1. YAZARLAR

  2. Hakan Albayrak

  3. Ebubekir Efendi'nin torunundan yediğim fırça
Hakan Albayrak

Hakan Albayrak

Yazarın Tüm Yazıları >

Ebubekir Efendi'nin torunundan yediğim fırça

27 Haziran 2009 Cumartesi 05:43A+A-

17'inci yüzyıl ortalarında Ümitburnu sahiline çıkarak Güney Afrika topraklarını sömürgeleştirmeye başlayan Hollandalılar, buraya Malay Takımadaları'ndan Müslüman köleler ve siyasi mahkûmlar getirdiler.

Sayıları 1 milyonu bulduğu rivayet edilen bugünkü Capetown Müslümanlarının kahir ekseriyeti o “Malayî”lerin torunları.

Üç gündür Capetown'dayım.

Gördüğüm Müslüman manzarası, İslam dünyasının pek çok yerine (hatta çoğu yerine) nazaran güzide bir manzara.

İrili-ufaklı 250 civarında camiyi dolduran, çocuklarına 'kitabi' bir din eğitimi vermeyi önemseyen, İslam dünyasındaki fikri cereyanları ve siyasi gelişmeleri yakından takip eden kaliteli bir cemiyet…

Uzun ve zorlu bir yoldan geçerek geldiler bu noktaya.

Geert Wilders'in ataları İslam'ın “İ”sine tahammül edemediği için, yolun başında Müslümanlıklarını gizlemek zorunda kaldılar.

Zamanla, İslam'ı büyük ölçüde unuttular.

İçlerinde Kur'an'ı anlayıp anlatacak kadar Arapça bilen pek kimse olmadığı ve ellerindeki Malayca kitapları da anlamaz hale geldikleri için, 'kitabi bilgiler'in yerini kulaktan dolma bilgiler aldı.

Şeyh Yusuf, Said Alevi, İmam Abdullah İbn-i Kadı Abdusselam gibi önderler, 1694-1794 yılları arasında estirdikleri ihya rüzgârlarıyla yozlaşmanın önünü büyük ölçüde kesmişlerdi, ama 1810'lu yıllardan itibaren Capetown Müslümanlığı tuhaf bir 'imamlar oligarşisi' tarafından yeniden hurafelere boğuldu.

Mesela şöyle hurafelere:

Zekât ve kurbanlarınızı imamlara vereceksiniz, onlar da bunları istedikleri gibi kullanacaklar…

Bir yakınınız öldüğünde imam ve arkadaşlarına 40 gün yemek vereceksiniz…

İmamları hoşnut ederseniz, ahrette size şefaatçi olurlar…

Capetown'u Hollandalılardan alan İngilizlerin verdiği izin sayesinde Hacc'a gidip gelen Müslümanlar, orada gördükleri Müslümanlığı Capetown'da yaşamaya ve dahî anlatmaya başlayınca, ortalık karıştı.

Büyük bir tartışma başladı.

Tartışma çatışmaya dönecek gibiydi.

Bir grup sağduyulu Müslüman, doğru yolu bulmak için İslam Halifesi'nden yardım isteme fikrini ortaya attı.

Bu fikir genel kabul gördü.

İngiliz sömürge valisi aracılığıyla Kraliçe'ye müracaat edilerek, dinî irşad için Osmanlı Devleti'nden yardım talebinin İstanbul'a iletilmesi istendi.

Kraliçe isteneni yaptı, Sultan Abdülaziz talebi makul karşıladı ve Capetown'a bir âlim gönderilmesi için Ahmet Cevdet Paşa'ya talimat verdi.

Ahmet Cevdet Paşa, bu görev için Ebubekir Efendi'yi uygun gördü.

Ebubekir Efendi, 13 Ocak 1863 günü Capetown'a geldi.

İl iş olarak bir medrese açtı, kitabi bilgilerle donanmış yeni bir Müslüman nesil yetiştirmek için çalışmalara başladı.

Müslüman kitleler onun gelişini ve 'din ilimlerinin ihyası' için vakit kaybetmeden harekete geçişini büyük sevinçle karşıladılar, ama hurafelere dayanan iktidarlarını korumak isteyen bazı imamlar ona cephe alıp “fasıktır, zındıktır” diye propaganda yapmaya başlayınca işin tadı kaçtı.

Ebubekir Efendi ve talebeleri türlü çeşit sataşmalara, saldırılara maruz kaldı.

Capetown'un İngiliz kontrolündeki basını da Ebubekir Efendi'yi karalama kampanyasına iştirak etti.

Ama Ebubekir Efendi yılmadı.

Medreseden başka bir de cami açtı.

Gittiği her yerde, konuştuğu herkese hurafelerden arınmış bir Müslümanlık telkin etti.

Bu arada, Güney Afrika Müslümanları ile Osmanlı Devleti arasında güçlü bir gönül bağı kurdu.

O bağ sayesinde Güney Afrika Müslümanları 20'inci yüzyıl başlarında Hicaz Demiryolu'nun yapımına katkıda bulunacak, 1912'de Trablusgarp'ta savaşan Osmanlı ordusuna yardım gönderecek ve 1920'lerin başında “Milli Mücadele”ye de destek vereceklerdi…

Ebubekir Efendi, 1880 yılında Capetown'da vefat etti.

Geride büyük bir manevi miras bıraktı.

Her şeyden evvel, Capetown'da Müslümanlığın ihyası yolunda bir kilometre taşı oldu.

Allah ganî ganî rahmet eylesin.

* * *

Perşembe günü, Ebubekir Efendi'nin oğullarından Alaaddin Bey'in torunu Kerime Sinclair'i ziyaret ettim.

Acı kahvesini içtim.

Sonra da acı 'fırça'sını yedim.

Dedi ki:

“Türkiye'den buraya gelip gidiyorsunuz, Ebubekir Efendi'yi sorup duruyorsunuz, onun hikâyesini gazetelerinizde ve televizyonlarınızda ballandıra ballandıra anlatıyorsunuz, ama onun hatırasına layıkıyla sahip çıkmak için hiçbir şey yapmıyorsunuz. Kaç tane diplomatınızla, siyasetçinizle konuştum; Ebubekir Efendi'nin manevi mirasına sahip çıkmak için bir vakıf yahut enstitü kurulması gerektiğini söyledim ve bu konuda söz aldım; ama hiç icraat yok. Eyleminiz ne kadar büyükse siz de o kadar büyüksünüz, aziz kardeşim. Bir şey yapmayacaksanız, burada benimle konuşmuş olmakla kalacaksanız, hiç yorulmayalım. Güney Afrika'ya ayak basan ilk Osmanlı'ya, Capetown'u hikmetin ışığıyla aydınlatan o büyük âlime gösterdiğiniz vefasızlığa artık katlanamıyorum!”

Bu söylediklerini aynen yazmaktan başka bir şey yapamayacağımı söyledim… ve işte yazdım.

İnşaallah bir işe yarar.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT