Eğer Bir Halk...
Karşımda yetmiş yaşındaki bir ninenin, acılı halini bütün çıplaklığıyla gösteren fotoğrafı duruyor. Acı ne kelime, bütün duygularıma kan karıştı işte. Başındaki açık maviye boyanmış başörtüsü sanki kırmızıyla renk değiştirmiş: Kan rengine bürünmüş.
Bir hastahane odasında, alnındaki koca pansuman, ne yarasını, ne acısını ne de hüznünü dindirtmemiş, belli. Bakışlarındaki muğlaklık ve derinlik yürütülen politikaların, atılıp tutulan vaatlerin, bir türlü açılamayan açılım paketlerinin ve dahası olan son olayların bir özeti mahiyetinde.
Ülke patlama noktasında. Büyük bir gerilim ve gerginlik hakim.
Seçim arefesinde daha farklı manzaraları hayal ederken, kanın gölgesinde seçim demeçlerini dinlemek nefesimizi tıkıyor. Her halimizden gidişatın normal olmadığı belli.
Dersimde yedi ölümle başlayan şu bir kaç gündür gerçekleşen olaylar, bir ayaklanma havasına doğru gidiyor. Önce Kastamonu, sonra Silopi’deki ( ve bu haberleri veren gazetecilerin kehanetleri diyemeyeceğimiz, önceden bildirimli ) saldırılar derken, Uludere’deki ölümlerin soğuk nefesiyle yüzleşiyoruz.
Her adımda barış umutlarımızı yerşertmeye çalıştığımız bir zamanda, seçim atmosferindeki belden aşağı kaset savaşlarının muharebesinde yorulan kart demokratların görüntüleri, ‘senin akraban, benim kızım‘ polemiklerinin yaşandığı seviyesiz atışmaların gölgesinde tükettiğimiz zamanın diğer yakasında, kepenkler kapatılıyor, operasyonlara hız veriliyor, cesetler dağlarda toplatılıyor.
Ülkenin bir tarafında tek taraflı ‘üç günlük yas‘ ilan edilirken, karşı karşıya gelen asker/polis-halk üçlemi mevzuatın işleyişini tam gaz devam ettirmenin telaşında.
Öfke selini anlamaya çalışmayan bu yönetim, kızgınlıkla cevaplar yetiştirmenin derdine düştü yine. Halktan biraz daha uzaklaşmak için hummalı çabasını da beraberinde sürüklüyor sanki.
Savaşı kızıştıran generallerin isimlerini verenler, yüksek sesle düşüncelerini bizlerle paylaşıyor. Bizler bu paylaşımdan nasiplenmek istemeyen ve sadece seçim mitinglerinin koşuşturmacasında bir o yana bir bu yana gidip gelen politikacıları görüyoruz. Diğer taraftan arş-ı a‘laya yükselen halkın nidasını duymamazlıktan ve görmemezlikten gelen bir zihniyete yamanmaya çalışanlar, bu halka nasıl kucak açacak?
Kendini yiyip bitirecek planın bir parçasıymışcasına, o plana ortak olma hevesine koşar adımlarla giden bir iktidar, garipsenmeli değil midir?
Halkla bütünleşmenin somut ve yakıcı kararlarını vermeli.
Eğer bir yerde sapla saman birbirine karıştırılıyorsa, bu hatırlatılmalı.
Eğer bir halk, torununu kurtarmaya çalışırken, polis tarafından öldüresiye dövülüyorsa, o polisin ensesinden tutup mahkeme karşısına çıkarılmalı.
Eğer bir halk, silahların gölgesinde, ölümü seve seve göze alarak çocuklarının cesetlerini almak için yollara koyuluyorsa, bu halka kulak kabartılmalı.
Eğer bir halk, ‘êdi bese‘ ( artık yeter ) diyorsa, mecburen de olsa dinlenmeli.
Eğer bir halk, olumsuz ekonomik koşulların hakim olduğu bir yerde, topyekun rızık kapılarına kilit vuruyorsa, o halk görülmeli.
Eğer bir halk, barış nidalarını çıkıp panzerlerin üzerinden haykırıyorsa, o halkla konuşulmalı.
Eğer bir halk, ‘bilinmeyen, tanınmayan ama yasak edilen dil‘ ile yüksek mercilere kendini ifade etmenin yollarını arıyorsa, bu halkın konuşmasına izin verilmeli.
Eğer bir halk, duygularına, yasına ve özlemlerine sizleri ortak etmiyorsa, bu halkla kaynaşmanın yollarını bulmalı.
Eğer bir halk, çocuk, anne, nine, baba, dede, torun ve dahası her yaştan neferiyle taleplerini sıralıyorsa meydanlarda, o halk farkedilmeli.
Eğer bir halk, kaynayan kazan olmuş, yanmış ve taşmışsa, o halka Fransız kalınmamalı.
Eğer bir halk ve eğer bir halk…
YAZIYA YORUM KAT