1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Dünyeviliğe direnmek için vahyi anlamaya ihtiyaç var
Dünyeviliğe direnmek için vahyi anlamaya ihtiyaç var

Dünyeviliğe direnmek için vahyi anlamaya ihtiyaç var

Yaşar Değirmenci, Kuran-ı Kerim'de örnekleri geçen toplumlar ve günümüz toplumlarının benzerliklerini eleştirel olarak kaleme alıyor.

24 Haziran 2024 Pazartesi 15:30A+A-

Yaşar Değirmenci/Yeni Şafak

İşiterek Sağırlaşmadan, Görerek Körleşmeden Kurtulalım!

Her kafadan bir ses çıktığı, haber kanalları ve sosyal medyanın ‘algı yanılması’ ile tasavvur ve düşüncenin şekillendirildiği şu günlerde bizim asıl habere bakmamızda zaruret var. Kur’an-ı Kerim’de son cüzün ilk sûresi. ‘Nebe’ Sûresi’ önemli ve büyük haber manasına gelir. Nebe’ ile haber arasındaki fark da ‘sahibi için hayati önemi olan haber’in Nebe’ olmasıdır. Bu haberi de ‘gazete manşeti’ olarak değil, ‘göklerin manşeti’ olarak okuyabiliriz.

İşiterek sağırlaştığımız, görerek körleştiğimiz, yaşadıklarımızdan ibret alıp ders çıkarmadığımız günleri yaşıyoruz. İster pandemi deyin ister virüs fark etmez. Yalnızlığa, temassızlığa, iletişimsizliğe mahkûm edildiğimiz, camiye giremediğimiz için Cuma ve Bayram namazları bile kılamadığımız, camiye girdiğimiz dönemde yan yana saf tutamadığımız, saf olamadığımız günler unutuldu. 

Gazze’de yaşananları evimizde üzülerek seyretmekten başka bir şey yapamamanın aczi, tavır koymama, hassasiyet göstermeme alıştırıla alıştırıla dehşeti, katliamı, vahşeti, caniliği seyredip umursamaz duruma getirilişimiz de bir başka hezeyan! Olmayan İslâm ülkelerinin başındaki “Batı uşaklığı” yapanların halleri de bir başka hüzün. Mazlumların umudu, insanlığın kurtuluş beklentisi, zalimlerin kâbusu olan Lider Türkiye’nin bütün Siyonizm’in emrindeki “terör devletleri”nin etrafımızı sarması ve savaş çıkarmaya çalışarak 3. Dünya Harbi’ni başlatmak için hiç durmadan plan, proje, her türlü hile-desise-yalan dolan-iftira Makyavelleşme (hedefe ulaşmakta her yol mübah) ile hareket etmelerine mukavemet göstermek için de direniş ve dirilişe ihtiyacımız var. Vahyin inşa ve ihya diriliş ve direnişine. Hiç gündemden düşmeyen “fıtrattan uzaklaşma/uzaklaştırma!” meselesi de unutulmasın. (Lezbiyen, homoseksüel, kadın kadına, erkek erkeğe evlenmeler, vb.)

Tek tesellimiz de Gazze’nin vahye dayanan ihya ve inşasıyla binlerce insanın hidayetlerine vesile olmaları. Batı insanın (entelijansıyasıyla) İslâm’ı inceleyerek Müslüman olmaları. İçimizdeki gâvurların ıslah olmaz, hak ve hakikatten uzak; paganizm, sekülerizm, laisizm, kemalizm, oportünizm, nihilizm, vb. “izm”lerin tutsağında iken “özgürlük” diye bağrışmaları, feryat çığlıkları. Bu ve benzeri duygular içinde Kurban Bayramı sonrası yazımı yazarken helak olan toplumlardan ibret alma zamanını yaşadığımızı da unutmayalım.  

Kuran-ı Kerim’e dikkatle bakılırsa her peygamberin toplumsal bir probleme, sapkınlığa, erozyona ve istismara karşı başkaldırdığını görebilirsiniz. Peygamberler ‘yaygın ahlâksızlığın’ her türlüsüyle mücadele etmişlerdir. Günümüzün aktüalitesi bizi peşinden sürüklememeli. Peygamberlerin daveti, irşadı verdiği mücadeleleri vahyin ışığında değerlendirdiğimizde âyetler bugün nazil olmuş gibi tazeliğini koruyup yolumuzu aydınlatıp bizleri ibret almaya, helak olan kavimlerin düştüğü hata, isyan ve tuğyana düşmemeye çağırıyor. Hele son zamanlarda gazetelerin tam sayfa reklam aldıkları yüksek binalara aşırı rağbeti görünce ister istemez Ad ve Semud kavimlerini Hz. Hud ve Hz. Salih Peygamberleri hatırlamamız gerekiyor. 

Allah’ın kendilerine bahşettiği zenginliğin kendilerinden kaynaklandığı yanılgısına düşerek, zenginliğin ve kimseye muhtaç olmamanın verdiği duyguyla büyüklük ve kendini beğenmişlik hastalığına tutulanların akıbetleri, hazin sonuçları bizleri kendimize, fıtratımıza döndürmeli. O günün zengini (varlık sahibi) ne yapıyordu? İnananları kendileri kadar zengin olmadıkları için küçümsüyor, onlarla dalga geçiyorlardı. Sanatlarına, kuvvetlerine, evlerinin ve kalelerinin sağlamlığına güveniyor, kendilerini azap ve yok olmaktan korur zannediyorlardı. Zorbalıkla, terör ve azgınlıkla geçiniyorlardı. Refahın verdiği şımarıklık ve dünyevileşmeye karşı kendilerini uyaran Hz. Hud’u yalanlıyor, söylenenlere kulak asmıyorlardı. Âd kavminin hikayesi, Cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesidir. İnsanlık tarihinde dillere destan olmuş efsanevi İrem Bağları’nın sahibi olan bu uygarlık Ahkaf’ta kurulmuştu. Burası, Arabistan yarımadasının güneyinde bugün adına Hadramülmevt (Ölü yeşil) denilen vadide bulunuyordu. Ad kavmi, refahın verdiği şımarıklık sonucu Hûd peygamberi dinlemedi ve helake uğradı. Maddi refah ve imkânların şımarttığı bu kavim, dünya nimetlerinden istifade adına her türlü gayreti ortaya koyuyordu. Onlar dünyevi rahatları için her türlü vesileyi meşru görüyorlardı. Her türlü ‘sosyal dengesizlik’ topluma hâkim olmuştu. Mutlu ve putlu bir azınlık yüksek binalarda, havuzlu evlerde, bağlar-bahçeler içinde yaşarken fakir ve zayıflar eziliyordu. Âdeta yaşadıkları hayat tarzını dinleri haline getirmişlerdi. Allah’ın gönderdiği dine ve Peygamberlerine uyup ona tâbi olmaları gerekirken kendi düşünce, inanç, örf ve âdetlerini dinleri haline getirip tek ölçü olarak bunları aldılar. O lüks/konfor/israf/ dünyevîleşme içindeki hayat tarzlarının gerekleri ‘hâceti asliye’den sayılır hâle gelmişti. O hayatlarını kaybetmemek için yapamayacakları şey yoktu. Ölümü yok etmenin, ebedî yaşamanın kaygısına düşmüşlerdi. Bugünkü insanlığın durumu da bundan farklı mı?

Meselâ Ad kavminin yaptıklarını bugüne taşıdığınızda sadece zaman ve zeminin yer değiştirdiğini görürsünüz. Bina yapmak maksadıyla dağları oymaları, o kadar ileri gitmişlerdi ki o kavmin zihinlerinde bu binaların onları ölüme, hava tesirlerine (âfetlere) karşı koruyacağı düşüncesi yerleşmişti. Ölümü hayattan kovmanın, dünyada ebedî kalacakmış gibi yaşamanın getirdiği sonuçtu bu! Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler. Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu. Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları imkânların, muhkem binaların, evlerin, evlatların onlara bir faydası olmamıştı.

Onlardan arta kalanlar, helak bölgesinden uzaklaşarak yarımadanın Kuzeyinde, ihtişamlı kaya kentlerin olduğu Hicr diye anılan bölgeye yerleştiler. Semud adıyla anıldılar. Semud ‘Ad’ın yaşadığı tecrübeyi yanlış okudu. Ad kavmi, helakini inşaat malzemesinin çürüklüğüne bağladı. Kum tepelerinin (Ahkâf) eteğinde bir medeniyet kurduğu için helak olduğunu düşündü ve gitti kayalardan kendisine muhteşem şehirler inşa etti. Helak sebebinin yapı malzemesinden değil, insandan kaynaklandığını akıl edemediler. Ve sonunda “kaya gibi sağlam” mekânlarında onlar da helake uğradılar. Hz. Ömer “Biz, yoklukla, kıtlıkla imtihan olduk kazandık. Varlıkla imtihan olduk, kaybettik” derken ne kadar haklıymış. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevazılığın, sade hayatın unutulduğu, hayru hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Tıpkı halimizi resmeden şu âyet gibi “…Yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkmadı. (Kendilerini kurtardığımız bir azınlık dışında) Zulme eğilimli çoğunluksa, ayartıcı dünyevî zevklerin peşine takıldılar ve günaha gömülüp gittiler.” (11 Hud 116) 

Kıyamet hesabı yapıp ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapmalı, ‘Peygamberler Tarihi’ ve ‘Toplumların helak sebebi’ gibi kitaplarla haşir-neşir olmalı, ibret alıp nefs muhasebesini gerçekleştirmeli. İşiterek sağırlaşmaktan, görerek körleşmekten kurtulalım. 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum