‘Edepsiz Diplomasi’ Kimin Ekmeği?
‘Umut fakirin ekmeği, umar ha umar!’ sözü hiç eskimeyecek yoksunluk duygularının harika bir temsildir. Bu iktisadi bağlamda böyle olduğu gibi siyasi bağlamda da aynen böyledir. Kemalist iktidar sınıflarının kimi liberal, kimi sosyalist kimi muhafazakâr maskeli çocuklarına baksanıza yönelmeyecekleri kıble, medet istemeyecekleri türbe kalmadı.
Batılı diplomatların mahkemede boy göstermesine de seviniyorlar Rıza Sarraf’ın Amerika’da tutuklanmasına da seviniyorlar. Sevinmelerinde bizce bir beis yok ama buralardan bile yine bir iktidar yolu açmanın hayaliyle kavrulup duruyorlar. Kendilerine, söylemlerine, toplumsal karşılıklarına güvenmiyorlar hem de hiç güvenemiyorlar. Kurtuluşu Avrupa’dan, Amerika’dan gelecek Mehdi’ye bağlamış hatta raptetmiş durumdalar. Ümitsiz bir vaka ama bu ölümcül hastalığın üzerine birkaç kelam etmezsek toplumsal sorumluluğumuzu ihmal etmiş oluruz.
Şahsi Bir Soru(n) Değil
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen gün MİT Tırları davasında yargılanan Can Dündar ve Erdem Gül’le dayanışmak üzere mahkeme salonuna giden Batılı diplomatlara ilişkin sert bir eleştiri yükseltti. Çağlayan Adliyesi koridorlarında Hollanda, İngiltere, İtalya, Belçika, Avustralya, İsveç, Polonya, İsviçre, Almanya, Finlandiya, ABD ve Kanada’nın başkonsolosları günün anlam ve önemini bir selfie ile tarihe kaydetmek istemişlerdi. Almanya Büyükelçisi Erdmann’ın da dâhil olduğu ve Fransa Başkonsolosluğu’nun sosyal medya hesabından paylaşılan resim elbette bir hatıra fotoğrafı veya tarafsız gözlem kaydıyla hiç alakalı değildi.
Peki, Batılı diplomatlar tarafından Adliye koridorlarında verilen bu pozun maksadı nedir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleyi değerlendirirken kurduğu birkaç cümleye bakalım önce. Şöyle soruyor Erdoğan: “İstanbul’daki konsoloslar mahkemeye geliyor. Siz kimsiniz? Sizin ne işiniz var orada? Diplomasinin de bir edebi, adabı var. Bunlar kalkıp bu ülkenin içerisinde bir gövde gösterisini yapabilecek kadar haddi tecavüz edebiliyor. Oynanan oyunun tarzını göstermesi bakımından bu çok önemli.” Hitap her ne kadar doğrudan diplomatlara olsa da esasen temsil ettikleri devlete yönelik bir eleştiri hatta ciddi bir rest görülüyor. Yetkisizlik, edepsizlik, gövde gösterisi ve tecavüze yeltenmenin bağlandığı yer gazetecilerle dayanışma adında çirkin bir oyun/mizansen olarak beliriyor.
Başbakan Davutoğlu’nun da Batılı konsolosların tavır ve tarzına ilişkin yaptığı değerlendirme benzer vurguları ihtiva ediyordu. Davutoğlu’nun hem sınırları hatırlatıyor hem de sınırları aşarak elde edilmek istenen neticeye müsaade edilemeyeceğini şöyle ihtar ediyordu: “Bütün diplomatik temsilciler bu yargı süreçlerine dikkat ve titizlik göstermek zorundalar. Siyasi tavır niteliği taşıyacak şekilde, toplu olarak mahkeme salonlarına gitmek, orada bazı tavırlar sergilemek, bu şeffaflığı istismar eden hususlardır. Yargı üzerinde baskı oluşturacak ve uluslararası baskı unsuru olacak şekilde bir tavır sergilemek diplomatik nezaket bağlamında doğru ve tutarlı değildir.”
Batılı diplomatların sergilediği meydan okumaya ümit bağlayan, sevinen hatta bu pozlar üzerinden işi Erdoğan ve Davutoğlu’na yönelik güçlü bir mevzi kazanma heyecanına kadar götürenler de olmadı değil.
Fakat vakıa hiç de onların görmek ve göstermek istedikleri gibi değil. Şöyle ki “siz kimsiniz?” sorusu şahsi ve kişisel bir hesaplaşma bağlamında sorulmuş bir soru değildi. 10-12 başkonsolosun adliyedeki selfiesine bağlanan yüksek umutlar, o resimle siyaset ve topluma karşı Batı hesabına posta koymaya kalkışmalar iflasın yeniden ilanından başka bir anlama gelmez. Ancak gözden kaçmış olabilir diye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı konuşmasında geçen şu iki cümlesini yeniden nazara vermek de icap ediyor: “Anadolu medeniyetler ve milletler beşiğidir. Aynı zamanda Anadolu medeniyetler ve milletler mezarlığıdır.” Beşik ve mezar metaforu diplomatik teamüllerde nereye oturur, onu da bilenlere sormakta fayda olur.
Amerikan Adaleti, Sen Bizim Her Şeyimizsin!
Rıza Sarraf’ın ‘tatil’ için gittiği Miami’de gözaltına alınıp tutuklanması bütün Amerikan düşmanlarını, anti-emperyalistleri, direniş cephesinin mensuplarını fena halde heyecanlandırdı. Acaba Rıza Sarraf üzerinden Türkiye’nin hizaya çekilmesi, Erdoğan’ın düşürülmesi, Davutoğlu’nun ipotek altında tutulmasının yolu açılabilir miydi?
Heyecan doruktaydı hakikaten. CHP ve Fethullahçılar kadar her ikisinin de yedeğinde hareket eden sol-sosyalist ve liberal kesimlerin etekleri çoktan zil çalmaya başlamıştı bile. Fırsatın kazası olmaz denilerek Amerikan adaletinin Türkiye’de de tecelli etmesi için başladılar duaya. Şaka değil gerçekten de ‘Amerikan adaleti’ vurgusu ciddi ciddi öne çıkarılıyordu.
İran hesabına hem Esed rejimin muhafızlığına soyunmuş hem de Rusya’nın işgal ve katliamlarını avukatlığı üstlenen Fehim Taştekin bunlardan biriydi mesela. Şöyle demiş: “Erdoğan'ın ABD, Rusya ve AB ile restleşme içinde olduğu bir dönemde Sarraf'ın Amerikan adaletinin eline düşmesi, 'Acaba Erdoğan için düğmeye mi basıldı' sorusunu sordurtuyor.” Şebbiha’lıktan hızla Yankee’liğe terfi eden ‘derin analist’in şahidiyse Fevzi İşbaşan. Şaşırtıcı değiller. Hep olduğu gibi tiksinti verici olmakta ısrarlılar.
Ah şu 17-25 Aralık meselesi ‘Amerikan adaleti’ marifetiyle bir uluslararası davaya dönüşürse… Umut işte sefillerin ve işbirlikçilerin de ekmeği olabiliyor kimileyin.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT