Edebiyatın Toplumsal Değişimdeki Rolü
Özgür-Der Amasya temsilciliği tarafından aylık olarak düzenlenen alternatif eğitim seminerlerine Edebiyat, Sanat ve Fikriyat dergisi Temmuz’un editörü Murat Koç’un konuşmacı olarak katıldığı sunumu ile devam edildi.
20 Aralık 2019 Cuma günü dernek binasında gerçekleştirilen "Edebiyatın Toplumsal Değişimdeki Rolü" başlıklı seminerde Murat Koç’un konuşmasında öne çıkan vurgular özet olarak şu şekildedir:
Sanat Toplumların Dönüşümünde Bir Araç Olarak Kullanılmıştır!
Edebiyat, toplumların ortak değerlerinden, kültürel birikiminden, sahip olunan geleneksel yekûnundan damıtılarak ortaya çıkan, etkileme ve etkilenme potansiyeli yüksek sahici bir temsiliyettir. Toplumların kültürel birikimi ve geleneksel arka planı sayesinde gelişen edebiyat, sosyal zemini etkileme ve bundan etkilenme imkânlarını birlikte taşır. Edebiyat, toplumdan beslendiği kadar topluma tesir etme yönüyle kuvvetli bir motivasyon imkanıdır. Toplumun fertlerinin ve toplumsal yaşamın, edebiyat gibi bir öğreti aracından, onun kimlik aşılayıcı vasfından soyutlanması mümkün değildir. Ancak her dönemde egemen ideolojiler, edebiyatın bu büyüleyici vasfından nemalanmaya çalışmış, onu kendi haline bırakmamış, edebiyatı ve sanatı sosyal mühendislik projelerinin payandası kılmak istemişlerdir.
Ulus devletler çağında edebiyat, hiçbir dönemde sömürülmediği kadar sömürülmüş, ulusal kimliğin toplumsal taban bulması için fazlasıyla istismar edilmiştir. Bu çabanın en fonksiyonel enstrümanları listesinin başında ise romanlar yer alır.
Sanatın ve sanatçının iktidarla ilişkisi; Sovyet döneminde komünist partinin, ABD, Çin, İtaya, Fransa, Meksika gibi pek çok ülkenin sanatçılar ve yazarlar üzerindeki vesayetine kadar genişletebileceğimiz derin bir tarihsel arka plana sahiptir. Devletler inşa etmeyi düşündükleri şey için sanatı propagandist bir yapısallığa büründürürler.
Hitler de sanatı ideolojik bir aygıt olarak kullanır. Gerçekçi formlar ve milliyetçi, saf ırk, askerlik, aile, tarlada çalışan kadınlar gibi toplumsal konular esas alınır. Çin’de de dirijizm etkilidir. Başta kamusal alanlar olmak üzere birçok yerde başkan Mao’nun heykelleri vardır. Özellikle resim ve heykelde Sovyet tarzı gerçekçilik anlayışı etkilidir Çin’de
Lenin de dirijizm uygular. O da sanata devrimin dişlileri ve tekerlekler gibi anlamlar yükler. “Sosyalist gerçekçilik” akımı başta Marx olmak üzere Lenin’in de düşünce yapısının ürünü olarak ortaya çıkar. Temaları arasında işçi sınıfı ve devrim gibi kavramların yer aldığı bu akımla sosyalizmin ideal toplum modeli yansıtılır. Devrimci kahramanlar da yine model olarak yansıtılır. Maksim Gorki’nin Ana adlı romanı bu akımın ilk eseri sayılır.
İtalyan Faşist lider Mussolini de dirijizm aygıtını kullanır. Özellikle “Beyaz Telefon Filmleri” kavramsal bir imaj olarak önemlidir. ABD’de de dirijizm etkilidir. Burada liderler değil de daha çok devletin ve ulusal ABD değerlerinin sanat yoluyla korunması amaçlanır. Sanat devlet ve ulusun çıkarları için vardır. ABD dirijizminin Hollywood sinemasıyla vardığı seviye de bilinmektedir. Ulusal çıkarlar, uluslararası politikaların hayatiliği, devlet otoritesi, ABD’nin yenilmezliği ve Amerikalıların ideal insan profilleri bu filmlerin temalarıdır.
Tanzimat ve II. Meşrutiyet Romanında Batılılaşma Hastalığı!
