Ekonomik kriz Coca Cola kültürünü de vurur mu?
Önce bir anekdot. Yıl 1990. Karayoluyla Pakistan’ın başkenti İslâmâbad’a gidiyorum.
İran gümrük kapısını aşıp Pakistan’ın sınır kasabası Taftan’a adımlarımı attığımda, bir ân için bir film stüdyosuna girmiş gibi hissetmiştim kendimi. Gördüklerim, tarihî bir film çevirmek için kurgulanmıştı sanki; insanların giyim tarzından tutun etraftaki çadırlara varana kadar her şey, bana, tarihî filmlerde gördüğüm sahneleri çağrıştırıyordu.
Sonra modernle modern öncesi döneme ait âlet ve edevâtı iç içe görünce, hele de toprak üzerinde bir meyve kasasının üzerinde yabancı paraları yerli parayla değiştiren dövizciyi, bir kurguya değil alışık olmadığım bambaşka bir yaşam tarzına tanıklık ettiğimi biraz silkinerek anlamıştım.
Sözü uzatmayalım. Binbir zorlukla aldığım biletle trene yerleştim, daha doğrusu yerleşemedim, ayakta yolculuk yapmaya başladım. Sadece trenin içinde yolcular yok, üstünde de var. İstanbul sabah trafiğinde bir yolcu otobüsünde işe yetişmek için koşuşturan kalabalıkların oluşturduğu izdihamı gözler önüne getirin, fazlası yaşanıyor ama trende. Oturanlardan çok ayakta yolcu var. Özel arabayla 12 saatte gidilen yol o antika trenle iki gün sürecekti..
Ben yaşadığımın gerçek olduğuna inanamıyordum. Bir taraftan gördüklerime odaklanarak bu yolculuk biter mi diye iç geçiriyorum, bir taraftan da bu toplumsal yapıda bir Abu’l A’la Mevdudi, bir Muhammed İkbal ve bir Şeyh Hamidullah nasıl yetişti, diye anlamaya çalışıyorum.
Belucistan gaz ve petrol zenginliği olan çöl bir bölge. Tren zaman zaman mola veriyor. Ben de bu fırsatı değerlendirip su arıyorum, ama su yok. Tren hareket ediyor ve birkaç saat sonra tekrar mola veriyor, sağa sola su soruyorum, bir su birikintisi gösteriyorlar, kumlu mu kumlu, sıcak mı sıcak, insanların bir kısmı su ihtiyaçlarını oradan gideriyor, bir kısmı da tedarikli. Bütün susuzluğuma rağmen içemedim. İnsan yolun şartlarını bilse tedbir alır, biz ise tedbirsiz yakalanmışız bir kere.
Neyse. İçecek satan bir yer soruyorum, biraz uzakta derme çatma küçücük bir kulübe gösteriyorlar, yarısı kuma gömülü yarısı da kumun üstünde. Koşa koşa oraya gidiyorum içecek su bulurum umuduyla. Su yok. Peki, içecek ne var diyorum. Dükkan sahibi büyükce bir termosun içini açıyor, buzlar içinde Coca Colalar.. “Bundan iç”, diyor. Sevinsem mi üzülsem mi, şaşırmış durumdayım. Liseli yıllarımızda Coca Cola tüketimine karşı tepki geliştirmişiz, kolay mı hemen evet demek..
O ân, Coca Cola kültürünün yıkıcı bir ateist ideolojik dagladan daha tehlikeli olduğunu, bu kültürün ne kadar güçlü olduğunu bütün iliklerimde hissediyorum. Çölde, içecek suyun olmadığı bir yerde, yaşam standartlarının hâlâ modern öncesi şartlarda cereyan ettiği bir mekânda; buz gibi Coca Colalar..
Bu manzara karşısında, “Kapitalizm bizimle alay ediyor!” diye hissetmemek elde miydi. Ürettiği tüketim kültürünü dağa da çöle de, zengin ve fakire de hâkim kılma gücünü isbatlıyordu. Bugüne gelindiğinde bu meydan okuyan güç daha da pekişti, coğrafyalara ve insan arzusuna kök saldı.
Öyle olmasaydı eğer, Coca Cola’nın taklitleri, hem de en kutsal kavramlar istihdam edilerek üretilir miydi? Muhafazakârlar, bu içeceğin kontrol ettiği kapitalden payına düşeni kutsalları yardıma çağırarak almaya çalışır mıydı? Mekka-Cola, Qıbla Cola, Zam Zam Cola hangi zeminde üretildi sanıyorsunuz? Bizdeki Kola Turka’yı da unutmamak kaydıyla.
Sovyet Rusya çöktüğünde Batı’nın Moskova’ya ilk yaptı çıkarmaların başında Coca Cola ve McDonald‘s restoran zincirleri yer almıştı. Bir Müslüman ülke olan Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da 500’ün üzerine McDonald’s restoran zinciri var. İstanbul’da ne kadar var acaba, hiç düşündünüz mü? Bu tür manzaralar, kutsal toprakları ziyaret edenlerimizi feverana sevk ediyor.
Küreselleşme temel üç sacayağı üzerine kuruludur, bunlar; ekonomi, bilgi ve iletişim, kuşatıcı Batı kültürü. Küreselleşen de daha çok Batı’nın ekonomik hegemonyası, bu dünyanın ürettiği bilgi ve tüketim kültürüdür. Dünyanın içinde bulunduğu ekonomik kriz bunun değiştiği anlamına gelmez.
Çünkü yükselen Çin ve Hindistan, sistem ve üretim bakımından Batı’nın taklidinden başka bir şey değildir. Yerel değerler sadece makyaj malzemesi olarak kullanılmıştır.
Ekonomik kriz, sistem krizidir ama karşısında da maalesef işleyen güçlü bir alternatif model yoktur. Alternatif çıkış arayışları da sistem içi yapılıyor. İslâm’ın Soğuk Savaş sonrası hedef tahtasına oturtulmuş olmasıyla model kurma gücüne sahip olması arasındaki ilişkiyi hatırlatarak, Batı kültürünü temsil eden Coca Cola’nın gücünü iyi analiz etmek lâzım derim.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT