Dünyanın tanınmış bir çok insanı Gazze için bir şeyler yapmanın derdindeyken...
Gökhan Özcan, Türkiye'de medya tarafından "meşhur" olarak ifade edilen insanların ne kadar sorumluluk sahibi olduğunu inceliyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Meşhurlarımızı beklerken...
Dünyanın bir çok tanınmış insanı, Gazze ile ilgili duyarlılık gösteriyor ama bizim meşhurlar ortada yok diyoruz ya, vazgeçelim bundan. Balık olmayan göle olta atmak gibi bir şey bu. Bekleriz ama bir şey çıkmaz. Asıl biz bunu beklemekle abesle iştigal ediyoruz belki de.
Konunun kapıları tartışmaya fevkalade açık...
Meşhurlarımızın neden meşhur olduğunu sorarak başlayabiliriz düşünmeye. Fikirleriyle mi? Ben bugüne kadar işe yarayacak pek bir fikir serdettiklerine şahit olmadım. Gece hayatlarıyla, evlenip boşanmalarıyla, yaz kış kombinleriyle, estetik operasyonlarıyla, önemli gün ve haftalarda ortalığa bıraktıkları klişenin klişesi paylaşımlarıyla, rüzgarın estiği yöne doğru kurguladıkları üfürükten duyarlılıklarıyla... Yeni başlayan ve final yapan kimin eli kimin cebinde belli değildir tarzı dizileriyle... Okyanusun bilmem neresinde bir adada kendilerini zora koştukları abuk ötesi yarışmalarıyla... Birbirlerine laf çakmaları, samimiyeti kuşkulu agresyon gösterileriyle, reklam çırpınmalarıyla... Sahilde okunamayacak hiçbir şeyi okumazlar, kafa yormayı gerektirecek herhangi meselenin kapağını açmazlar. Acayip de fenomendirler fakat, ne demekse! Şov işindedirler, şov yaparlar, harala gürele, lay lay lom! Medya onların çiftliğidir, en ciddi, en beklemeyeceğiniz yerlerde baş köşededirler. Onları oralara boca edenler, ciddi insanları da bu sayede görünmez hale getirmiş olurlar.
Ha biraz daha ciddi olanları vardır, onların bazı konularda ön aldığını görürüz. Ama sadece içinde İslam, Müslüman, Arap, ümmet, zulüm, mazlum gibi kelimelerin geçmediği konularda... Gizliden, hatta kendilerinden bile saklayarak ırkçı takılanları vardır. Kimisi de açıktan ırkçıdır sonuna kadar, şunu istemeyiz, bunu istemeyiz diye diklenip dururlar kendi çöplüklerinde...
Kimisi daha sakindir, üç şair, dört yazarla bir ömür sürer, bilgeliği bir aksesuar olarak, bir broş olarak üstüne takıp gezer. Kıyafetlerini günün moda düşünce konfeksiyonlarından seçer. Yazlığı ayrı, kışlığı ayrıdır. Teatral konuşur, senaryonun dışına çıkmaz, destekleyeceği hareket, oy vereceği parti, sıcak bakacağı kesimler ömürlük ve değişmez senetle işlenmiştir nüfus cüzdanına. Tabii sevmeyeceği, kabul edemeyeceği, istemeyeceği, tiksineceği kimseler, ‘güruhlar’ da...
Kimisi ağır abi sınıfındandır, hakikaten epeyce kitap götürmüştür. Sorsan anlatır saatlerce. Ama az kazısan, altından despot tonlarda bir şeyler çıkar mutlaka. Aileden elitisttirler, ne zaman ne yiyeceklerini, yanında ne içeceklerini, hangi kaşığı hangi çatalla denkleştireceklerini, tatilde nereye kiminle gideceklerini, dönüşte dostlara ne getireceklerini, hangi havuz başında Avrupai çimeceklerini bilir böyleleri... Ancak mesela bir annenin ağlayarak, feryat ederek kucağında minicik çocuğunun parça parça olmuş bedenini taşıması çekemez pek ilgilerini... Buna söyleyecek bir şeyleri, ayıracak vakitleri, alınabilecek riskleri yoktur hiç. Sosyal ilgilerinin bir menzili, bir kapasitesi, bir istiap haddi ve bir sempati puanlaması vardır. Bazı meselelere kırbaçlarıyla, postallarıyla, sallama parmaklarıyla bodoslama atlar, bazı meselelerde hiç topa girmez, ortada görünmezler. Karşı argüman üretmek için çırpınanları da eksik olmaz hiç.
Elbette sayıları çok olmasa da halkın kendilerine olan ilgisini hak eden, bulunduğu mevkiin hakkını veren, insanca duyarlılıklar gösteren, inisiyatif alan, sözünü mertçe, yiğitçe söyleyen az sayıda meşhurumuz da var. Bir elin parmakları kadar... Onların Gazze diye bir meselesi var, baki kubbeden hiç eksik olmasınlar.
Diyeceğim o ki, hangi meşhurlardan ne beklenebileceğini bilelim ki, beklerken ağaç olmayalım. Bunu bilince, neden bu insanları meşhur ettiğimizi düşünmeye de bir gün sıra gelir belki.
HABERE YORUM KAT