Düşmanlar ve Nankörler Söylemi Devam Ederse!
Sadece CHP, İP, HDP ve SP seçmenleri değil önemli oranda AK Parti seçmeni de beka kaygısı üzerine kurulan ve son dakikaya kadar sertleştirilen seçim stratejisini reddetti. Önce mahalli seçimler ülkenin bekasının oylandığı kritik bir tercihe eşitlendi. Sonra devletçi ve milliyetçi semboller, kıyaslar ve söylemler üzerine inşa edilen seçim stratejisiyle toplumun en geniş kesimleri adeta seferberlik ruhuna dâhil edilmek istendi. Siyasetin kurguladığı ihanet-sadakat sarmalına medya ve bürokrasi de abandıkça abanınca devreye giren toplumun tatlı-sert bir tepki vererek müdahil olduğunu söyleyebiliriz.
AK Parti’nin MHP ile gerçekleştirdiği Cumhur İttifakı’nın ne kadar kazanım ne kadar kayıp olduğunu sadece Ankara ve İstanbul gibi büyükşehir belediyelerinin kaybına odaklanarak analiz edemeyiz. Dahası meseleleri 15 Temmuz darbe sürecinde yaşanan travmaya, Suriye’nin kuzeyinde Amerika tarafından inşa edilen PKK-PYD garnizon devletinin teşkil ettiği yakın tehdide bağlayarak izah edemeyecek kadar sorunlar derin, geniş ve çetrefil durumda. Hele hele trenden inenler, davaya ihanet edenler, yeterli kalibrede vatanseverlik sergilemeyen kadrolar, patates soğana tamah edenler filan gibi halk arasında espri konusu olan klişe propagandalara sarılmasın hiç kimse. Yani ciddi ve sonuç alıcı bir özeleştiri, muhasebe ve fabrika ayarlarına dönüşe mani olan tüm mazeretleri terk ederek işe koyulmak lazım.
Ölçüsüz Övgü ve Yergilerin Maliyeti
Metal yorgunluğu ve 24 Haziran gecesi balkonda sarf edilen ‘mesaj alınmıştır’ gibi çıkışlar gerek AK Parti teşkilatları ve tabanı gerekse toplumun geniş kesimleri arasında güçlü bir iyimserlik havası yarattı aslında. Ancak ortaya koyulan siyasal tavır ve ilişki biçimleri bu iyimserlik havasını çabuk dağıttı hatta aleyhe döndürdü. Yerel yönetimleri de işin içine katınca üç beş bini geçen kadrolu danışmanlar, elit ve ayrıcalıklı yüzlerce başdanışman hiç mi toplumun arasına girip yaşanan sıkıntıların hızla büyüdüğünü, rahatsızlıkların bulaşıcı bir hastalık gibi kitleleştiğini görememiş acaba, diye sormak gerekiyor. İktidar imkanlarıyla beslenen medya hassaten sosyal medya en ucuz ve en provokatif bir mecraya dönüşerek değil diğer partilerin tabanını kazanmayı kendi tabanını dahi ötekileştiren bir misyon yüklendiği nasıl fark edilemedi? Amigolardan, trollerden, şakşakçılardan, yağdanlıklardan etrafı göremeyen aksine daha çok kibre kapıla siyasetin duvara toslaması kaçınılmazdı zaten.
Esasen toplum sokulmak istendiği ihanet-sadakat sarkacına itiraz etti. Siyasete, bürokrasiye, medyaya, iş hayatına, seçimlere velhasıl hayat belirtisi olan tüm zeminlere adaletin ve merhametin hâkim kılınması yönünde bir çağrı yaptı toplum. Fetömetre, hainmetre, bölücümetre gibi ipe sapa gelmez kriterlere itibar edilemedi. Toplum rüşvet ve yolsuzlukla, iltimas ve usulsüzlükle mücadeleye dair duymak istediği sözleri, almak istediği teminatları alamadığı için bu sonuç zuhur etti.
Kimi uyduruk kimi abartılı söylemler eşliğinde CHP, İYİ Parti veya Saadet Partisi’nin Fetö ve PKK’yla nasıl da sinsi bir işbirliği yaptığını ispatlamaya kalkışan propaganda önemli oranda kabul görmedi. AK Parti’den kayan oylar kadar kendini son bir kez daha oy vermeye mecbur hisseden, sadece coşkusunu değil inancını da yitirmeye başlamış kitlelerin tekrar nasıl kazanılacağı üzerine de etraflıca düşünmek gerekiyor. “Önemli bir şey olmadı ki, acımadı ki” tarzı söylemler iç kanamayı hızlandırır. Yıkılmadık tamam ama ikinci sarı kart ayakta olunsa bile ödenecek en ağır faturadan önceki son haberci olabilir.
Yüzleşme ve Muhasebe Mecburiyeti
CHP’yle Atatürkçülük yarışına, MHP ve İYİ Parti’yle milliyetçilik yarışına girmek berbat bir fikir, ahlaki ve siyasi açıdan dağıtıcı-ötekileştirici bir şaşkınlıktı. Perinçek gibi bütün hayatı provokasyon üzerine kurulu çevrelerin söylemlerine yanaşarak Gazi Paşa Atatürkçülüğü profiliyle yerli ve milli duruş icat etmeye kalkışmaksa alenen kendini inkar etmekti. Fetö ve PKK’yla mücadele ederken, Amerika ve İsrail’le kavga ederken içerideki eleştiri ve itirazları bastırma seçeneği ne makuldü ne de faydalı. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” kabilinden slogan ve perspektiflerle toplumu güzelce kuşatıp siyaseti istikrara kavuşturmak mümkün olmadığı gibi yolsuzluk, rüşvet, iltimas, suistimal gibi huzursuzluğu derinleştiren virüslerin de bünyeyi yıkıp geçmesini engellemek mümkün olmaz.
“Atatürk’ün CHP’sini bu hale düşürenler …” benzeri kıyaslarla güya CHP seçmeninin gönlünü kazanmaya matuf anlamsız, tutarsız ve tarihi gerçeklerden nasipsiz çıkışlar geriye yüz kızartıcı bir kayıt bıraktı sadece. İzmir şarabını uluslar arası bir marka haline getirmek üzere enstitüler kurma vaadinin ne kazandırdığı ne kaybettirdiği aşikâr. Trollerle kitleyi motive etme, ancak rica ile belediyelere ve kurumlara satılabilen Pravda’dan beter gazeteler eliyle kitleleri mobilize etme girişimi bundan farklı bir sonuç veremezdi zaten. Sahte senet ve dolandırıcılık tezviratları, neden şimdi camide Kur’an okudu kınamaları, seçimlerden sonra GBT kayıtlarını açıklarız tehditleri, personelin maaşlarını bile ödeyemeyecek kadar borca batmış belediyeleri bizden başka kimse yönetemez çıkışları başarı kazandırmış olsa bile seçimlere yeterince gölge düşürmüştür.
Şehirlere ihanet ettik, yatay mimariye geçmeliyiz, millet parklarının yapımına hız vereceğiz derken hemen her gün “yallah Kürdistan’a, defolun” diyerek oluşturulan rol modeli Kemalist-ulusalcı sağ ve sol partilerin dahi üstlenmekten neden özenle imtina ettiği kimin aklına gelir? Devlet Bahçeli’yi siyasetin duayeni ve adeta modern evliyası ilan ederken her gün yüzlerce hesaptan Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Bülent Arınç gibi isimleri itibarsızlaştırmak üzere yapılan çirkin manipülasyonların oluşturduğu ön hasar raporu şimdilik bu kadar.
Ancak belediyeleri kültür meselesinde dahi taşeronlaştıran, kadrolu fakat verimsiz kültür memurlarıyla lüzumsuz bir şişkinlik ve ağır bir açık kalem oluşturan modelin bu duvara toslaması kaçınılmazdı. Ahmet Taşgetiren, Hakan Albayrak, Abdurrahman Dilipak, Adem Özköse gibi isimler üzerinden eleştirel gazeteciliği tecrit edip toplumda hiçbir karşılığı olmayan menfaatperest amigolarla çalışmaktaki ısrarı gözden geçirip geçirmemek serbest elbette. Ancak zaferi Başkan’a, Başkan’ın mucizevi performasına ciro edip başarısızlığı düşmanlara ve nankörlere fatura eden değerlendirmeler gidişatı düzeltmek değil menfaatlerini korumayı hedefliyor sadece.
Adalet ve özgürlüğü merkeze alan siyasal söylemiyle, ademi merkeziyetçi teşkilatlanma biçimiyle, medya ve sivil toplumun özgürlük alanlarını açma azmiyle, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele kararlılığıyla AK Parti fabrika ayarlarına dönmeye mecburdur. Doğrudan ya da dolaylı olarak birilerini ihanetle, diğerlerini nankörlükle, berikilerini milletin hakiki fedaileri olarak niteleyen bakış açısı ve siyasal tutum ne sürdürülebilir ne de ülkeye, topluma, ümmete kazanım getirebilir. Kendi ellerimizle yaptığımız günahları, işlediğimiz kusurları itiraf edip pişman olmadan iyiliği, doğruluğu, güzelliği yaşama ve yaşatma iddiası boş bir hayal olur ancak.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT