Dünya hayatının imtihandan ibaret olduğunu unutmayalım!
Süleyman Gülek, dünyevileşmeye karşı ahiret bilincinin kuşanılması çağrısında bulunuyor.
Süleyman Gülek / Yeni Akit
Ahiret bilinci
Müslüman’ın iki hayatı vardır; dünya hayatı ve ahiret hayatı. Ahiret hayatına inanmak, İslam’ın temel iman esaslarından birini teşkil eder. Dünya hayatının son bulup yeni bir hayatın başlayacağına inanmak demektir. Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde ahiret inancı Allah’a imanla birlikte yer almaktadır. Kur’an’da dünya hayatının geçici, ahiretin ise ebedî olduğu vurgulanmaktadır. Bu yüzden insanların, dünyanın geçici zevklerine kanmamaları öğütlenmiş, daha hayırlı ve kalıcı olan ahiret mutluluğunu elde etmeleri tavsiye edilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Sorumluluk sahibi olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (En’âm suresi, 32.)
Allah Teâlâ bir başka ayette dünya hayatının da ihmal edilmemesi gerektiği, ahiretteki mutluluğun düyadaki yaşayışa bağlı olduğu şöyle vurgulanmıştır: “Allah’ın sana verdiğinden (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma...” (Kasas suresi, 77) Ahiret hayatının varlığına inanmak, adalet ilkesinin bir gereğidir. Bu dünyada iyiler iyiliklerinin, kötüler ise kötülüklerinin karşılıklarını her zaman göremeyebilirler. Ancak ahirette herkes yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. Böylece adalet tam olarak gerçekleşecektir. Kur’an’da konuyla ilgili şöyle buyrulmuştur: “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çarçabuk görendir.” (Mü’min suresi, 17)
İnsan sorumluluk sahibi bir varlıktır. Çünkü insan başıboş ve amaçsız yaratılmamıştır. “Sizi sadece boş yere, gayesiz yarattığımızı ve sizin gerçekten geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn suresi, 115) İnsana birtakım sorumluluklar ve görevler verildiğine göre bunların bir karşılığı olmalıdır. Bu görevleri yapanlar mükâfatını almalı, yapmayanlar cezasını çekmelidir. Bu da tam olarak ancak ahirette gerçekleşecektir. Dünya hayatında her şeyin bir sonu olduğunu, tüm canlıların zamanı gelince birer birer yaşamını yitirdiğini görmekteyiz. Her canlının bir sonu olduğu gibi içinde yaşadığımız kâinatın da bir sonu vardır.
Dünyadaki yaşamın son bulup bütün canlıların ölmesine “kıyamet” denir. Kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka hiç kimse bilemez. (Lokman suresi, 34) Peygamberimiz kıyametin kopma vaktini kendisinin de Cebrail’in de bilmediğini ifade etmiştir. (Müslim, İman, 1) Kıyametin kopuşu, İsrafil adlı meleğin “sûr”a üflemesiyle başlayacaktır. İsrafil sûra iki kez üfleyecek, birincide dünya hayatı son bulacak, tüm canlılar ölecektir. İkinci üfleyişten sonra ise bütün insanlar dirilecektir. Bu yeniden dirilme olayına “ba’s” denir. Kur’an-ı Kerim’de konuyla ilgili şöyle buyrulmaktadır: “Sûra üfürülünce artık Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölür. Sonra sûra bir kere daha üfürülür. Onlar da hemen ayağa kalkarak bekleşirler.” (Zümer suresi, 6)
Kur’an-ı Kerim’de kıyametin kopmasından sonra insanların yeniden diriltilmesinin Allah için zor olmadığı belirtilir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bir adam, çürümüş bir kemiği eline alıp ufaladıktan sonra Peygamberimize dönerek, “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” demiştir. Peygamberimiz de, “Onları da seni de Allah diriltecek” diye karşılık vermiştir. Bunun üzerine Allah Peygamberimize şu ayetleri indirmiştir: “Kendi yaratılışını unutarak bize karşı örnek getirmeye kalkışıyor ve ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü o her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran odur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır. Bir şey yaratmak istediği zaman onun yaptığı ‘ol!’ demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâsîn suresi, 78- 82.) İsrafil’in sûra ikinci kez üflemesiyle bütün insanlar diriltileceklerdir.
Daha sonra dünyada yaptıklarının karşılıklarını görmek için “mahşer” denilen büyük bir meydanda Allah’ın huzurunda toplanacaklardır. Buna “haşr” denir. İnsanların dünyada yaptıkları her işin ve konuştukları her sözün yazıldığı “amel defterleri” kendilerine dağıtılacaktır. Yaptıkları iş ve davranışlardan hesaba çekileceklerdir. İnsanların bu şekilde hesaba çekilmeleri Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: (Enbiyâ suresi, 1) İnsanların bütün davranışları “mizan” denilen Allah’ın adalet terazisinde değerlendirilecektir. Bu değerlendirmelerin ardından tüm insanlar “sırat” adı verilen bir yoldan geçerek iyiler “cennet”e, kötüler ise “cehennem”e gideceklerdir. İnsanların dünyada söyledikleri hiçbir sözün ve yaptıkları hiçbir davranışın karşılıksız kalmayacağı Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı kötülük işlemişse onu görür.” (Zilzâl suresi, 7, 8)
Cennet, dünyada iken inanıp yararlı işler yapanların sonsuza kadar kalacakları, çeşitli nimetlerin ve her isteyene istediğinin verildiği yerdir. Allah dünyada iken iyi işler yapanları, güzel davranışlarda bulunanları cennette mutlu bir yaşamla ödüllendireceğini şöyle bildirmiştir: “Allah, iman eden ve iyi işler yapanlara söz vermiştir; onlar için bir bağışlanma ve büyük mükâfat (cennet) vardır.” (Mâide suresi, 9)
Kötülük yapanlar mutlaka bunun karşılığını göreceklerdir. Onlara hiçbir haksızlık yapılmayacak ancak yaptıkları kötülükler ve haksızlıklar karşılıksız da kalmayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle dile getirilmiştir: “Hayır, kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara suresi, 81) Cehennem, Allah ve ahiret gününe inanmamış, onun öğütlerine uymamış insanların pişmanlık ve acı içinde yaşayacakları yerdir. Ahiret gününe inanan insan öldükten sonra tekrar diriltileceğini ve yaptıklarından hesaba çekileceğini bilir. İyi ya da kötü hiçbir davranışın karşılıksız kalmayacağına inanır. Bu nedenle yaptığı tüm işlerde sorumluluk bilinciyle hareket eder. Ahirete inanan insan, erdemli yaşamaya çalışır. Herkesle iyi geçinir ve kimseye haksızlık etmez. Doğru ve dürüst olmayı, iyilik yapmayı, insanlara faydalı olmayı, kendisine ilke edinir.
Ahiretin dünyada kazanılacağına inandığı için kişi hayatın zorluklarına da sabreder. Kanaatkâr olur ve dünyevi menfaatlerin geçici olduğunu bilir. Sahip olduğu nimetleri başkalarıyla paylaşır. Ölüm, hayatın değişmez bir gerçeğidir. Yüce Allah bu gerçeği Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade etmiştir: “Her canlı ölümü tadacaktır...” (Âl-i İmrân suresi, 185) Ahiret inancı insanı yok olma korkusundan kurtarır. Çünkü ahirete inanan insan için ölüm geçici hayatın son bulması, sonsuz yeni bir hayatın başlaması demektir. Bu durumda ölümden kaçışın bir anlamı yoktur. Önemli olan ölüm gerçeğini unutmamak ve ona hazır olmaktır. Hz. Peygamber, “İnsanların en akıllısı, ölümü unutmayan ve ona hazırlıklı olan kimsedir.” (İbn Mâce, Zühd, 31) buyurarak bu gerçeğe işaret etmektedir. Sürekli bir anlam arayışı içinde olan insan kendi kendine, “Ben kimim? Niçin yaratıldım? Benim ve bu dünyanın sonu ne olacak?” gibi sorular sorar. Özellikle, “Benim sonum ve dünyanın sonu ne olacak?” sorusuna en anlamlı cevabı ahiret inancı verir. Çünkü ahirete inanan insan yokluğa mahkûm bir varlık olmadığını, sonsuz bir hayatla şereflendirileceğini bilir. İşte bunu bilen insan, yaşamın bir amacı olduğunu anlar ve yaratılış amacı doğrultusunda hayatını sürdürmeye özen gösterir. Dünya hayatının imtihan olduğunu bilenler ahiret bilinciyle yaşarlar ve böylece dünya ve ahiret saadetine kavuşurlar!
HABERE YORUM KAT