1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Edward Said'in düşünce evreninde "İsrail sorunu"
Edward Said'in düşünce evreninde "İsrail sorunu"

Edward Said'in düşünce evreninde "İsrail sorunu"

Yasin Aktay, Edward Said'in fikriyatını oluştururken katil İsrail'in gayrı meşru yapısından oldukça fazla ilham aldığını ifade ediyor.

16 Aralık 2023 Cumartesi 14:00A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Edward Said ve Filistin Meselesi

Gazze halkının bugünlerde işgalci-soykırımcı Siyonist-haçlı ittifakına karşı sergilemekte olduğu müstesna direniş ve mücadele hiç kuşkusuz birçok açıdan çığır açıcı bir olay. Direnişin inisiyatif alarak giriştiği bu yeni aşamasına seçtiği isim olarak Aksa Tufanı şimdiye kadarki bütün alışkanlıklarımızı yıkmakta, ezberlerimizi bozmakta, entelektüel veya vicdani konforlarımızı sarsmakta, söylemlerin ve felsefelerin yapılanmış halini de sökmektedir.

Bu sonuncu işi zikretmişken bugünlerde 20. ölüm yıldönümü münasebetiyle anmakta olduğumuz Filistinli düşünür-entelektüel Edward Said’in bütün bir Batı-merkezli düşünce dünyasında yaptıklarını anmadan geçmemek gerekiyor. Bugünlerde gecikmiş Batı hayranlarının son kararlarını vermeden önce tekrar hatırlamaları ve yazdıklarını okumaları gereken bir isimdir Said.

Onu aslında dünya kamuoyu veya entelektüel çevreler, alanında, hatta birçok alanda çığır açan 1978 yılında yayımladığı Oryantalizm isimli kitabıyla tanıdı. Eser Türkçeye 1982 yılında çevrilip Pınar Yayınları tarafından yayınlanmadan önce Cemil Meriç’in oryantalizm üzerine uzun bir yazısı, yanlış hatırlamıyorsam, Yeni Devir Gazetesinde yayınlanmış, bilahare Kültürden İrfana isimli kitapta yayınlanmıştı. Bu yazısına seçtiği başlık, Pınar Yayınlarının baskısında bir alt başlık olarak ilave edilmişti: Sömürgeciliğin Keşif Kolu.

Edward Said’i bir İmam-Hatip Lisesi öğrencisi olduğum yıllarda düzenli olarak takip ettiğim Yeni Devir gazetesindeki bu yazıdan duymuştum ilk. Çok kısa süre sonra da kitabın Türkçesi çıkmıştı. Cemil Meriç’in alıntıladığı şekliyle Said şöyle diyordu: “Doğu, Avrupa’nın maddi kültürünün ve uygarlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Oryantalizm, bu uygarlığın kültürel ve ideolojik açıdan değişik bir anlatım şeklidir, değişik bir kelime hazinesi, bir eğitim ve öğretim, kurumlar beraberliği, hayaller ve düşünceler toplamı, doktrinler ve hatta sömürge yönetimi için gerekli bürokrat kadrolar ve yerel yönetim elemanlarıdır oryantalizm. Doğu hakkında ders veren, yazı yazan ve araştırma yapan herkes oryantalisttir. Ayrıca genel veya özel anlamda, etnolog, sosyolog, tarihçi ve filozofları da, kendi bilimsel disiplinleri ile birlikte oryantalizmin içine katmak mümkündür. 18. yüzyılın sonu ele alındığında oryantalizm, Doğu’yu konu edinen kurumların tamamı, verilen beyanatlar, takınılan tavırlar, yapılan benzetmeler, bir cins öğreti, yönetim biçimi veya hükümet şeklidir. Bu cins oryantalizm, Batı’nın üstünlük sürdürme taktiği, Doğu üzerinde otorite kurma çabasıdır… Kısaca, oryantalizm, İngiltere ve Fransa’nın Doğu’ya karşı özel bir ortaklığıdır. BU kelime, hiç olmazsa 18. Yüzyıl başlarına kadar, sadece, Hint kıtasını ve İncil’de adı geçen ülkeleri kapsamına almış bulunuyordu. Fransa ve İngiltere 19. yüzyılın başından İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Doğu’nun Doğuculuğun yegâne egemen güçleri idi. Savaştan bu yana Doğu’da Birleşik Amerika öne geçmiş ve konuya aynen İngiliz ve Fransızların geleneksel görüş açıları ile yaklaşmıştır…. Oryantalizm coğrafi bir ayırım değil, bir seri çıkarlar toplamıdır”

Said’in Oryantalizmi Doğu hakkında üretilen bilgiyle başlayan bir söylem olarak ele alması bir bakıma Fransız filozof Michel Foucault’nun bilgi ve iktidar arasında kurduğu zorunlu ilişkinin, Foucault’yu da aşan bir uygulaması gibiydi. İktidar üretmeden bilgi üretilemezdi ve doğu hakkında üretilen Batılı bilgi kaçınılmaz olarak Batı merkezli bir iktidar yapısının en önemli kaynağıdır. Doğu hakkında üretilen bilgi doğuluyu gizemli, mistik, keşfedilmeyi bekleyen hazineler alanı olarak resmettikçe onu nesneleştirmekte, onunla ilgilenen Batılıyı da meraklı, kâşif ve ne arayıp ne istediğini bilen aktif bir özne olarak inşa etmiş oluyordu.

Said söylemle inşa edilen bu doğu imgesi aracılığıyla “Doğunun Doğululaştırıldığından” bahsederken onu aynı zamanda sömürülmeye açık ve müstahak bir kaynak olarak da inşa edilmiş olduğu ifşa etmiş oluyordu. Yaptığı ifşa, şimdiye kadar doğu hakkında üretilmiş bilgiye atfedilen bütün bilimselci, nesnelci iddiaları yapıbozumuna uğratmış oluyordu.

Said’in bu eseri yayınlandığı andan itibaren sadece oryantalizmle ilgili araştırmalara değil, her türlü söylemsel iktidar ilişkilerine dair eleştirel yaklaşımlara da çığır açıcı derecede önemli bir destek sağlamış oldu. Bu konudaki hiçbir çalışmanın görmezden gelemediği bir eser oldu.

Said’in bu çalışmasının asıl motivasyonunu İsrail sorunundan almış olduğunu kaydetmenin ayrı bir önemi var tabi: Batılı Aydınlanmacı modernitenin bütün iddiaları İsrail-Filistin karşılaşmasında kendiliğinden tam bir yapıbozumuna uğramak durumunda kalmıştır.

Said’in kişisel ve entelektüel biyografisi içinde onu Oryantalizm gibi bir eseri yazmaya sevk eden büyük etken, ona Filistinli oluşunu ABD’de hatırlatan Siyonist işgal olmuştur. 1967 yılına kadar kendi halinde Filistin kökenli bir ABD vatandaşı olarak akademik kariyerinin de erken aşamalarında bulunuyor. O zamanın bütün Filistinlileri gibi yurdundan sürgündür, ama bu sürgünlükle belki babasının işgalden önceki zamanlarda edindiği ABD vatandaşlığı dolayısıyla yeni toprağına uyum sağlamaya çalışmaktadır. Ancak 1967 yılında yaşanan Arap-İsrail çatışmasının ABD vatandaşları arasında karşılanma biçimi Said’de tam bir aydınlanma tecrübesi yaşatacaktır.

ABD’li meslektaşları arasında Yahudi olsun olmasın çoğu kişi savaşla ilgili haberlerde İsrail’in eylemlerini “bizimkiler” diyerek anıyorlar. Bu “kimlik” algısı veya konumu, Said’i Filistin davasına karşı resmen uyandırmış olacak ve o günden sonra bu dünyadaki yerini yeniden kavradığı bir sürece girecektir. O artık Filistinli bir düşünür-entelektüeldir.

Sahasında çığır açmış olan Oryantalizm isimli kitabı da aslında hemen akabinde yayınlayacağı “Haberlerin Ağında İslam” ve “Filistin Sorunu” isimli iki kitapla birlikte bir üçlemenin ilk kitabıdır (Her üç kitap kısa süre içinde Pınar Yayınları tarafından tercüme edilerek yayınlandı).

Filistin üzerine düşünmenin, Filistin dolayısıyla düşünmenin bugünün dünyasında ne tür uzanımlara sahip olduğunun çok çarpıcı bir örneğidir bu entelektüel seyir.

Tıpkı Filistin’in, Kudüs’ün tarihte bütün insanlık için oynadığı rolle çok mütenasip, adeta kendi kendini tekrarlayan bir rol.

Bu noktadan devam edelim.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum