Duhok’ta sivilleri kim vurdu?
20 Temmuz Çarşamba günü Irak Kürdistan Bölgesi, Duhok ili, Zaho ilçesi, Derkar kasabasına bağlı Perex turistik köyüne dört top mermisinin isabet etmesi sonucu tamamı sivil insanlardan oluşan ikisi bebek dokuz kişi yaşamını yitirmiş, 28 kişi yaralanmıştı.
Saldırının gerçekleştiği Kürdistan bölgesi yetkilileri ihtiyatlı açıklamalar yaparken, olayın vuku bulduğu ilk saatlerden itibaren ve hiçbir kanıt sunulmadan Irak hükümet yetkilileri başta olmak üzere, İran yanlısı Şii gruplar ve PKK çevreleri tarafından Türkiye’ye sert suçlamalar yöneltilmiştir. Ayrıca, İran yanlısı Şii grupların başını çektiği kesimler tarafından Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliğinin etrafı sarılmış, Türk Bayrakları yakılmış, Başika’daki Türkiye askeri üssüne Grad füzeleriyle saldırı düzenlenmiş ve bazı iş yerlerine “Türkler giremez” afişleri asılmıştır.
Elbette ne sebeple olursa olsun dokuz sivilin piknik yerinde hunharca katledilmesi her türlü tepki ve tel’ini hak eden menfur bir olaydır. Ancak, 91 yılından itibaren ve hâlihazırda ABD tarafından bir milyonu aşkın sivilin katledilmesine, dahası, İran tarafından belli aralıklarla ‘İsrail hedeflerine saldırı’ gerekçesiyle başta Erbil olmak üzere Kürdistan bölgesindeki bazı sivil yerleşim yerlerine yapılan füze saldırılarını görmezden gelenlerin, özetle; son otuz yıldır Irak’ta vakay-ı adiyeden sayılabilecek bu son saldırı karşısında gösterdikleri tepki ve duyarlılık dikkat çekicidir.
Türkiye’de ise bir parti olarak HDP’nin siyasal çizgisi ve takip ettiği politika göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’yi ve KDP’yi suçlayan açıklamaları sürpriz sayılmaz ama Diyarbakır Barosu gibi “hukuk” temelinde örgütlenmiş ve üyelerinin tamamı hukuk formasyonu almış bir kurumun hiçbir somut delil ve belgeye dayanmadan "Kürdistan Federal Bölgesinin Zaho ilçesinde TSK'nın bombardımanıyla…” şeklinde başlayan açıklaması bir hak ve adalet arayışından ziyade bir senaryo izlenimi vermektedir.
Bu canice saldırının Türk askerleri tarafından gerçekleştirilmiş olması elbette ihtimal dâhilindedir. Nitekim, Kürdistan bölgesinde PKK ile mücadelenin devam ettiği mıntıkalarda yaşayan siviller de zarar görmüş bu sebeple özellikle Duhok’a bağlı yüzlerce köy boşaltılmıştır. Aynı şekilde bu olayın TSK içerisindeki bazı kripto kişiler tarafından taammüden yapılmış olması ihtimali de göz ardı edilmemelidir. 2015 yılında Rusya Hava Kuvvetleri'ne ait uçağın düşürülmesi, bir yıl sonra Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov'un öldürülmesi bu kabil kriminal hadiselerdir.
Bu saldırı Türkiye’nin terörle mücadele gerekçesiyle haklılık ve meşruiyet temelleri güçlü olan Irak ve Suriye'deki sınır ötesi operasyonlarının hukuki, ahlâkî ve vicdani anlamda sorgulanmasına sebep olacak düzeyde hassas bir tablonun ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bundan dolayı başta Türk yetkili mercileri olmak üzere kamuoyu vicdanını tatmin edecek şekilde objektif ve şeffaf bir soruşturmanın yapılarak olayın açığa kavuşturulması ve sorumluların tespit edilerek adalet önüne çıkarılması elzemdir.
Mamafih Türkiye’deki yetkili mercilerin olayın tüm detaylarıyla açığa çıkarılması için Irak ve Kürdistan bölge yetkililerine yaptığı işbirliği çağrısı önemlidir. İran yanlısı Şii partilere mensup milletvekillerinin öncülük ettiği; Türkiye ile her türlü ticari ve diplomatik ilişkilerin kesilmesi, sınır kapılarının kapatılması, Türk askerlerinin bölgeyi terk etmesi gibi çağrılar eşliğinde Irak parlementosunun olağanüstü toplanması neticesinde, olayın kim tarafından ve ne şekilde işlendiği yönünde Türkiye’nin de talep ettiği bir araştırma/inceleme komisyonunun kurulması çağrısı görmezden gelinerek Birleşmiş Milletler’e şikayet kararı alındı. Halihazırda da Türkiye’nin bu çağrısına somut bir cevap verilmiş değildir.
Tüm bu hengâme içerisinde Irak Meclisindeki Sünni es-Siyade Koalisyonu Başkanı Hamis Hançer’in sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “Duhok olayının sinsi bir terör örgütü oyunu olduğu ve saldırıyı bölgedeki terör mafyalarının yaptığı” şeklindeki açıklaması çok kıymetli ve Irak’taki siyasi dengeleri fark etmek açısından son derece önemlidir.
Irak ve Suriye’nin gelecekte yeniden üniter bir yapı altında sulh ve esenlik içerisinde bir arada yaşama ihtimalini zayıf gördüğümü her fırsatta dillendiriyorum. Birinci dünya savaşında Osmanlı’nın dağılmasından sonra İngilizler’in güdümünde kurulan mutlakiyet rejimleri ve akabinde Baas rejimi ülkede istikrar sağlayamadı. Gerçekçi, kalıcı ve sürdürülebilir bir esas üzerine inşa edilmeyen bu ulus devletler en küçük bir rüzgarda darmadağın oldular.
Irak’ın merkeziyetsiz ve dağınık yapısı, Kürtlerin bölünmüşlüğü ve Irak üzerindeki İran nüfuzu 15.yüzyıl şartlarıyla büyük benzerlik göstermektedir. O dönemde Osmanlı-Safevi mücadelesine sahne olan ve Çaldıran Savaşı sonrasında büyük oranda Şiilik ve Sünnilik üzerinden ayrışan bölge bu gün siyasal ve sosyal boyutlarıyla benzer bir kriz yaşamaktadır.
Irak’taki Sünnilerin cendereye alınması, PKK’ye mütemadiyen alan açılırken KDP’nin baskı altında tutulmak istenmesi, Suriye’deki vahşet ve katliamlar… Hepsi aynı senaryonun farklı tezahürleridir.
Türkiye’ye gelince: bundan yüz yıl öncesine kadar bu bölgenin tümünü yöneten bir imparatorluk varisleri olarak siyasal, sosyal ve kurumsal yapılarını bu tecrübe ışığında yeniden revize etmedikleri ve ayaklarına milliyetçilik prangası dolandığı müddetçe bırakın bölgesel bir güç olmayı, kendi iç barışlarını sağlamakta dahi acz ve zafiyet yaşamaya devam edeceklerdir.
YAZIYA YORUM KAT