Eğit-Donat Projesine Nasıl Yaklaşmalı?
Haşim Ay, ABD öncülüğünde girişilen ve Ürdün'den sonra şimdi de Türkiye'de start verilen Eğit-Donat Projesini değerlendiriyor.
AK Parti'nin uzunca bir süre direnmeye çalıştığı Eğit-Donat Projesi birkaç gün önce Türkiye'de resmen uygulanmaya başladı. ABD öncülüğünde girişilen ve Ürdün'den sonra şimdi de Türkiye'de start verilen bu projenin mahiyeti nedir? AK Parti hükümetinin tutumu nasıl olmuştur? Projenin kısa-orta ve uzun vadede Suriye direnişine muhtemel etkileri neler olabilir? Bu ve benzeri projelere-girişimlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır?
Haşim Ay, bu ve benzer sorular ışığında söz konusu gelişmeyi Yöneliş Haber’de değerlendirdi:
Eğit-Donat Projesine Nasıl Yaklaşmalı?
Haşim Ay / Yöneliş Haber
Türkiye’deki siyasal gündem giderek daha fazla seçimlere kilitlenmiş vaziyette. Bu durumu yadsımamak da gerekiyor. Çünkü 7 Haziran seçimleri gerçekten de ilginç gelişmelere konu oluyor. Dolayısıyla her bakımdan ümmetin dostu olan aktörlerle düşmanı olan aktörler arasında bir seçimi çağrıştırıyor.
Bununla birlikte artık daha fazla Türkiye ile özdeşleşmiş bir diğer gündemimiz olan Suriye hattında da yoğun gelişmeler yaşanmakta. Halkının adalet ve özgürlük taleplerine tam 5 yıldır kurşun sıkan Esed rejimi ve arkasındaki İran-Rusya-Çin-Hizbullah koalisyonu Suriye halkına kan kusmaya, karadan ve havadan her gün ölüm yağdırmaya devam ediyor. Tüm bunlarla birlikte Suriye direnişi sınırlı imkanlarla da olsa çaresizlik duvarlarını aşıp Esed’in kandan ve korkudan kalelerini bir bir yıkıyor. Direnişçilerin lokal kazanımları, mevzileri ümmetin dostlarına moral verirken Esed’i ve bilumum ümmet düşmanını endişeye sevkedip morallerini bozmaya devam ediyor.
Tam da bu bağlamda Suriye krizinin uluslararası arenadaki yansımasının adı son zamanlarda Eğit-Donat Projesi olmuş bulunmakta. Türkiye’nin de bir şekilde dahil olmak durumunda kaldığı bu projenin Müslüman cenahça hak ettiği ölçüde ilgi gördüğünü söylemek zor.
ABD’nin 2014’te gündeme getirdiği Eğit-Donat programı öncelikle IŞİD’e Karşı Uluslararası Koalisyon kapsamında Ürdün’de start almış. Sonrasında bu koalisyona Türkiye’yi katmaya çalışan ABD tarafından Türkiye ile pazarlık yapmaya çalışılmış. Bu bağlamdaki görüşmelere her daim temkinli ve çekinceli bir tutum sergilemekle birlikte Türkiye, nihayetinde bir şekilde en azından diplomatik görüşmelere start vermiş. Türkiye’nin temel çekincesi Esed’in öncelenmesi gerektiği yönündeki haklı politikasıydı. İkinci çekincesi ise IŞİD’le doğrudan bir çatışmanın ülke içinde yol açacağı muhtemel güvenlik sorunuydu.
Uluslararası baskılar arttıkça Türkiye’nin koalisyona bir şekilde katılmak durumunda kaldığı anlaşılıyor. Gelinen noktada her ne kadar uzun süre ayak sürçmüş olsa da Türkiye’de de projenin uygulanmasına başlandığı resmen duyuruldu. Ancak kimin-kimlerin hangi amaçla eğitilip donatılacağı ve hangi aktörlere karşı savaşılacağı halen de belirsizliğini koruyor. ABD ile Türkiye arasında ciddi anlamda bir öncelikler çatışması olduğu biliniyor. Türkiye’nin beklentileri ile ABD’nin dayatmaları çatışıyor (Türkiye her ne kadar bunu örtmeye veya uzlaştırmaya çalışsa da). Eğit-Donat’ta yer alan ancak “Esed’e ve Hizbullah’a dokunmayacaksın’ dayatmasından sonra bunun devrime ihanet olduğunu belirterek ayrılan Devrim Komuta Konseyi’nin kurucularından Mustafa Secari’nin beyanatları bu bağlamda manidar.
