Dün basının 'ibretlik' günlerinden biriydi işte...
Seçimin yapıldığı 12 Haziran (2011) tarihi siyasi tarihimize herhalde bir çok özelliğiyle geçecek; ancak bir gün sonrası Türk medya tarihine 'ibretlik bir gün' olarak geçti bile...
Hani 11 Eylül (1980) günü sokaklarda oluk oluk kan akarken askerlerin 'idareye el koyduğu' 12 Eylül (1980) tarihinin bir gün sonrasında terör eylemleri 'şıp' diye kesilmişti ya; dün medyada olan da bu: Bütün kampanya boyunca farklı telden çalagelen manşetlerin ve yorumların yerini yumuşak bir dil almıştı.
Ak Parti iktidardan gitsin de yerine ne gelirse gelsin yarışını sürdürüyordu medyamız, kampanya boyunca; "CHP'ye oy verin" tavsiyesinde bulunurken yapılanları hayırla yâd etmekten geri durmayan yabancı meslektaşlar kadar bile insaflı görünmeye çabalamıyordu. Kampanyanın başlarında yeterince hırçın davranmadığı için anamuhalefet liderine târizde bulunanlar bile çıkmıştı aralarından...
Bizim medya için bunlar doğal...
Türkiye'de 27 Mayıs (1960) döneminin mirası bir 'vesayetçi medya düzeni' var. Sivil yönetime ilk müdahaleyi yaparak sonraki bütün şerlere kapı aralayan 27 Mayısçılar, "Bâbıâli'den geçeceğiz" vaadinde de bulunmuşlardı.
'Öncü' gazetesi öyle kuruldu. O sırada Başbakanlık görevini yürüten darbecinin sağladığı ve bir bankanın takviye ettiği sermayeyle... 'Öncü' gazetesinin kadrosu, sonraki 50 yıl boyunca, basının hemen bütün renklerini kendi çizgisinde tutmayı başardı. O kadroya ait birinden el almayanlar gazetelerde önemli yerlere getirilmedi, köşe sahibi olamadı.
Gazete yönetimleri ve köşeleri, birkaç istisna dışında, hâlâ o çizgiyi sürdüren kişilerle onların el verdikleri tarafından işgal ediliyor...
'Tasfiye' denildiğinde hemen üzerlerine alınıyorlar; oysa 'tasfiye' sözcüğüyle ifade edilen medyadaki bu köhne düzenin sona ermesidir.
Dün manşetlere ve köşelere yansıyan 'ibretlik' tavır hiç kimseyi şaşırtmasın. Tek bir insanın profesyonel ömrünü aşan 50 yıldan fazla sürmüş bir çizginin en önemli özelliği şartlara uyum gösterebilmesidir. Patronlara göre kaval çalmasını, her sarsıntıyı direnmeden atlatmayı böyle başardılar.
Hep 'sağ' politikacılar tarafından yönetilen bir ülkede 'vesayetçi' çizgiyi sürdürebilmelerini bu özelliklerine borçlular.
İdareye el konulduğunda asıl renkleri ortaya çıkar bunların; onun dışında daldan dala atlayabilir, farklı görüntülere bürünebilir ve esas çizgilerini "Biz muhalifiz" iddiası arkasına saklayabilirler...
Öyle ya, "Biz muhalifiz" dediklerinde, demokrasiyle yönetildiğimiz dönemlerdeki tavırlarını açıklamış oluyorlar. Muhalif olmadıkları tek yönetim biçimi askerlerin idareye el koyduğu dönemlerde uygulanandır...
Açın bakın gazetelere, darbeler öncesinde sivil yönetimleri yıpratmakla meşgul olduklarını, ertesinde ise askeri yönetime hulus çakıp yol gösterme görevi üstlendiklerini görürsünüz.
11 Haziran günü 'muhalif' idiler, dün farklı bir renkle ortaya çıktılar; hiç merak etmeyiniz, yeniden eski hallerine bürünmeleri uzun sürmeyecektir.
Evet, dün basınımız açısından 'ibretlik' bir gündü; ama bizde bu tür 'ibretlik günler' hiç de az değildir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT