıdır. Krizden kurtulmak ve sermayenin genişlemesi için yeni yöntemlere ihtiyaç duyulur.
Aynı işgünü içerisinde yeni yöntemler geliştirmenin yolları aranır. Bunun ilk nüvesi teknoloji olur. Devamında esnek üretim modeline geçilir. Emek süreçleri özel yöntemler, araçlar ve koşullar gerektiren yeni kapitalist üretim biçimiyle gerçekleşir. Sonuçta çalışanların emek süreci üzerindeki denetim gücü azaltılıp, sermayenin denetimi güçlendirilir.
İş yoğunluğunu sağlamanın biricik yolu artık canlı (insan) emeğinin yerine, ölü (teknoloji) emeğinin geçirilmesi olur. Canlı emeğin yerine ölü emeğin konulması, işçinin kendi emeğine yabancılaştığı bir dönemi beraberinde getirir.
Artık emek onu devreye sokan üretim araçları tarafından satın alınan bir metadır. Bu yüzden 1830’dan bu yana bütün icatlar tarihi, sermayeyi emeğe karşı silahlarla donatmanın tarihidir. Üretim araçlarını çalıştıran artık işçiler değil, işçileri çalıştıran üretim araçlarıdır.
Sermayeyi, üretim araçları ile üretkenlik düzeylerini geliştirmeye iten temel güç, emeği sermayenin boyunduruğunda tutma çabasıdır. Bilinenin aksine sermayeler arasındaki rekabet olgusu bu gerekçenin gölgesindedir. Her krizde yeni bir yöntem geliştiren ve emeğe karşı mücadelede başarılı olan sermaye artık kabına sığmaz. Bilimsel gelişmeler, iletişim teknolojileri ve aşılan sınırlar ile çokuluslu küresel şirketlere dönüşür.
Teknoloji ile emek süreçleri arasındaki ilişki üzerine kurulan sanayi sonrası toplum tezleri, kapitalizmin sermaye birikimini sürekli güncelleyen yapısı üzerinedir. Sermaye birikimi, değişen sistemin kalıcı tek faktörüdür.
Teknolojik yenilikler, ağır, sıkıcı ve yorucu iş yoğunluğunda, bir emek tasarrufundan ziyade çalışanların emek maliyetlerini asgariye indirmeye yarayan bir süreçtir. Bütün bilimlerin sermayenin hizmetine koşulduğu ve icadın bir iş haline geldiği bir süreç..
Süreçte mekansal sınırlamaların kaldırılması ile üretim organizasyonunun bir kısmı çalışma saatlerinin uzatılabildiği ve yoğunluğun arttırılabildiği ülkelere kaydırılırken, bir kısmı teknoloji yoğun ülkelerde gerçekleştirilir. Bu sayede hem mutlak hem de göreli artı değer üretme koşulları eşzamanlı olarak uygulanır.
Geç kapitalistleşen ülkelerde emeğin örgütlenmesinin henüz oluşmamasını fırsat bilen sermaye, hem aşırı sermaye birikim krizini yeni mekanlara aktarır, hem de bu mekanlarda ürettiği artı değeri sermaye birikimine katarak yoluna devam eder.
Kapitalizmin 1970’lerde girdiği kriz ile, küreselleşme ve esnekleşme söylemleri hız kazanır. Çalışanların büyük çoğunluğunun imalat sanayindeki işçiler olduğu evreyi ifade eden örgütlü kapitalizm serbest kalmış artık daha vahşi, kontrol edilemez, sınır tanımaz bir hal almıştır.
Küreselleşmenin baş aktör olduğu bu sürece, kitle iletişim araçlarının gelişimi, çokuluslu şirketlerin büyümesi, sermayenin dolaşım hızının artması gibi faktörler eşlik eder. Artık emek sermaye mücadelesinde örgütlülüğün etkisi azalmış, hizmet sınıfının rolü artmış ve sivil toplumun parçası olarak farklı toplumsal dinamikler (ırk, çevre, cinsiyet ) ortaya çıkmıştır.
1980’li yılların esneklik ve yalın üretim olarak ortaya konulan üretim süreci, hantal kabul edilen kısımların karlılık amacı ile üretim dışına atılmasıdır. Teknoloji işin yoğunluğunu ve verimliliğini artırması yanında, sermayenin emeği kontrol etmesi ve bu kontrolü otomatiğe bağlaması anlamına gelir. Bu yüzden örgütsüz kapitalizm ifedesi sermayenin nasıl örgütlü hareket ettiğini gizleyen bir ifadedir.
Örn; Toyota fabrikası sadece %10-15 arasında işçi çalıştırdığı montaj fabrikası ile sınırlı değildir. Bu fabrika, eski usül çalışma sistemi ile hareket eden, 45 bin taşeron şirketin üzerine kurulmuş piramidin tepesidir. 171 taşeron şirket, ana şirkete geliştirilen ürünün montaja hazır parçalarını üretir. 5 bin taşeron şirket, üstte olanlara gerekli bileşenleri sağlar. 40 bin şirket ise, üsttekilere gerekli parçaları üretir. Piramid ‘merkez, yarı merkez ve çevre’ ülkelere doğru, yukarıdan aşağıyadır. En altta yer alan asıl emek sahiplerinin olduğu şirketler, ‘sömürüye müsait’ ülkelerdedir. Merkezden uzaklaşıldığı ölçüde, şirketlerin teknik düzeyleri, istenilen nitelik ve ücretleri düşmektedir.
Sonuç olarak, sermayenin emeği zapturapt altına alma yöntem ve politikaları değişse de her dönemde varlığını devam ettirir. Sanayi sonrası, bilgi ve tüketim toplumu başlıkları ile inceleme konusu yapılan yeni dönem, emek sömürüsünün kendini dönüştürme biçimleri atlanarak ele alınır. Sınıf kavramı statü, gelir veya meslek grubu ile yaşam tarzı üzerinden anlaşılır.
Üretim araçları üzerindeki gelişmenin, teknolojik yenilenmenin sınıfsal çelişkilerden bağımsız olamayacağını yoksa ‘ideolojilerin ve tarihin sonu’ tezlerinin türevi olan söylemlere mahkum kalınacağını unutmamak gerekiyor.
21.yy dünyasında insan emeğinin, kol emeğinden kafa emeğine doğru gelişiminin tek taraflı çizgisel bir süreç olmadığını görmek gerekiyor. Bizim için önemli olan; emek sömürüsünün son bulmadığı ve kol emeği yanında bilişsel-imgesel-duygusal emek sömürüsü, biçimleri ile çeşitlendiğini gözardı etmemek olmalıdır.
Hayatı idame ettirmede, emeğin temel belirleyici faktör olduğunu unutmadan, bugün bütün toplumlara dayatılan kapitalist sistemin; yaşamımızı, kimlik ve kişiliklerimizi tahakküm altına aldığı bir evreden geçtiğimizi farketmeliyiz.
Bugün belki de en hassas sömürü ilişkisi ile muhatap olduğumuz es geçemeyeceğimiz gerçekliktir. Sıradan bir tv izleyicisinin bile, seyrettiği programa reyting artı değeri sunması, sömürünün ne kadar kurumsallaştığının göstergesi olarak bir tarafa not edilmeli..
Ya da; hamburger zincirinde çalışan bir elemanın kızarttığı patetes yanında, müşteriye ‘güler yüzünü’de sunmakla mükellef olması, emek sahibinin ürettiği ürün yanında, pazarlamasında da sömürüldüğünün göstergesi olarak atlanmamalı..
Toplumsal parçalanma, güvencesizleşme, yoksulluk tehditi vs. bir çok unsurun birleşmesi sermayenin emek karşısındaki konumunu güçlendirirken, sömürüyü meşru hale getirmektedir. Sonuç; her zaman kapitalist sistemin bekasına hizmettir. Bizlere düşen ise öncelikle bunun farkına varılması, vardırılması ve adil bir dünyanın imkanlarının aranıp, zorlanmasıdır...
YAZIYA YORUM KAT