Elinizi verirseniz kolunuzu kaptırmazsınız
Bu bir kimlik seçimiydi. Fena da değildi. Böylece Türkiye'de hangi kimliklerin kemik karakterde olduğunu fark etmiş olduk. Hangi kimliklerin vazgeçilmez olduğunu.
Seçim haritasını açıp bakın; Kürtler Kürt olduklarının, kıyı kesimlerinde yaşayanlar laik hayat tarzlarından vazgeçmeyeceklerinin, Orta Anadolu muhafazakâr-liberal eğilimlerinin altını çizdi. Tabii MHP'yi unutmamak gerekiyor. Bana kalırsa MHP başarısını Kürt göçüne borçlu. Aday tercihleri mutlaka etkili olmuştur ama bunu besleyen faktör Kürt göçü alan illerde yükselen milliyetçi eğilimdi. Böyle bakınca bu tablodan çoğu kimseyi karamsarlığa iten bir ayrışma okunabilir. Ben bu karamsarlığın Türkiye'nin kuruluş ideolojisinden kaynaklanan reflekslerden doğduğunu düşünüyorum. Sandıktan çıkan sonuç özetle şunun altını çizdi: Bugüne kadar benzerliklerimize vurgu yaparak ayakta tutmaya çalıştığımız üniter devlet, bundan sonra farklılıkları yaşatarak devam ettirebilir. Farklı kimliklerin kendini yaşamasının önünü açmayan siyaset bundan sonra başarılı olmayacaktır. Bu seçim ilkel milliyetçiliğin, demokratik açılımlarla beslenmeyen bir laikliğin gelecekte şansının olmayacağını gösteriyor bize.
Kürtlere gelince; Kürtler adına kimlik siyaseti yapan DTP'nin bu başarıya ihtiyacı vardı. Kazandığı başarının DTP'ye iyi geleceğini görmek zor değil. Hiç kimse karamsarlığa kapılıp DTP'nin isteklerinin önünün alınamayacağını söylemesin. 'Elimizi verirsek, kolumuzu kaptırırız' deyimini tedavülde tutmanın da pek faydası yok. Mevcut fotoğraf bize bambaşka gerçekler dayatıyor. DTP dar alanda fazlasıyla sert bir kampanya yürüttü ve kazandı. 'Buradayım, sesimi duy' dedi. Ve sesini duyurmayı başardı. Çünkü başka türlü o sesi duyacak bir muhatap göremiyordu karşısında. Bu sesin içinde Kürtlerin çoğuna aykırı gelen yanlar yok değil. Ama DTP'nin temsil ettiği kimliğin asgari hayat hakkı için seçmen tarafından bu kredi tanındı. Kürt kimliğinin yasal düzeyde güvencelere kavuşması ve sonrasında gelecek samimi iyileştirmeler DTP'nin kemik olmayan tabanında kendiliğinden bir tatmin doğuracaktır. Ayrıca DTP'nin kendi tabanından gelen aşırı talepleri kontrol edebilmesi için elinin güçlenmesi gerekiyordu. Bu seçimde kazandığı başarı doğru değerlendirilirse Türkiye'nin en önemli sorununu siyasetle çözmenin anahtarı olabilir.
Bundan sonra ne olacak? Sanırım bundan sonra hiçbir siyasi parti bir diğerini yok sayarak, yahut varsayıyor gibi yapıp arkasından dolanarak argüman üretemeyecek. Bu ülkede, muhafazakârlar var, laikler var, Türk ve Kürt milliyetçileri var... hepsi var. Ve asıl çarpıcı olan; laik çevrelerin o çok koktuğu şeriat getirecek takiyeci bir parti artık yok! Saadet Partisi'nin lideri Numan Kurtulmuş'un söylemlerine bakın. İçinden geldiği geleneği taşıdığı yer son derece şaşırtıcı. Siyasetteki bu rekabet memleketteki muhafazakârlığı liberalleştirip birilerinin gözünde tehlike olmaktan çıkaracak gibi görünüyor.
Bu seçimlerin bize gösterdiği bir başka sonuç, seçmenin demokratik kültürü benimsemiş olduğudur. 29 Mart seçimleri özellikle Başbakan Erdoğan'ın üslubuyla bir genel seçim havasında yürütülmeye çalışıldıysa da, yerel bir seçim gibi sona erdi. Seçmen demokratik kültürü özümsediğini göstererek çoğu yerde adaya oy verdi. Urfa seçmeninin Fakıbaba'dan yana tavrı bunun en somut örneği. Seçmenin tavrını belirleyen AKP'nin dengeci ve cesaretsiz tutumuydu. Merkezî bir kampanya yürüterek, yerel dinamikleri okumakta yetersiz kalan AKP, belediye başkan adaylarını seçerken il teşkilatlarının ya da seçmenin tercihlerini değil, bürokrasinin ve milletvekillerinin uzlaşmaya vardığı isimleri öne çıkardı. Ayrıca kamu bürokrasisini servis etmekle, Kürt seçmenin gözünde statükoyla sorunu olan parti olmaktan çıkıp devletle özdeşleşti. Çok daha total bir siyaset yapan DTP için dahi seçim bir yerel seçim havasında seyretti. Diyarbakır'da Baydemir'in adaylığının partisine kazandırdığı oy net olarak görülebilir. Osman Baydemir'in Ağrı'dan Batman'a il il dolaşarak yerelde yaptıkları hizmetleri anlatması, yerel bir seçim vizyonu sunması bakımından önemliydi.
Tam bu noktada seçim değerlendirmelerinde bir argüman olarak öne sürülen 'DTP batıda varlık gösteremedi, bir Türkiye partisi değil' fikrini anlamlı bulmadığımı söylemem gerekiyor. DTP'nin bir Türkiye partisi olmak iddiasında olduğunu hiç sanmıyorum. Yani 'keşke Yozgat'ta da miting yapabilseydik' diyen siyasetçiler bir fanteziyi dillendiriyorlar sadece. Ne DTP'nin böyle bir iddiası var, ne de bu iddia batıda yaşayan çoğu Kürt seçmeni harekete geçirecek güçte. Seçmen dediğiniz, çoğu zaman pragmatik tercihler yapar. Yani İstanbul'da oy kullanan bir Kürt nasılsa belediye başkanını seçemeyeceğini bildiğinden oyunu AKP yahut CHP'ye verebilir. Aynı seçmen Güneydoğu'da oy kullansaydı DTP'ye oy verecekken, İstanbul'da AKP yahut CHP'yi tercih edebilir. Buradan önümüzdeki genel seçimlere de bir projeksiyon yapılabilir belki; seçmenin genel seçim refleksinin yerelden farklı olacağı açık. Güneydoğu'da yaşayan Kürt seçmen Ahmet Türk'ü başbakan seçemeyeceğini bildiği için Baykal ve Bahçeli'dense yeniden Erdoğan'a yönelebilir.
Bu seçimler Türkiye'nin Ortadoğu denklemi içindeki olası yerini gösteren işaretler de barındırıyor. Kürtler, muhafazakârlar, laikler söz birliği etmişçesine kimliklerine sahip çıkarak bir modernleşme eşiğinin aşıldığını ve bundan geriye dönmenin mümkün olmadığını gösteriyorlar. Hazır uluslararası konjonktür Türkiye'nin AB üyesi bir ülke olarak yoluna devam etmesini dünya ve Ortadoğu dengeleri açısından gerekli görüyor. Modernleşmesi tam gerçekleşmese de kritik eşiği aşıp çoğulcu bir demokrasi olmanın işaretlerini veren Türkiye, İslam ülkeleri için vazgeçilmez bir rol model halini alıyor. Türkiye bu dinamizmini dış siyasete kanalize edecek refleksleri uzun süredir gösteriyordu zaten. Bugüne kadar dış siyasette gösterip iç siyasetten esirgediği cesareti göstermesi için 29 Mart seçimleri Türkiye'ye bir reçete sunuyor. Bütün kimliklere eşit mesafede, çoğulcu, demokratik bir Türkiye fotoğrafı bu.
Bu fotoğrafı çoğulcu bir demokrasi yönünde okumak dışında da bir şansı yok hükümetin. Yani Cemil Çiçek ve onun zihniyeti, modası geçmiş, sığ ve korumacı siyaseti temsil ediyorlar artık. Ermenistan-Türkiye sınırının açacak bir hükümette, hükümet sözcüsünün birilerini Emeni sınırına dayandılar tehdidiyle terbiye etmeye çalışması Türkiye demokrasisinin şanssızlığı. Bugüne kadar çoğu şanssızlığa rağmen bazı şeyler yolunda gitmiş olabilir ama tesadüflerle yol alınamayacak başka bir döneme girildi. Yeni rol bu tesadüflere bırakılmayacak kadar iddialı ve önemli görünüyor. İç siyasette gelgitlerle, tutarsız politikalarla, demokratikleştirmede çıtayı yükseltip uygulamalarıyla çıtanın altında kalan bir iktidarla yol alınmayacağı açık. O halde?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT