Dublörün Dilemması
Murat Menteş'in İletişim Yayınları tarafından basılan Dublörün Dilemması adlı kitabını Süleyman Ceran Haksöz-Haber için değerlendirdi.
Murat Menteş'in İletişim Yayınları tarafından basılan Dublörün Dilemması adlı kitabını Süleyman Ceran Haksöz-Haber için değerlendirdi.
Gerçek Hayat Dergisi'nin beş yıldır yayın yönetmenliğini sürdüren Murat Menteş'in geçtiğimiz yıl yayımlanan ilk romanı Dublörün Dilemması, hem edebiyat dünyasında hem de interaktif ortamlarda ilgiyle karşılandı. Öyle ki Milli Gazete'den tutun da Hürriyet'e kadar, romanla ilgili çıkan yazılarda Hakan Albayrak'ın (Hollywood filmleri için yapılan afiş yorumları gibi) "Çok acayip. Çok tuhaf. Müthiş!.." cümlelerine paralel düşünceler üretildi. Bununla birlikte kitap, Modern Üretken Girişimci ve Etkin Kadınlar Derneği gibi pek çok değişik çevrelere ait organizasyonun web sitesinde ayın kitabı olarak tanıtıldı.
Dublörün Dilemması'nda dikkat çeken ilk husus kahramanların isimleri: Nuh Tufan, Dilara Dilemma, İbrahim Kurban, Habib Hobo, Umur Samaz, Başak Tör, Vedat Vargo, Falih Talih, Haydar Baydar, İdris Terzi, Şekip Şikeste, Ferruh Ferman, Rıza Silahlıpoda… Türkiye'de roman karakterlerinin isimlerinin niteliği üzerine pek çalışılmış değil ama Fethi Naci, Ayla Kutlu'nun Hoşça Kal Umut adlı kitabındaki roman kişilerinin adlarını incelerken Philippe Hamon'dan alıntı yaparak ve yazılı dilin görsel etkisinden bahsederek 'O' harfinin şişman, iri kıyım bir kimseyle, 'İ' harfinin ise zayıf bir kişiyle uyuşabileceğini söylediğini bizlere aktarır (Fethi Naci, Roman ve Yaşam, Can Yayınları, İstanbul,1992). Murat Menteş'de romanında rasgele isim vermek yerine oldukça bilinçli tercihler yapmış. Bu isimler (Ya da meyvertigo, şant-ajans(şant-aj), Kumpas (Kum Pastanesi) gibi markalar.) hakikaten zekâ ve mesaj yüklü. Hepsinin o kişide veya organizasyonda bir karşılığı var. Mesela Rıza Silahlıpoda gibi bir isme sahip olan karakterin yumuşak huylu bir memur olması ya da Dilara Dilemma ismine sahip bir kızla sıradan bir ilişki yaşanması beklenemez.
Tabii bununla birlikte bilgilerin okuru sıkmadan şırınga edilmesi, dilin son derece yerinde kullanılması ve yarattığı aksiyoner atmosferin de teslim edilmesi gereken iyi noktalar olduğunu kayda geçirmek gerekli. Yazarın, Nuh Tufan'ın İbrahim Kurban için "Bu sıcakta kucaklaştık. Biz hakikaten sıkı arkadaşız." Dedirttirmesi, derinlikli bir mizah gücünün işaret fişekleri sanki. Oldukça iyi.
Romanın kahramanı Nuh Tufan, çağdaş bir keloğlan adeta. Her iki karakterin de fiziksel olarak insanlardan ayrıldığını görüyoruz; keloğlan kelliği ile Nuh Tufan ise albinoluğu ile dikkat çekiyor. Her ikisi de sempatik olmayıp zekâları, ukalalıkları, fırsatçılıkları, utanmazlıkları, muziplikleri karakterlerinin başat uzamları olarak ortaya çıkıyor. Herkes onlara güveniyor, onlar ise kimseye güvenmiyorlar; karakterleri oldukça rahatsız edici. Kahramanımızın halüsinasyon görme hastalığının oluşu, çöpten çıkardığı eşyaları "çöplük" adlı işyerinde satması ve en yakın arkadaşının bir dahi olması yazarın kaleminin kıvraklığını artırmada yardımcı olduğu gibi, kurguda da dirilik oluşturmasına yardımcı oluyor.
Romanın en belirgin üslubu olayları dört farklı kişinin gözünden görmemiz. Bu üslubu ilk kullanan James Joyce'un dışında necip Mahfuz gibi yazarların dışında ülkemizde de Cemal Şakar'ın Pencere adlı öyküsünde karşılaşmış (Cemal Şakar, Pencere, Hece Yayınları, Ankara, 2003) ve yaşanan olayları bir adamın, eşinin, çocuğunun ve misafirinin gözüyle görmüştük. Her birinin kendine has üslubu ve bakış açılarının etkili bir şekilde anlatıldığı hikâye göstergebilim verileri açısından da önemsenmesi gereken bir eserdir. Gelgelelim Murat Menteş, olayları farklı kişilerin gözlerinden bizlere aktarırken üslubu neredeyse hiç değiştirmiyor. Nuh tufan'ın gözünden bakmakla bir ajanın yahut da yaşlı bir iş adamının gözünden bakmanın herhangi bir farkı yok. Muzip bir dil ve yer yer de ansiklopedik hava hemen her bölümde peşimizi bırakmıyor. Bu durumun da bir eksiklik olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yazar, kitabın Melodiler ve Mermiler başlığında Takeshi Kitano'dan "Müzik değişince dans da değişir" sözünü alıntı yapıp ikinci alt başlıkta Ankebut Suresi'nden bir alıntı sonra başka bir alt başlıkta da Leon Bloy'dan yapılan ve "İnsan öldüğünde uzunca bir süre için ölür" gibi fanzin dilinin hâkim olduğu alt başlıklardan birine Kur'an'dan bir ayetin alıntılanması; "söz"ü sıradanlaştırarak, duyargaların törpülendiği izlenimi uyandıran özensiz bir durum oluşturuyor.
Dublörün Dilemması ile ilgili olarak çıkan en farklı yorum ise Akşam Gazetesi'nden Oray Eğin'e ait. Eğin, gazetedeki köşesinde "Acaba sahiden var oluşu, aidiyeti, inancı sorgulayan Rock şarkıları dinleyip inançlı kalınabilir mi? Filmlere, romanlara kendini fazlasıyla kaptırıp, dünyayı onların sunduğu alternatif evren ekseninde izleyip hala dünyevi değerlerin ve maneviyatın geçerliliğine inanılabilir mi? Bu ikilemi merak ediyorum işte; bu ikilemin büyüyeceğini, bu insanların kısa süre sonra daha görünür olacağını tahmin ediyorum." demekten kendini alamıyordu.
"Enerjik bir kitle için enerjik bir edebiyat şart" diyen Menteş'in hedef kitlesi olarak gördüğü beynamaz, ahlaksız insanlar ne kadar bizim mahallemizi temsil edebilirler ki. Bayanlara karşı cıvık sarkıntılıklar yapmak, Orhan Gencebay gibi arabesk kültürün afyonlarına saygıda kusur etmeden selam durmak, gençlerin güncel yaşantısının belirgin müziğini rock şarkılarının oluşturması bizim mahallenin hasletleriyle ne kadar örtüşür? Zenginlerden nefret eden bir karakter yaratıp hepsine teker teker Kolombiya kravatı takmak istemek kendisini bağışlamamız için yeterli bir veri olabilir mi?
Edebiyat, sinema, müzik… Bütün bu sanat dallarında -gündelik hayatta da olduğu gibi- yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan sorumlu tutulacağız. Her şeyin bir kaydı tutuluyor. Her şuur sahibi insanın bu gerçekle günaşırı yüzleşmesi şart. Marifet odur ki, Hindistan, Pakistan, Brimanya ve Seylan bağımsızlığını ilan ederken İngiltere'de başbakan olan Clement Richard Attlee'yi anlatmak, onun kültüründen dem vurmak değil; topraklarını emperyalist pençeden kurtaran halkların dili olmaktır. Bizim mahalleye aidiyet hissi ancak bu şekilde oluşur herhalde. Zira Murat Menteş'in can verdiği karakterlerin taktıkları maskeler, gönderme yaptıkları şarkılar, arkadaşlık ortamları buralara, bu topraklara ait değildir.
Murat Menteş, Virgül Dergisi'nin Temmuz 2005 sayısında kendisiyle yapılan röportajda "Edebiyat kana karışır." gibi oldukça derinlikli bir cümle kurmuştu. Edebiyatın ehemmiyetinin altını çizen bu cümlelere katılmamak kabil değil. Yalnız şunu netleştirmekte fayda var; kana karışacak maddenin niteliği. Organizmanın yaşaması yahut ölmesi yazarın elinde. Murat Menteş her ne kadar seviyeli bir dil, tutarlı bir kurgu ve akıcılık yakalamış olsa da kitap, hiçbir "şey" ifade etmediğinden, Dublörün Dilemması gibi bir roman okurun kanına yalnızca "hava" karıştırabilir. Havanın da damarları patlatmak gibi ölümcül sonuçları olduğu malum. O nedenle Menteş'in o güçlü kaleminden ahirette yüzüne çarpılmayacak, amel defterini görünce yüzünün kızarmayacağı daha "anlamlı" çalışmalarını sabırsızlıkla bekliyoruz.
EK: MERAK EDİLEN SORULAR VE OLASI YANITLARI!
Akla gelen ilk soru "İslami kesime yakınlığıyla bilinen bir derginin yayın yönetmeninin çıkardığı bir roman nasıl olur da her kesimin ortak ilgisiyle ve beğenisiyle karşılaşır?"
El-Cevap:
1- ÜMBYAKVY Derneği'nin (Ümmet-i Muhammed'in Bağrında Yaşayan Albinoları Koruma ve Yaşatma Derneği) değerli çalışmaları ve organizasyon becerileri sayesinde.
2- Abbate firmasının "Kolombiya Kravatı" fikrini tutmaları ve piyasa sunmak istemeleri sayesinde.
3- Murat Menteş'in, "Birkaç İyi Adam"da (A Few Good Men), filminde general rolündeki Jack Nicholson'ın (Rıza Silahlıpoda) disiplin akan cümlelerine karşılık Tom Cruise (Nuh Tufan) karakterine bürünmesi ve bunun da adrenalinleri yükselen okur kitlesinin kalbine cuk diye oturması sayesinde.
4- Ercüment Batanay'ın 1941 yılında müziklerini Sadettin Kaynak'ın yaptığı, Münir Nurettin Selçuk'un da başrolünü oynadığı "Kahveci Güzeli" -Avni Dilligil'in Yeşilçam'daki ilk rolü bu filmdedir- filminde tambur çalıp oyunculuk yaptığını her musikişinas bilir. İşte bu tat bazılarına göre aslan sütü, kavun ve beyaz peynirle anlam kazanır, aynı hissin "Dublörün Dilemması"nı okuyanlarda da depreştiği ANAR'ın yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkmış olması (Aşka gelme hali yani) sayesinde.
5- Romanın 81. sayfasında yer alan, "Whitcomb Judson, fermuarın mucidi. 21 Eylül 1922'de öldüğünde, Chicago'da bütün fermuarlar yarıya indirilmiş." cümlesinin yaygınlaşması ile bu "acayip" romanın çeşitli okullarda öğretmenlerin öğrencilere okutulmaması yönünde telkin yaptıkları ve İletişim Yayınları'nın kitabı uygunsuz cümlelerin had safhada olması nedeniyle poşetle satmayı düşündüğü dedikolarının yayılması sayesinde.
6- Çekoslavakya'da bulunan Karpat Dağları'nın en yüksek doruğu olan Gerlsdorf Tepesi'ne çıkan ilk insan evladı olan Bartın'lı Tacettin Hepçıkar'ın bir gazeteye yansıyan "Dublörün Dilemması'nı zirveye çıhınca şakkadanak anladım. Meğer beyne daha az oksijen gitmesi, kitabın anlaşılması için yeter akçe imiş yavv." cümlelerinin gündeme oturması sayesinde. (Üstelik gazetecilerin, "Şimdi hangi kitabı okumak istiyorsunuz?" sözlerine Hepçıkar'ın "Tuna Kiremitçi'nin tüm şaheserleri" demesi yok mu, onun etkileri ayrı bir yazının konusu.)
7- Lüzumsuz bilgilerin zirve yapması ve bazı duyarlılıkları sadece arajman olarak kullanılması, romana olan ilginin her kesime yönelmesini sağlamış olabilir.
Gri hücrelerimizi mıncıklayıp, ikinci olarak da "Murat Menteş'i böyle roman yazmaya iten saikler neler olabilir?" sorusunu yanıtlamaya çalışalım.
El-Cevap:
1- Bu romanı, yokuşlara trampet çalarak çıkmış, fiyonk makarna kılıklı, bol tüberkülozlu, ilkokula sınıf atlayarak başlamış terli bir Deli Dumrul sipariş ettiği için.
2- Yazarın, yürüyen merdivenlerin koşabileceğini, tırabzanların üzerinden küspe çuvallarının atlayabileceğini, sansarların tavuklarla ve bilumum kümes hayvanlarıyla barış imzaladıklarını ama tilkilerin hâlâ Sevr peşinde olduğunu hayal etmesinin kalemini depreştirmesi.
3- Murat Menteş'in, İsviçreli meşhur aktris İngrid Bergman'ın doğum ve ölüm gününün aynı olduğunu (29 Ağustos 1915–29 Ağustos 1982) ve İtalyanların en büyük yönetmenlerinden Pietro Germi (14 Eylül 1914–5 Aralık 1974) ile tek ortak yanlarının da Beatles'ın "Fool on the Hill" şarkısı olduğunu -çok önemliymiş gibi- öğrenmesi.
4- Toprak damdan düşen lüferin, sakarinin dozunu çok kaçırınca, başına üşüşen yuvalarından atılmış mülteci karıncaları görünce dehşetten frengi geçirmiş Yul Brynner kılığına girip, Menteş'in rüyasına girmesi.
5- Fıskiyede salınan topu, ağzından edilgenlik fiilleri eksik olmayan adamın çalmasıyla tuhaf bir durgunluğa gark olan çay bahçesi sakinlerinin himmet talepleri.
6- Muslukları açık kalmış şadırvanlara takıntısı olan, minbere koşar adım çıkan, misket oynarken ağzı bir karış açık gulyabaninin, yazarın evine isimsiz tehdit mektupları göndermesi.
7- 1915 yılında Meksika'nın Chihuahua adlı şehrinde Anthony Quinn dünyaya gelirken, aynı vakitlerde İngiliz yolcu gemisi Lusitanya Alman denizaltılarının torpillemesi sonucu battı ve 1148 kişi öldü. Aynı yıl İtalya'nın Avezzio kentinde meydana gelen depremde 30.000 kişi öldü, Çanakkale'de zafer coşkusu vardı ve bir yandan da Tehcir kararı açıklanmıştı, Çin'in ise Japonya'yla başı dertte idi ve yenilgiyi kabul ederek "Ulusal Yas Günü"ne yatay geçiş yapmışlardı. Burt Lancaster ise 2 yaşına basmış ve çoktaaan emeklemeye başlamıştı. Tüm bunları öğrenen yazarımız da girdiği şokun etkisiyle işte böyle bir roman yazmış olabilir.
Süleyman Ceran
Haksöz-Haber
HABERE YORUM KAT