Roman bu topraklara Tanzimat döneminde gelmiştir. Önceleri tercümeler yoluyla daha sonra da teliflerle gelişen roman anlayışı, o dönem daha çok uyarlama ve batılı romanların bire bir kopyalarından ibarettir. Dönemin öne çıkan romancılarından Namık Kemal, Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Samipaşazade Sezai’nin romancılığı da bu kapsamı aşmaz. Roman, bu yazarlar için ilerlemenin ve çağdaşlaşmanın bir vasıtasıdır. Tanzimat dönemi ülkenin yüzünü batıya döndüğü ve toptan batılılaşma yoluyla “hasta adamın” kurtulacağını umduğu bir dönemdir. Devlet eliyle hummalı bir batılılaşma reformunun başladığı dönemdir. Osmanlı toplumunda “batılılaşma” şeklinde ortaya çıkan modernleşme, batılı siyasal, kültürel ve sosyal kurumların model alınması olarak anlaşılmıştır. Yani ideal insan tipi batılı insandır yaklaşımı egemendir.
Özellikle Tanzimat dönemi aydınları-edebiyatçıları, siyasetçilerden ve bürokratlardan oluşmaktadır. Bunlar sanat değeri olsun ya da olmasın yeni batılı düşüncelerinin faydalı bir taşıyıcı olarak öykü-roman-piyes türünde çok eser mevcut sosyopolitik iklimin edebiyatı “milli edebiyattır” artık.
Cumhuriyet Döneminin Güdümlü Edebiyatı
Cumhuriyetin ilanından sonra resmi ideolojiye ait değerlerin toplumsal kabulü için sanat ve edebiyat ağır bir dirijizmle muhatap kılınmıştır. Piyes, şiir, deneme, roman gibi edebi türler, belli oranda Kemalist ideolojinin güd ermişlerdir Yeni Osmanlıların ardılı Jön Türkler ve İttihad ve Terakki’nin daha seküler ideolojik donanımı da edebiyata müdahil olmuş, bu anlayış etrafında toplananlar da başka bir edebi kanonu temellendirmiştir. Asıl “milli edebiyat”ın zemini bu dönemde döşenmiş, ulus kimliğe dayalı Cumhuriyet’in ilanından sonra dirijizm bu zeminde varlık göstermiştir. II. Meşrutiyet sonrası dönemde geçmişten devam eden Osmancılık, İslamcılık, Türkçülük ideoloji ve akımlarının daha çok Türkçülük akımı ittihat ve terakki ile birlikte merkezi ideoloji olmaya başladı. İT’nin iktidara gelmesi ile birlikümüne girmiş, edebiyatın alacağı tutumun temelleri belirlenmiştir Zira Türk ulusçuluğunun düşünce dünyasının kodları romanlara adeta kazınmış, geçmişle hesaplaşmanın en çetin örnekleri bu metinlerde sergilenmiş, batılılaşma ve bireysellikle bezeli laik toplum modelinin numune karakterleri romanları adeta süslemiştir.
Modern Türk Edebiyatı Doğu-Batı Çatışması Üzerine İnşa Edilmiştir!
“Türk Edebiyatı” Osmanlıdan modern Türkiye’ye uzanan çizgide toplumsal yapıda yaşanan doğu-batı çatışması ile ortaya çıkan karşıtlıkların toplamıdır ve bu süreçle aynı yaştadır. Modern Türk edebiyatının bir doğu-batı çatışmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyet dönemi kadroları Batı tipi bir modernizmi uygulamaya koyar. Temelinde aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaşam biçimi yatar. Bu yaşam biçimin üç sacayağı vardır: Hümanizma, sekülarizm, demokrasi. Kurtuluşu dinde değil bilimde arayan, insan merkezci bir dünya görüşüdür bu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük ısrarlara ve yönlendirmelere rağmen edebiyat yeterince gelişme kaydedememiştir. İnkılâpların halkta henüz yeterince karşılık bulamaması nedeniyle edebi eserler tasarım ve taslak aşamasını pek geçememiş, halka mal edilememiştir. İlk on beş yıl boyunca dirijizmin tesiriyle yazılan romanlar aynı konuları ve benzer alt temaları işlemekten kurtulamadılar. Sıradan aşk hikâyeleri, batılı yaşam tarzı örnekleri, kızlı erkekli eğlenceler, flörtler, aldatmalar, bireysel buhranlar, kuşak çatışmaları, eski yaşam biçimin karikatürize edilmesi, kılık kıyafette yaşanan köklü değişim, dini değerlerin hor görülmesi, kadim geleneğin yok sayılması gibi modernleşmeye dair somut konular romanların çoğunun ortak malzemesiydi. Batılılaşma ve aydınlanma, bu saikler üzerinden ele alınıyordu.
Erken Cumhuriyet Dönemi Romanlarının Genel Özellikleri
Erken dönem Cumhuriyet edebiyatın sembolleşmiş birkaç önemli romanına, dirijizmin etkisini görmek açısından değinmekte yarar var. Güdümlü edebiyatın başyapıt olarak takdim ettiği bu romanların öncelikle ciddi bir edebi değer taşımadığını bir kez daha vurgulamak gerekir. Bu romanlar mahiyetleri gereği devlet desteği ile gündemde tutulmuş ve popüler kılınmıştır. Edebi vasfı oldukça zayıf olan Vurun Kahpeye isimli roman Milli Mücadele’ye karşı olan ve Yunan’ı destekleyen “gerici” bir kasaba halkı ile onların karşısında yer alan ilerici idealist öğretmeni anlattığı için gündemden hiç düşürülmemiştir. Gerici “Hacı Fettah Efendi” Cumhuriyet öncesini, karşısındaki idealist öğretmen Ali ise Kemalist Cumhuriyet’i sembolize etmektedir aslında. Yeşil Gece’de de aynı konu işlenmekte, oldukça kötü bir karakter olan Hafız Eyüp gibi bir gericiye karşısında bu defa “ilerici, idealist” öğretmen Zeynel Hoca yer almaktadır. Reşat Nuri Güntekin’in, Yeşil Gece’yi, rejimin kendisinden yobazlığa karşı bir roman yazmasını istemesi üzerine kaleme aldığı rivayet edilir. Bu romanın kurgusu, pür ideolojik anlatısı, karakter çizimi gibi unsurlarına bakıldığında bir talimatname ile metinleştirildiği şüpheye mahal bırakmaz. Bu roman sadece rejimin değil Nazım Hikmet başta olmak üzere dönemin sol çevrelerinin de övgüsünü almıştır.
Türk edebiyatında dirijizm kavramını ilk defa Reşat Nuri Güntekin, şu cümleler içinde kullanmıştır: “Bir siyasi ve sosyal inkılâp rejiminin edebiyat ve sanata da uzayan dirijizmi? Ancak her yerde devletin sanattan ne isteyebileceği malûm... Mümkün olsa da keşke gölge etmese.” Edebiyattaki dirijizmden belli ki Reşat Nuri de rahatsız olmuş. Edebiyatçıların o dönem yaşadığı baskıyı göstermesi açısından da oldukça manidar cümleler bunlar. Onun en bilinen romanı Çalıkuşu (1928) hem biçim hem de anlam yönünden dirijizmin açık müdahalesine uğramıştır. Yaban isimli roman için “Cumhuriyet kadrolarının ve Kadro hareketinin manifestosudur” der Ömer Türkeş. Bu romanda din adamı ve dinin kendisi; Kemalist ilkelerle ve Cumhuriyet değerleriyle çelişen, toplumu geriye götüren ve toplumdaki olumsuzlukların kaynağı olarak sunulur. Yanı sıra çetin bir aydın-köylü çatışmasına da sahne olur roman. Hiçbir olumlu insani vasıf taşımayan köylü de din adamı gibi bu toplumun gelişmesi önündeki engellerin başında gelir. Erken Cumhuriyet dönemi tiyatro oyunlarındaki Türk kimliğinin ötekisi Yunanlar değil, dinsel dünya görüşünü temsil eden Osmanlıdır. Arap kimliği de bu oyunlarda Osmanlı kimliğinin uzantısı olarak resmedilerek öteki olarak gösterilir. Oyunlarda karşıt oyun kişileri genelde Osmanlı ya da Müslüman din adamlarıdır. Bunlar vatan haini, saray ve düşmanın işbirlikçisi, hafız, imam vb.dir. Oyunlarda Türk kimliğinin temsili Tarih Tezi gereği Orta Asya Türklüğü ile yansıtılır. Osmanlı ve Selçuklu yok sayılır diyerek sözlerini tamamladı. Ardından soru-cevap kısmına geçilerek program sonlandırıldı.
HABERE YORUM KAT