Eğit-Donat projesine ilk olarak Washington ve Ankara arasında 2014 Eylül’ünde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın New York’ta yaptıkları toplantıda gündeme gelmiş ve üzerinde prensipte anlaşma sağlanmıştır. 19 Şubat 2015’te de Amerika’nın Ankara Büyükelçisi John Bass ve Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu arasında imzalanan belgeyle kâğıda dökülen program yaklaşık sekiz ay süren müzakerelere rağmen tıkanma noktasına gelmişti. Öyle ki 9 Mayıs’ta bir Pentagon yetkilisi ‘düşmanın kim olacağı’ gerginliği yüzünden pazarlığın çökme noktasına geldiğini belirtmişti. Son olarak ise 27 Mayıs 2015’te 40 kişilik bir grubun Türkiye’deki eğitimine başlandığı belirtilerek Eğit-Donat projesine Türkiye’nin projeye bir şekilde ya ikna edilerek ya da zorlanarak resmen dahil olduğu anlaşıldı.
Eğit-Donat projesi 3 yıla yayılıyor. Ve 3 aylık periyotlarda “Ilımlı muhalifler” konseptinde değerlendirilen kişilerin eğitilerek sahaya sürülmesini öngörüyor. “Ilımlı muhalifler”in kimliği tartışma konusu iken bu kapsamda değerlendirilecek şahısların ABD ve Türkiye tarafından ortaklaşa belirleneceği bilgisi ve eğitim süreçlerinde Türk ordusunun da yer alacağı kararı şimdilik Türkiye hükümetini rahatlatmış görünüyor. Bir diğer tartışma konusu da Eğit-Donat kapsamında yetiştirilen insanların kiminle savaşacağı sorusunda toplanıyor. Amerikalı makamlar ısrarla temel ve hatta tek önceliğin IŞİD olduğunu belirtirken hükümet makamları buna Esed’i de ekleyerek “Yerine göre IŞİD, gerekli oldukça da Esed” diyor.
***
Tıpkı daha önce “Terörün Finansmanını Önleme Yasası” örneğinde de gördüğümüz üzere Türkiye hükümetinin Eğit-Donat projesi karşısındaki tutumunun da balıklama atlama şeklinde değil, ilkin mümkün olduğunca direnme ve sonrasında ise uluslararası yoğun bir baskı ve zorlanma halinin ürünü olarak dahil olmak şeklinde geliştiği anlaşılıyor. Hükümet veya Ak Parti açısından bu istenen (ideal) değil, istenmeyen (cebri) bir durum. Peki, Suriye halkının meşru davasının yanında yer alan biz İslamcıların bu gelişme karşısındaki tutumu nasıl olmalı?
Öncelikle birkaç hususu belirtmekte fayda var: Ak Parti’nin reel siyaset şartları ve küresel konjonktür cenderesi içerisinde Suriye muhalefetine yönelik kuşatmayı yarma çabası ve Suriye meselesinde rejimden ziyade halkın meşru taleplerini önceleyen siyasetinde şu ana kadar ısrarcı olması altı çizilmesi gereken önemli bir olumluluk. Sadece Suriye’de değil aynı zamanda küresel istikbara rağmen başta Mısır’da olmak üzere bir bütün olarak intifada bölgelerine ilişkin Ak Parti’nin gerek parti gerekse de hükümet düzeyinde edindiği bu ümmet ve İslami hareket öncelikli tutumunun mutlaka desteklenmesi ve ilerletilmesi gerekiyor.
İkinci olarak İslami hareket siyasetimiz gerek Ak Parti gibi İslami değerlere ve Müslümanlara engel olmayan unsurlardan, gerekse de uluslararası hukuk ve küresel güç odakları arasındaki çatlaklardan istifade etmelidir. Bununla birlikte Ak Parti hükümetinin izlediği siyaset ve attığı adımlarla sınırlı kalmayan ama onu da yönlendirmeye çalışan bir üst siyasetimiz olmalı. İktidarın üstündeki bu özgün İslami hareket siyasetimiz hem kullandığımız dil/söyleme, hem meselelere yaklaşım ve perspektifimize, hem eylem-etkinliklerimize ve hem de ilişkilerimize yansıyabilmelidir. Mesela bugün IŞİD’e yaklaşım bağlamında kısmen açığa çıkan bu ihtiyaç yarın öbür gün muhtemel bir Nusra Cephesi ve Ahraru’ş-Şam gibi yapılanmalara yaklaşım ve tutum bağlamında daha da lazım hale gelebilir. Bilindiği gibi Ak Parti hükümeti özellikle de IŞİD Karşıtı Koalisyon sonrasında daha çok da IŞİD bağlamında “yabancı savaşçı” olgusuna eğilmeye başladı ve belki de üzerinde yoğunlaşan baskıyı kırmak niyetiyle hemen her gün “IŞİD”le ilişkilendirilen tutuklamalara imza attı. Benzeri bir baskı altında kalınarak bugün yarın yukarıda adları zikredilen benzeri yapılara da aynı tavrın yöneltilmeyeceğinin garantisi yok.
Üçüncü olarak Suriye’deki direnişin –biraz da anlaşılabilir nedenlerden ötürü- çok parçalı yapısı dikkate alınarak şöyle bir ayrım yapmak sanki zorunlu oluyor: Suriye’de direnişin yanındayız. Tavrımız ilkesel olarak direnişin yanında yer almaktır. Bununla birlikte direniş (ahlak ve maslahat açısından) ile direnişçinin çeliştiği durumlar her zaman olabilir. Bu tip durumlarda da direnişçilerin hataları direnişin gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Gerek siyasi muhalefet ile silahlı direniş arasında yer yer dozajı yükselen sorunlar, gerek farklı direniş gruplarının sahada gelişen ve dış dünyaya da yansıyan iç sorunları, gerek silahlı veya siyasi muhalif yapıların yaklaşım farklıları ve gerekse de Kürt siyasal aktörleri ve benzeri unsurlara ilişkin sergilenen yaklaşım biçimleri gibi birçok husus bu ayrımı zorunlu kılmaktadır.
Dördüncü olarak gerek son zamanlarda De Mistura’nın yeniden canlandırmaya çalıştığı Cenevre görüşmeleri türünden diplomatik atraksiyonlar, gerek muhtemel bir müdahale, gerek tampon bölge talepleri, gerekse de bu yazının konusu olan Eğit-Donat türü girişimler karşısında tavır ve yaklaşım belirlerken Suriye muhalefetinin, özellikle de sahada canla başla Esed’i devirmeye çalışan mücahit yapıların tutum ve yaklaşımlarının ne/nasıl olduğunu gözönünde bulundurmamız gerekiyor. Bu ahlaki bir gereklilik. Öte yandan ilkesel planda edineceğimiz yaklaşım ve bizde oluşturduğu beklentiler her ne olursa olsun yorumda bulunurken ve tavır geliştirirken bunun mazlum ve onurlu Suriye halkına, onun haklı davasına ve sürecin maslahatına ne oranda mutabık olup olmadığını mutlaka dikkate almak gerekiyor. Bu da ahlaki ve adil olmanın gerekleri arasındadır. Maslahatın belirlenmesi ise elbette istişareye bağlı içtihadi bir husustur. Dolayısıyla istişaremizin niteliği ne orandaysa yapacağımız maslahat muhasebesi ve bunun üzerine kuracağımız tutumun niteliği de o oranda olacaktır.
Tüm bunlardan sonra Eğit-Donat’la ilgili özetle şunları kaydetmek isteriz:
-Birinci olarak gerek sahadaki bizce meşru ve muteber görülen direniş unsurları gerekse de dışarıdaki siyasal muhalefet öbeklerinin Eğit-Donat projesiyle ilgili kamuoyuna yansımış bütünsel bir açıklamaları –bildiğimiz kadarıyla- henüz yok. Bununla birlikte başta ABD olmak üzere muhalefete yakın görünüp kendi ajandasındaki projeleri dayatmaktan geri durmayan güçlere karşı hâkim yaklaşımlarının bunları reddetme yönünde olduğunu biliyoruz.
-İkinci olarak Eğit-Donat projesi sanki sahadaki direnişçileri beğenmeyen ve dolayısıyla insani taleplerini koşulsuz karşılamaya yanaşmayan ABD ve paralelindeki küresel aktörlerin bir tür kendi muhalefetini ve direnişçisini üretme çabasını andırmaktadır. İran-Rusya-Çin koalisyonuna karşın görünürde Suriye’nin (daha doğru bir ifadeyle Suriye Muhalefetinin) Dostları grubunda yer alan (daha doğrusu alıyor gibi görünen) ABD’nin aradan geçen bunca zamandan sonra Suriye krizi karşısında izlediği siyasetin ikircikli olduğu, samimiyet yansıtmadığı ve dolayısıyla güven vermediği anlaşılmış olmalıdır. Kısmen halkının ve insani vicdanın zorlaması, kısmen de kendisini nispet ettiği hukuki normlar ve evrensel ahlaki değerlerle tutarlı olma kaygısıyla her ne kadar (daha çok insani yardım ve diplomatik planda kalan) adımlar atmışsa da şuana kadar Suriye krizini haklı olan muhalif taraf lehine pazarlıksız olarak sonlandırma bağlamında kayda değer bir çabası olmamıştır. Aksine aynı ABD’nin Esed’in Dostları kampı ile Suriye Halkının Dostları kampı arasında giderek daha fazla bocaladığını gösteren gelişmeler yaşanmıştır. İran’la son zamanlarda girilen ilişkiler, Esed’li siyasi çözüm arayışları ve Suriye halkı ile bu halkın masumane özgürlük ve adalet talebini 5 yıldır katliamla-kıyımla karşılayan aktörler arasında giderek daha fazla soyunduğu arabuluculuk diplomasisi gelinen noktada ABD’nin Suriye krizi karşısındaki politikasını doğru anlamanın parametrelerine dönüşmektedir. Dolayısıyla krizin merkezine IŞİD isimli karanlık şebekeyi yerleştiren ABD, IŞİD öncelikli bir kriz konseptini Suriye direnişine-muhalefetine ve Türkiye hükümetine de dayatmaya çalışmaktadır. De Mistura inisiyatifindeki diplomatik atraksiyonlara ve Türkiye hükümetinin de bir şekilde dahil olmak durumunda kaldığı Eğit-Donat projesine karşı tüm bu nedenlerle doğal olarak temkinli yaklaşmak durumundayız.
-Son olarak Eğit-Donat gibi merkezinde Amerikan kibrinin yer aldığı ve nihai kertede muhalefeti veya direnişi bölücü, oyalayıcı, hedef saptırıcı, imajını zedeleyici ve el yordamıyla örülen direnişi teslim almaya mebni bir projeye umut bağlamamak için yeterli nedenimiz var. Türkiye hükümetinin muhtemelen uluslararası baskı altında kaldığı için teslim olmak yerine en azından durumu lehine çevirme siyasetine başvurduğu anlaşılıyor. Bu, anlaşılabilir bir tutum ancak istenen sonucu doğurup doğuramayacağını şimdiden kestirmek zor. Özetle; an itibariyle Türkiye’nin IŞİD’i masaya koyup Esed’i alma yönünde bir amaç güttüğü söylenebilir. Başka bir ifadeyle IŞİD’i al, Esed’i ver. ABD’nin IŞİD’i almaya gücü yeter mi? Bu tartışmalı. Esed’i verme isteğinin olmadığı ise daha güçlü bir kanaat…
Dolayısıyla Eğit-Donat projesinin uzun vadede Türkiye’nin beklentilerini karşılayıp karşılamayacağı bir yana ama gerek hükümet gerekse de Suriye halkının meşru özgürlük ve adalet mücadelesinin arkasında duran Müslümanlar olarak Suriye muhalefetinin meşru talepleri olan şu hususlarda ısrarcı olmaya devam etmemiz gerekiyor: Suriye direnişi Esed’le, İran’la, Rusya’yla şuana kadar baş etti, ediyor. Halkın kendini daha çok da havadan gelen katliamlara karşı koruması için gerekli olan teknik donanım ve ağır silahlara ihtiyacı var. Suriye halkının meşru temsilcisi Suriye direnişinin bu talebi acilen ve koşulsuz-pazarlıksız olarak karşılanmalıdır. ABD veya bir başka güç Suriye krizinin çözülmesine gerçekten katkı sağlamak istiyorsa Esed rejimi ve müttefikleriyle bütün ilişkilerini dondursun, proje dayatmak yerine pazarlıktan uzak ve koşulsuz olarak Suriye direnişinin taleplerine kulak versin!
HABERE YORUM KAT