Egoların tatmin, arzuların pik yaptığı programlarla neyin peşindeyiz?
Düğün ekonomik güç gösterisi olmamalıdır… Egoların tatmin, arzuların pik yaptığı programlarla neyin peşindeyiz? Mesele sadece lüks ve israf meselesi değil, bir toplumun ifsadı söz konusu… Evliliğin gün geçtikçe zorlaştırılması mevzubahis…
Ramazan Kayan, Milat gazetesinde “Düğün endüstrisi“başlığı ile yayınlanan yazısı:
Geçen gün tarihe olan merakım, beni tarihi bir bilgiye ulaşmama vesile oldu…
İlk meclis tasarruf tedbirleri çerçevesinde şöyle bir kanun çıkarıyor:
‘’Düğünlerde men’i israfat kanunu’’
Tarih: 25 Kasım 1920… Toplumun maddi birikiminin gereksiz yere sarf edilmesini engellemek için… Düğünlerde yapılan israflardan kaynaklanan sosyal problemleri çözüme ulaştırmak niyeti ile böyle bir yasal düzenlemeye gidilmiş…
Ne zaman? Bundan 100 yıl önce…
Peki, o günden bugüne değişen bir şey var mıdır? Hayır!..
Şu sıralar düğün sezonundayız… Düğün sınavımızda nasıl savrulduğumuzu hangi cümlelerle ifade etsem bilemiyorum…
‘’Allah’ın emri, peygamberin kavli’’ ile başlayan süreçler evrile evrile ‘’canının istediği gibi yaşa’’ mottosuna dönüştü…
Bir düğün fetişizmi ile yüz yüzeyiz adeta… Düğünlerin kuralı, kriteri, ölçüsü, ayarı, miyarı bozuldu sanki…
Kocaman bir düğün endüstrisi oluştu…
Gelinlik, damatlık, nişanlık, kuaför, kozmetik, çelenk, çiçek, çikolata, müzik, kamera, çekim, davetiye, zinet eşyası, ev döşemesi, mefruşat, gelin arabası, balayı… al başına belayı…
Düğün mekânı… Salon mu? Köşk mü? Kasr mı? Koru mu? Yalı mı? Saray mı? Kır mı? Feribot mu? Hangisi olacak? Mutabakat sağlanabilecek mi?
Hasırda yatan peygamberin, kasırda düğün yapan ümmeti…
Buyurun, peygambere salavat…
Düğünlerde dağıtmaya, dökülmeye başladık… Dumura uğrayan değerlerimiz karşısında çaresiziz…
Dillere destan düğünler tasarlarken, düğünle başlayıp dramla biten evliliklere tanıklık ediyoruz… Her düğünle birlikte açılan yaralar, yanan yürekler var… Sanki birbirimize çektirmek için evleniyoruz…
Yuva kurmak için yola çıkarken henüz yolun başında iken evliliği çekilmez hale getiriyorlar… Ciddi bir borç yükü altında bunalanların hayatında bereket beklenebilir mi?
Şıklık, şımarıklık, sonradan görmüşlük halleri aynı zaman da şükürsüzlüğün göstergesi değil midir?
Ne yapmaya çalışıyoruz?
Görkemli düğünlerle mi saygınlık kazanacağız? Kendimizi ispatlayacağız…
Hadi; ‘’gençlerin gözünde kalmasın’’ da, günah denilen bir kavram yok mu? Düğün günlerimizde bu kavramın hükmü kalkıyor mu?
Düğünlerde kalem kaldırıldı da, şerefli yazıcıların o gün mesaisi yok mu?
Düğün törenlerimizin ilahi denetimden muaf, kayıt dışı olduğunu düşünebilir miyiz?
Düğünlerimiz düğün gibi olsun, hay hay… Bu işin ‘’biz’’cesi yok mudur?
İsraf, ihtilat, isyan bulaştırmadan yapamaz mıyız?
‘’Düğündür, ne yapılsa yeridir’’ diyemeyiz…
Eğlence, oyun, müzik olmasına olsun da bunun bir ölçüsü olmayacak mı?
Nebevi standartlar, rabbani kriterler kimin için?
Bunca aşırılığa bir yerde ‘’dur’’ demek gerekmiyor mu?
Sınırsız, hesapsız harcamalar… Havalı, fiyakalı gövde gösterileri…
Maneviyat, mahremiyet sınırlarının zorlanması, ne yaptığımızı sanıyoruz?..
Düğün ekonomik güç gösterisi olmamalıdır…
Egoların tatmin, arzuların pik yaptığı programlarla neyin peşindeyiz?
Mesele sadece lüks ve israf meselesi değil, bir toplumun ifsadı söz konusu… Evliliğin gün geçtikçe zorlaştırılması mevzubahis…
Geciktirilen, zorlaştırılan her evlilik gençliğe yapılmış en büyük kötülüktür…
Dahası gomofobik bir gençlik geliyor… Yani evlilikten korkan bir gençlik… Evlilik korkusunu üstünden atamayan yeni bir akımla karşı karşıyayız…
Biyolojik ergenlik yaşı ile evlilik yaşı arasındaki makas gittikçe büyüyor…
Evet, düğün işini bu kadar abartırsak, gün gelir altında kalırız…
Bazen düşünüyorum, acaba fazla mı şehirleştik… Sınıf mı atladık? Yoksa kendimize mi yabancılaştık?
Varoş düğünlerinden varsılların dünyasına mı taşındık?
İnsan yaşadıkça nelere tanıklık ediyor?
Bari tüm bunlar olup biterken gerçekten mutlu muyuz?
Bir defa şu ‘’herkes ne der’’ den kurtulabilsek daha doğru adımlar atabileceğiz?
El âlem ne derse desin, âlemlerin rabbinin ne dediği önemlidir…
Biraz da ‘’Edeb ya Hû’’ dememiz gerekiyor, değil mi?..
HABERE YORUM KAT