Eksenler
Hükümetin KCK operasyonunu desteklemesi AKP’nin Kürt meselesine bakışını ve beklentilerini bilenler için şaşırtıcı değil. Ancak ortada iki soru işareti vardı: Üslup ve zamanlama. Gözaltına alınanların tek sıra halinde kelepçeli olarak adliyeye getirilmeleri hiç de akıllıca gözükmüyordu, çünkü bunun PKK sempatizanlığını arttıracağı aşikârdı. Öte yandan tam da açılımın adımlarının gündeme geleceği noktada bu gözaltıların yaşanması, zamanlama açısından da bir zaafa işaret ediyordu. Ancak hafta sonu yaşanan gelişmeler AKP’nin stratejisini görünür kıldı ve kafalardaki soru işaretlerini yanıtladı.
Üslubun yanlışlığına hükümetin de katıldığını, İçişleri Bakanlığı’nın kelepçeleme ile ilgili inceleme başlatmasından anlıyoruz. Bu durumda o kelepçeleri kimin niçin taktırdığı önem kazanıyor, çünkü anlaşıldığına göre gözaltına alınanlar adliye binasına kadar kelepçesiz gelmişler ve tam içeriye girecekken kelepçelenip sıraya sokulmuşlar. Acaba niçin? Tabii ki fotoğraflarını çekip basına vermek için. Bunun amacının ise Kürtlerin kışkırtılması olduğu açık. Diğer bir deyişle hükümet, polisi kendi yanında görüyor olabilir, ama bu kurumun kritik karar noktalarında hâlâ açılımı engellemeye çalışan, Ergenekon’a yakın ve yatkın kişiler var. Zamanlama konusuna gelince, iktidarın KCK operasyonu ile açılımı tek eksenli bir mesele olarak algılamadığı ortaya çıkıyor. Bir de Ergenekon ile Kürt açılımını biraraya getiren ikinci bir eksen var. Diğer bir deyişle hükümetin bakışıyla, Kürt açılımı bir taraftan KCK’ya, diğer taraftan Ergenekon’a yönelik mücadelenin tam ortasında duruyor. Başarının her iki alanda da ilerleme sağlanmasıyla geleceği düşünülüyor. Böylece ortaya yeni bir eksen daha çıkıyor: KCK ile Ergenekon arasındaki hat... Göründüğü kadarıyla AKP iktidarı bu ikisi arasında denge kurmaya ve zamanlama faktörünü de bu bağlamda değerlendirmeye çalışıyor. Sonuçta KCK bağlantılı olduğu düşünülen kişilerin gözaltına alınmasının hemen ardından Seferberlik Tetkik Kurulu’na baskın yapılıyor ve sekiz subay sorguya alınıyor. Bu baskında hâkimin tavrı özellikle ilginç... Askerler aramaya direnince gecenin ikisinde orada hazır bulunan hâkim önce Genelkurmay İkinci Başkanı ile görüşüyor, ama netice alamayınca da aranmak istenen odalarını kapılarını ve pencerelerini mühürleyip gidiyor.
Meseleyi ‘devletle’ Kürtler arasındaki eksen üzerinden anlamaya çalışanlar için epeyce karmaşık bir durum... Çünkü bu bakış her iki tarafı da homojenleştirdiği için, gerçek bir aktör analizine imkân vermiyor ve bu nedenle siyaseti anlamakta da zorlanıyor. Oysa AKP’yi devlet kavramından ayrı düşünmediğiniz sürece Kürt açılımı denen şeyin dinamiğini kavramak son derece güç. Aynı şekilde Kürtleri bir bütün olarak PKK’nın psikolojik hegemonyası altında erittiğiniz sürece, bu kesimdeki aktör davranışlarını da analiz etmekte zorlanırsınız, çünkü Kürt siyasetini kategorik olarak olumlamak durumunda kalırsınız. Örneğin gözaltılar sonrası bir açıklama yapan KCK bunun ‘siyasi bir soykırım’ olduğunu söylerken ilginç bir gönderme yapmıştı: “Maraş’taki Alevi halkımıza karşı bizzat Türk devletinin gerçekleştirdiği katliamın 31. yıldönümünde bu kapsam ve içerikte bir operasyonun yapılması tesadüf değildir.” Bu da nereden çıktı şimdi diye düşünebilirsiniz? PKK’nın özel bir Alevi muhabbeti olduğuna pek de tanık olmamıştık. Yoksa bu açıklamanın nedeni AKP’nin Sünni gelenekten gelmesi ve böylece Sünni/Alevi çatışmasının Türk devleti/Kürt siyaseti çatışmasının payandası kılınmak istenmesi mi? Bütün bunlar PKK ile Ergenekon arasında olduğu iddia edilen organik bağların pek de hayali olmayabileceğini ima ediyor. O nedenle PKK siyasetinin bugünkü halini tek olası ‘Kürt siyaseti’ olarak sunanların daha temkinli davranmalarında büyük yarar var.
***
Siyaset bir talip olma meselesi... Kim öne çıkar ve temsil yeteneği geliştirirse siyaseti de o taşır. Kürt kesiminde de PKK’nın böyle bir özelliği var. Tabii PKK bu yeteneği kazanırken hiç de masum davranmadı. Muhalif gördüğü onlarca Kürt aydınını katletti. Ancak bu süreç içerisinde devletin tavrı o denli gaddarca ve insanlık dışı oldu ki, Kürtlerin PKK’ya yönelik doğal bir duygusal yakınlık duymaları şaşırtıcı değildi. Öte yandan Kürtlerin hepsi de PKK’lı değil... Ama geçenlerde Mesut Yeğen’in Radikal’de yazdığı gibi, bugün sorunu yaratan, yani talepkâr olan da Kürtlerin tümü değil PKK denetimindeki ‘Kürt siyaseti’. Dolayısıyla eğer bir çözüm olacaksa, bunun eninde sonunda PKK’yı muhatap almaktan geçeceği açık.
Ne var ki bu gerçekçi tezi savunurken iki nüansa dikkat etmekte yarar var: Birincisi, PKK’nın taleplerini karşılamak uğruna, sesi çıkmayan Kürtlerin istemediği şeyleri yapmak veya savunmak durumunda kalmamak gerek, çünkü bunun bir ‘çözüm’ olamayacağı aşikâr. İkincisi, bu tezin ‘karşı tarafta’ da aynen geçerli olabileceğini ve o durumda çözümün hayal olduğunu görmekte yarar var. Diğer bir deyişle Türk tarafında sorunu yaratan ve ikna edilmesi zor olan kısım Türklerin tümü değil, başını askerin çektiği ulusalcı/milliyetçi Türkler. Bu durumda iki çatışmacı gücün karşı karşıya geldiği ve savaştan başka yolun kalmadığı bir denge içindeyiz demektir. Nitekim Öcalan da meseleye yıllarca böyle bakmış, hükümetleri muhatap almamış, asıl muadilinin asker olduğunu açıkça söylemişti. Ancak bu denklemin barış üretmesinin mümkün olmadığı da ortaya çıktı. Eğer bir ‘Bush dünyasında’ olsaydık ve modernizmin klasik düzenleyici aygıtları işlevsel kalsaydı, belki Kürt meselesi de ulusal bir bölünme ile sonuçlanabilir, ya da aşırı kanlı bir bastırma hareketine konu olurdu. Ne var ki günümüzün ‘Obama dünyasında’ asıl farklılık modernizmin söz konusu aygıtlarının netice vermemesi ve dolayısıyla çatışmadan kazançlı çıkma ihtimalinin de kalmaması.
Bunu gören Öcalan akıllı bir yol izledi... Son U dönüşü sayesinde kendisi ile PKK arasına mesafe koyarken, aynı zamanda Ergenekon’a, yani asker muhatap arayışına da mesafe aldı. Bunun anlamı hükümetle konuşmaya hazır hale gelmiş bir Öcalan’ın ortaya çıkışıdır ve bunun Kürtler arasında yeni bir siyasi hareketlenme yaratması doğaldır. Homojen olmayan Türk kesimini, askerin sürüklediği homojen ‘Türk siyasetinden’ kurtaran AKP oldu... Şimdi Öcalan da homojen olmayan Kürt kesimini, PKK’nın sürüklediği homojen ‘Kürt siyasetinden’ uzaklaştırmaya çalışıyor. Ancak durum simetrik değil. AKP ile ‘devlet’ arasındaki mesafe bariz; ama Öcalan ile PKK arasında gerçekte organik bir birliktelik var. Bu durumda zamanın ruhuna uygun, sonuç alabilecek bir siyasete geçiş nasıl olacak? Bunu öngörebilmek için PKK’nın iç dinamiğine bakmak ve oradaki gelişmeleri iyi gözlemlemek gerekiyor. Çünkü bu, PKK’nın değişimi demek...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT