EMASYA yetmez
Değişimin işaretleri güçlü. Neyin neyi değiştirdiği sorusunun cevabını doğru vermek lâzım. Türkiye değişiyor. Bu değişim birçok kanaldan gelen birikimin eseri. Halk kendi iradesine sahip çıkıyor.
Halka hesap verecek olan hükümet aldığı vekâletin gereğini yerine getiriyor. Dünya ile entegre olan bir toplum ve onun ekonomisi açık ve adil rekabet düzenine geçiyor. Böylece krizler fırsatlara dönüşüyor. Türkiye'nin bir korku filmi gibi içinden geçtiği darbe çeteleri ve onların "hain" planları, Türkiye'yi değişime zorluyor. Bir daha bu çılgınlıklara fırsat vermeyecek bir devlet düzenini ve kurallarını tesis ediyoruz.
EMASYA Protokolü kaldırıldı. Genelkurmay Başkanı, bu protokolün iptal edilmesine itirazları olmadığını açıklamıştı. Gerekçesi önemli: Ordunun toplumsal olaylarda görev almasına asker olarak olumlu yaklaşmadıklarını vurguluyor. Bunu söylerken toplumsal olaylarla terör olayları arasındaki sınırın çizilmesindeki güçlüğe işaret ediyor. Ordu ile halkın karşı karşıya gelmesine bir asker olarak itiraz ediyor. Bu vizyon tam anlamıyla askerî bir perspektif. Orduyla ilgili fikir yürüten komutanların siyasî değil, askerî vizyonuna ihtiyacımız var. EMASYA Protokolü, askeri siyasetin içinde tutacak bir araçtı. Profesyonellik siyasî öncelikleri değil, pür askerî öncelikleri esas alır. Doğru; askerle halk karşı karşıya gelmemeli. Bir ordunun itibarı ve savaşma gücü ancak böyle korunur.
Genelkurmay Başkanı, EMASYA Protokolü'nün önemli olmadığını, referans olan kanunun bu konuda yeterli olduğunu söylüyor. Söylediği doğru. İller İdaresi Kanunu'nun 11. maddesi, askeri içeride asayiş gücü ve dolayısıyla sivil yönetime müdahil bir aktör olarak tutmak için yeterli. O zaman bu kanunun 11. maddesinin D bendinin toptan iptal edilmesi lâzım. Kanun üzerinde fikir yürütenler, her hal ve şartta askerî birliklerin valinin veya içişleri bakanının talebi üzerine harekete geçeceği şartının sakıncaları ortadan kaldırdığını öne sürüyorlar. Durum öyle değil. Kanundaki formül, TSK'yı iç emniyet hizmeti veren ve sivil yönetime müdahale eden bir güce dönüştürüyor. Asker "madem gerektiğinde benden destek isteyeceksin, o zaman ben de buna uygun bir yapılanmaya giderim" diyor. İstihbarat toplamak, askere toplumsal olaylar için eğitim vermek ve buna uygun olarak büyük şehirlere EMASYA taburları yerleştirmek ve en önemlisi de aylık EMASYA toplantılarında şehrin veya ilçenin bütün sivil erkânını düzenli olarak askerî bir gözetim ve hiyerarşi altında tutmak. Vali ve kaymakamlardan dinlediğim EMASYA toplantı gündemleri, Türkiye'de açıkça bir askerî rejimin yürürlükte olduğunu gösteriyordu.
Türkiye Değişirken Ordu Aynı Kalamaz
İller İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin EMASYA'nın kaynağı olan D fıkrası, 29.8.1996 tarihinde kanuna eklendi. 28 Şubat'tan tam altı ay önce. Bu fıkranın, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya tarafından hazırlandığını hatırlayanlar olacaktır. Kanun Meclis'ten Refahyol hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın talimatıyla çıkmıştı. O dönemde askerlerden gelen birkaç kanun bu şekilde çıkartılmıştı. Erbakan, bu tür tavizlerle askerleri idare edeceğini düşünüyordu. Tersine, bu yoklamalarla ilerleyen süreç hükümetten direnç gelmediği için 28 Şubat'a ve nihayetinde haziran ayında hükümetin yıkılmasına kadar vardı.
Bu meşhur fıkranın sakatlığını ancak karşılaştırma yaparak anlamak mümkün. Anayasamız olağanüstü şartlara uygun iki yönetim biçimi öngörüyor. Bunlar olağanüstü hal ve sıkıyönetim. Askerî birlikler bu yönetim tarzlarında zaten geniş çaplı kullanılıyor. Kanundaki bu fıkra, normal şartlar altında da askeri sivil yönetime bütünüyle nüfuz için geniş bir alan yaratıyor. Diğer yönetim biçimleri bir alternatif olarak durduğuna göre bu kanuna ne gerek vardı? Bu sorunun makul hiçbir cevabı yok.
Türkiye değişiyor. Bu değişime uygun olarak ordunun da değişmesi gerekiyor. Hilmi Özkök'ün vurguladığı değişim ihtiyacı aynı zamanda Türkiye'nin ihtiyacı. EMASYA'nın iptal edilmiş olması bu değişimin önünü açacak önemli bir adım ama tek başına yeterli değil.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT