Dünyada Mürcii, Ahirette Harici
Hariciliğe Tepki Olarak Mürcie
Harici zihniyet hüküm Allah’ındır sloganıyla Allah’ın hesap günü vereceği hükümleri dünyada vermeye yeltenerek, aslında bizzat kendisi Allah’ın hükmüne ortak olmak pozisyonuna düşmüştür. Haricilerin hatası, Ümmeti Salih Amele karşı duyarlılaştıralım derken, uhrevi tekfiri dünyevileştirme ifratına gitmeleridir.
Harici zihniyetin ifratının tahribatını onarmaya çalışan Mürcii zihniyet ise tefrite kapılarak, yeter ki iman ettim de de ne halt edersen et, ahirette bir şekilde kurtulursun diyerek; Allah’ın ahirete yönelik, ancak iman edip hayatlarını Salih Amel kılabilenlerin ahiret kurtuluşuna erişebileceği vaadini pratikte iptal etmek suretiyle, insanların Salih Ameli önemsiz görmesine sebep olmuştur.
Murcienin hatası, dünyevi tekfiri engelleyelim derken, Kur’anda net olarak ortaya konan uhrevi tekfiri görmezden gelip, süreç içinde Ümmetin Salih Amele karşı duyarsızlaşmasına sebep olmasıdır.
Haricilik İle Murcie Arasında
Tekfir konusundaki bakışımız, Murcie ile Hariciler arasında denge noktasında olmalı. Bu iki uç arasındaki denge noktası ise, Kur’an’da pek çok ayette ve Peygamberimizin Gerçek Sünnetinde net olarak ortaya konulduğu üzere, dünyevi değerlendirme açısından Mürcie, uhrevi değerlendirme açısından ise harici olmaktır.
Yani dünyada açıkça inkar etmeyen herkesi Müslüman kabul etmek, lakin bu Müslümanlığın ahiret kurtuluşuna yetmeyeceğini, ahiret kurtuluşu için tevhidi bir iman ve hayatını Salih Amel kılabilmek gerektiğini ısrarla ve net olarak ortaya koymaktır.
Tekfirden Kaçın, Ahiretle Korkut
Bu denge noktası Kur’an ve Peygamberimizin Gerçek Sünnetinde ortaya konmuş olduğu gibi, aynı zamanda sağlama açısından en sağlamcı tutumdur. Zira bu denge ile hiç kimse tekfir edilmeyeceği ve bunun dünyevi hatalı olumsuz acı neticelerini görmeyeceği gibi, şirk ve fasit amelle malul kimselere de ahiret ümidi verilmiş olmaz ve böylece Salih Amele karşı duyarsızlaşmaya sebep olunmamış olur.
Böylece kişiler Salih Amelli olmasa bile İslam toplumundan tekfirle dışlanma ve bunun bazı acı sonuçlarına uğramayacaklar, lakin bu hallerini düzeltmedikleri sürece ahiret kurtuluşuna erişemeyecekleri bilgisi nedeniyle, eğer gerçekten ahiret kaygıları varsa kendilerini cehennemden kurtulmuş hissedemeyecekler ve bunun baskısıyla kendilerini ıslah (Salih Amel İşleme) imkanlarını koruyacaklardır.
Ahirette Hileyi (Şer’iye) Yollarla Kurtuluş Yok
Tevhit ve Salih Amele karşı duyarsızlaşmayı önlemek için, kendisini Müslüman olarak gören her kes Müslüman kabul edilmekle beraber, ahirette ancak tevhidi iman ve Salih Amelin kurtuluşa vesile olacağı hususu ısrarla işlenmeli, dünyevi olarak Müslüman kabul edilmenin uhrevi kurtuluş için yeterli olmadığı hususu devamlı vurgulanmalıdır.
Bu cümleden olarak, tevhidi bir imana sahip bile olsa eğer yeterli Salih Amel işlemezse şefaat, hal hatır gibi hileli (şeriye) yollarla cehennemden kurtuluşun mümkün olmadığı ile (Bakınız 2.Bakara Suresi 254 ve 255. ayetler), cehennemde günahı kadar yanıp cennete geçileceğine dair (bakınız 2.Bakara Suresi 78’den 82’ye kadar olan ayetler) Kur’an’a açıkça aykırı inanışların yanlışlığı da ısrarla işlenmelidir.
Dünyada Müslüman, Ahirette Münafık
Dünyada Müslüman kabul edilmek ahirette kurtuluş için yeterli olmadığı Kur’an’daki ilgili ayetler ile net olarak ortaya konmuştur. Mesela 4.Nisa Suresi 145. ayette münafıklar Müslüman kabul edilmekle beraber ahirette cehennemin en altında oldukları bildirilirken, 57.Hadid Suresi 14. ayette cehenneme sevk edilen münafıkların ahirette gerçek Müslümanlara, dünyada biz sizinle beraber değil miydik diyerek yakınacakları ve şefaat umacakları bildirilmiştir.
Yine 8.Enfal 2 ile 49.Hucurat 15. ayette gerçek (hak) müminlerden bahsedilmesi de, dünyada Müslüman kabul edilmenin uhrevi kurtuluşa yetmeyeceği, lakin uhrevi olarak cehenneme girecek sözde Müslümanlarında dünyada tekfir edilemeyeceğini ve belli şartlar çerçevesinde Müslümanların içinde yaşayacaklarını ortaya koymaktadır. Bu gerçek Peygamberimizin Gerçek Sünneti ile de sabittir.
Tevbe Kapısı Açıksa Günahkâr Müslüman Vardır
Nitekim Kur’an’da konu ile ilgili istisnasız tüm ayetlerde ancak iman ve Salih Amel edenin ahiret kurtuluşuna erişeceği net (mubin) olarak ortaya konmuşken, günahkar (ve hatta bilinçsiz şirke bulaşan) Müslümanlara da tevbe kapısı açık tutulmuştur.
Mesela 4.Nisa Suresi 15’ten 18’e kadar olan ayetlere baktığımızda, eşcinsel ilişki gibi büyük günahlar için bile, günahın ardından hemen yapılması ve ölüm belirtileri ortaya çıkmadan önce olması kaydıyla tevbe ve bağışlanma kapısının açık tutulduğunu net olarak görüyoruz.
Ayetlerde ölüm kapıyı çalıncaya kadar günaha devam edipte ölüm belirtileri ortaya çıkınca tevbenin kabul edilmeyeceğinin belirtilmiş olması, bu tiplerin ölümlerine kadar (günahkar) Müslüman kabul edildiklerini ortaya koymaktadır.
Tekfir Mantığı Kur’an’a Ve Sünnete Açıkça Aykırıdır
Ne Kur’an’ın her hangi bir ayetinde ve ne de Peygamberimizin uygulamasında, Müslümanım diyen hiç kimse ameli nasıl olursa olsun tekfir edilmemiş ve gayrimüslim hukukuna tabi tutulmamıştır. Kuranda tekfire dair ayet yok, tam aksi ayetler vardır.
Mesela 4.Nisa 94. ayette, kendisinin Mümin olduğunu söyleyen bir kişiye Mümin değilsin demenin (günümüzdeki tekfir gibi) ve kafir hukuku uygulamanın yanlışlığı ortaya konup kınanırken, 49.Hucurat Suresi 14. ayette ise, siyaseten iman ettiklerini bildiren bedevilerinin bu iddialarının kabul edilmesi ve ileride gerçekten iman edebileceklerinin belirtilmesi önemlidir.
Mürtedler Öldürülemez
3.Ali İmran Suresi 86’dan 91’e kadar olan ayetlerde, İslam’dan döndüğünü açıkça deklare edenlerin Allah’ın lanetine uğrayacakları ve cehennemlik olacakları, ancak tevbe edenlerin bu durumdan kurtulacakları bildirilmiştir.
4.Nisa Suresi 137. ayette ise, defalarca irtidat eden kimsenin bile öldürülmesi gerektiğine dair bir emir olmadığı gibi, tevbe imkanının açık olduğu bildirilmiştir.
Hiçbir ayette, bırakın İslam’dan çıktığını deklare etmeyenlerin Harici ve çağdaş Harici IŞİD’çiler mantığıyla imani yada ameli gerekçelerle tekfir edilmesi ve öldürülmesini, açıkça deklare edenlerin bile öldürülmesine dair bir emir, hatta bir ima bile yoktur.
Peygamberimizin bazı mürtedleri öldürttüğüne dair rivayetler söz konusu olup (eğer bu rivayetler doğru ise), bu şahısların irtidatlarından dolayı değil, savaş şartları ve hukuku gereği gerçekleşmiş olabilir.
Kadı Değil, Davetçi Olmalıyız
İman etmeyenlere, Müslümanım dediği halde (bizce) Kur’ana ve tevhidi aykırı inanışlara sahip olanlara, iman ettiğini iddia ettiği halde münafıkça yada gafletle gereğini yapmayanlara (Salih Amel işlemeyenler) dünyada bir ceza yetkimiz yoktur. Ancak Kur’an ve Peygamberimizin Gerçek Sünneti çerçevesinde tebliğ, uyarma, emri bil maruf nehyi anil münker, tavır, mahalle baskısı vs. yollarla onların ıslahı için gayret göstermekle sorumluyuz.
Eğer meşru bir İslam Devleti varsa, bu devlet meşru organları yoluyla Kuran ve sahih sünnet ışığındaki maddi ve manevi dolayı ve doğrudan yaptırımlarla bu tiplerin fesadından toplumu korumaya çalışır ki, böyle bir ortamda bile devletin görevlendirdikleri hariç şahıs yada grupların devletin güç kullanma ve cezalandırma yetkisini kullanması söz konusu olamaz.
Açıkça İslam’dan çıktığını yada Müslüman olmadığını deklare etmeyen kişiler Müslüman sayılıp, imani ve ameli yanlışları konusunda uygun tarzda tebliğ ve uyarılır da bulunulmalıdırlar.
Kişi inkar ettiğin deklare etmemekle beraber, yanlış bilgilenme dolayısıyla imanın yada İslam’ın temel doğrularından bazılarını inkar ediyorsa, günümüz koşullarından dolayı yine de tekfir edilmemeli, kendisine uygun metotlarla tebliğe devam edilmelidir.
Hülasa kadı değil davetçi olunmalı, davet te sadece Allah’a olduğu gibi, kadılıkta sadece Allah’a bırakılmalıdır.
YAZIYA YORUM KAT