DTP'den sonra
Anayasa Mahkemesi, davası iki senedir süren DTP'yi kapattı. Hem de 11 üyenin kararıyla. Kapatma kararına mesnet teşkil eden iddia "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki faaliyetlerin odağı" haline gelmesi.
Ancak kararın teşekkülünde "bölünme ve ayrılıkçılık"tan çok "parti ve yasak cezası alan siyasetçiler ile terör ve şiddet arasında kurulan ilişki"nin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Mahkeme Başkanı, AK Parti'yle ilgili açıkladığı karar sonrasında, parti kapatmalarına siyasetçilerin son vermesi gerektiğini söylemişti. Bu açıklamasında DTP'yi "terör ve şiddet" dolayısıyla bu çağrının dışında tuttuğunu belirtti.
Kararın hukuki yönü üzerinde konuşmanın bir yararı yok. Ama kararın "siyasi yönü" görmezlikten gelinemez. Hemen ilk akla gelen sorular şunlar: Kürt sorunu çerçevesinde yürütülen siyasetin geleceği ne olacak? Bütün inisiyatif PKK'nın mı eline geçecek? Sorunun siyasetini yapanlar TBMM'de temsil edilmeyecekler mi? Partileri kapatılan DTP'liler sine-i millete döner mi?
İlk açıklamasında Ahmet Türk, önceden aldıkları kararların arkasında durduklarını belirtti. Şu var ki, sine-i millete dönülse de, dönülmese de bundan sonraki süreçte Kürt siyasetinde kullanılan dil ve takip edilen yöntem bugünküyle aynı olmayacaktır. Şahinler, kapatma kararını öne sürüp çok daha sert, radikal ve diyaloğa kapalı yol takip edecekler, bu onların eline önemli bir fırsat verdi. "Taban dağa çıkmamızı istiyor" diyen bir siyasetçiye herhangi bir ceza gelmezken, başından beri yumuşak üslubu, diyaloğa açık tutumu ile her aşamada çözümün adresini gösteren Ahmet Türk ve "Kürt sorunu üzerinde dururken Türkleri de anlamamız, onların bölünme korkusunu göz önüne almamız gerekir" diyen Aysel Tuğluk'un ağır bir biçimde cezalandırılmaları çok anlamlı oldu.
Ahmet Türk'ün konuşmak ve diyalog kurmak üzere en uygun isim olduğunu, kapatma kararından hemen sonra yaptığı açıklamadan bir kere daha anlamış olduk. Ahmet Türk, "Umutsuzluk derinleşmemeli, sorun parti kapatmakla çözülmez" dedi ve geleceğe ilişkin kanuni siyasete işaret etti.
Türkiye'nin yürüttüğü demokratik açılımın nasıl bir mecrada seyredeceği, biraz da partileri kapatılan DTP'lilerin takınacağı tutuma bağlıdır. Hiç kuşkusuz birçok kişi DTP'nin kapatılmasını istiyor, bekliyordu. Çünkü buna, demokratik açılımı tıkayacak bir faktör gözüyle bakılıyor. Durup dururken, en tepede görev yapan bazı siyasi zatların İspanya Batasuna davasını hatırlatmaları boşuna değildi.
Öyle de olsa, ben akl-ı selimin, sağduyunun, yani "Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk çizgisi"nin öne çıkacağını sanıyorum. Türkiye, bölge ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden Kürt aydınları ve siyasetçileri, büyük devletlerin, şiddet ve terörü uluslararası güvenlik sistemini manipüle etmek amacıyla başvurdukları bir enstrüman olmaktan çıkardıklarını; Türkiye toplumunun genelinde şiddet ve teröre karşı derin bir nefretin oluştuğunu; şiddetin Kürtleri psiko-sosyal olarak diğer etnik gruplardan ayrıştırma gibi bir tehlike doğurduğunu ve en önemlisi Kürtlerin kendilerinin de "silahlı mücadele"ye artık işe yarar, sonuç getirici gözle bakmayı bir kenara bıraktıklarını görebiliyor.
Şiddet, silahlı mücadele, "düşük yoğunluklu savaş" vb. enstrümanlar Kürt sorununu daha çok ağırlaştırıyor. Kürt halkının kendisi de yoruldu; bölgenin sadece iktisadi değil, beşeri coğrafyası da derin bir sarsıntı geçirmiş bulunuyor. Kısaca hem ülkenin geneli ve devlet, hem de Kürtler açısından daha çok sürdürülebilir bir durum mevcut değil. Mevcut tutumun devam etmesi demek bir 50 bin insanın daha hayatını kaybetmesi, bir 300 milyar doların daha havaya uçması ve sivil siyaset üzerinde siyaset dışı güçlerin vesayet iddialarının devam etmesi anlamına gelecektir.
Çözüm, diyalog, karşılıklı anlama süreci, birlikte yaşama arzusunun takviye edilmesi, demokratik siyasetin önünün açık tutulması ve bugüne kadar yapılan hataların gözden geçirilerek başlatılmış olan demokratik açılıma devam edilmesidir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT