Ekonomik kriz, Papa ve ilâhî uyarı
Papa 16. Benediktus’un, Vatikan’da “Piskoposlar Sinodu” toplantısının açılışında dünyanın en büyük gündemi olan “ekonomi kriz”i kendine has yorumlarla değerlendirmesi, birçok çevrede şaşkınlık meydana getirdi.
Zira Papa; “Yaşanan krizin maddiyata bel bağlamanın yanlışlığını ortaya koyduğunu” belirtmiş, “Hayatlarını sadece başarı, kariyer ve para gibi gözle görülür ve hissedilebilir şeyler üzerine bina edenler, evlerini kum üzerine kurmuşlardır. Gerçekmiş gibi görünen bu şeyler eninde sonunda geçip gidecektir” sözleriyle modern zihin yapısına aykırı fikirler beyan ederek; “Küresel kriz ilahi bir uyarıdır”, demiştir.
Gördüğüm kadarıyla Müslüman muhafazakâr kesimden de bu sözleri garipseyenler çıktı. Onlar, kendilerini son dönemlerde “Paranın dini ve ideolojisi olmaz, varsa yoksa liberal ekonomi” gibi küresel (!) söylemlere kaptırmış kişiler.
Yoksa krizin “ilahî uyarı” olarak anlamlandırılması, İslâm’ın “sünettullah” konsepti perspektifinden değerlendirildiğinde, garip bir durum değildir. Bunu garipseyen, “tanrı”ya inanan ama “tanrı”yı tarihin akışına müdahale etmeyen üstün bir güç olarak tasavvur eden modern zihin yapısıdır, şaşkınlığın kaynağı ise yanlış “tanrı algısı”ndan neşet etmektedir.
Kur’an perspektifinden meseleye baktığımızda Cenab-ı Hak doğanın ve tarihin devinimine yön veren tek Mutlak Güç’tür. Bunu da koyduğu yasalarla yapar.
Kozmik yasalar (Sünen el-Kevniyye) da, tarihi süreç içinde toplumlara uygulanan sosyolojik yasalar da, o Mutlak Güç’e tabidir. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın (C.C) kâinat ve insan hayatına dair koyduğu kanunları, bir diğer ifadeyle O’nun varlık âlemiyle temâsındaki âdetini; “sünnetullah” diye isimlendirir. Buna göre varlık âleminde doğaya ve insana taalluk eden olaylar bu yasalar çerçevesinde meydana gelir.
Geçmiş kavimlerin haberleri bu sünnetullahın nasıl işlediğini anlayalım, onlardan dersler çıkaralım ve rotamızı ona göre belirleyelim diye anlatılır, Kur’an’da.
Milletler içinden bazı milletlerin yükselmesi, güçlenmesi ve büyük medeniyetler kurması tesadüfî değildir. Yükselişi yöneten kanunlar vardır. Yükselen medeniyetlerin daha sonra tekrar inişe geçmesi de tesadüfî değildir, bir takım etmenlere bağlıdır. Özetle, yükselişi ve inişi belirleyen kanunlar, Allah’ın toplumları yönetme yöntemidir.
“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Âl-i İmrân: 137) ilâhî buyruğu, dikkatlerimizi bu gerçeğe yöneltir.
Aslında konu geniş. Ama ne oldu da günümüz müslümanlarının özellikle de eğitimli olanlarının önemli bir bölümü sosyo-politik ve sosyo-ekonomik olayları anlamlandırırken “Allah yokmuş!”, “sünnetullah işlemiyormuş!” gibi okumalar yapabiliyor, biraz bunun üzerinde kafa yormamız gerekir diye düşünüyorum.
Buradan kastettiğim her toplumsal olay analizinin altına gelişigüzel âyet ve hadisleri serpiştirme ucuzluğu değildir kuşkusuz. Küllî meselelere küllî perspektiften yaklaşabilme; tarihî okumalar yaparken Kur’an’ın tarih konseptini önemseyerek yapma hassasiyetidir, anlatmak istediğimiz.
Meselâ, Kur’an âyetleri damıtılarak elde edilen şu hüküm cümlesi böylesi küllî bir kanuna işaret eder: “El-Mulku yebgâ ma’l kufrî ve lâ yabgâ ma zulmi”, yani “Hâkimiyet/egemenlik/yönetim küfürle devam edebilir ancak zulümle devam etmez”. Tarih bu hükmün en önemli tanığı değil midir? Zulümle ilelebet pâyidar kalmış tek bir medeniyet var mıdır?
Yoktur, olamaz da. Mülkün temeli adâlettir, adâlet devam ettiği müddetçe mülk de devam edecektir. Bu ilâhî bir yasadır. Adâlet değil de zulüm kâim olduğunda krizler ilâhi bir uyarı olarak kapımıza dayanacaktır.
Neden zulümle âbâd olunmaz?
Olunmaz, çünkü; zulmün hâkim olduğu bir yerde mutlaka değişim talepleri, adâlet arayışları olacaktır. Değişim talepleri toplumsal krizleri bünyesinde barındırır. Hâlinden memnun olmayan kitleler bu arayışlarını tatmin olacakları bir sistem bulana kadar devam ettireceklerdir.
Buradan günümüz ekonomik krizine gelelim. Daha önce de yazdım, bu kriz ekonomik olmaktan çok sistem krizidir. Özellikle de 11 Eylül olaylarından sonra ahlâkî söylem üstünlüğünü kaybeden sistemin krizidir. Adâlet, insan hakları, demokrasi maskesini takan, ama; insan hafsalasını zorlayacak düzeyde zulümler irtikâb eden bir sistemin krizi..
Ürettiğinden çok fazlasını tüketen, hukuk terazisinin kantarını Guantanamo Bay’da, dünya geneline yaydığı gizli işkencehânelerde, Ebu Ğureyb’lerde yitiren, “Might is right” -güçlü haklıdır- mantığının hâkim olduğu bir süper güçün âbâd olması, sosyolojik ilâhî yasalara aykırıdır.
Bilimsel analizler bu çöküşün nasıllığını açıklayacaktır. Bu nasıllık da bu yasalar çerçevesinde meydana gelir elbet. Birçok müslüman ilahiyatçı, modern paradigmaya ters düşüyor diye bunu dillendirmekten çekinirken, Papa bir gerçeğe sadece parmak basmıştır.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT