1. YAZARLAR

  2. Markar Esayan

  3. Dr. Frankenstein’ın canavarı olarak yargı
Markar Esayan

Markar Esayan

Yazarın Tüm Yazıları >

Dr. Frankenstein’ın canavarı olarak yargı

08 Nisan 2010 Perşembe 18:31A+A-

Ergenekon davası, AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı, Kafes ve Balyoz darbe planları derken, son iki yıldır Taraf’ın haberleştirdiği ve çoğunun altında Mehmet Baransu’nun imzası olan dosyalar ülkenin gündemini sürekli olarak yargı konusunda teyakkuzda tutuyor. Son yıllara kadar ülkede ne kadar yolsuzluk, adaletsizlik ve suç varsa hepsinin müsebbibi olarak sivil siyaseti, siyasetçileri gösteren ve bu şekilde hep perdenin arkasında gölgede kalan imtiyazlı unsurlar “yargı” korumasından mahrum kaldıkça çatışmanın dozu daha da artıyor.

Nitekim son günlerde Balyoz soruşturmasında yaşanan tahliyeler, savcıların itirazı üzerine bunlardan 13’ünün yeniden tutuklanması, üçüncü dalgada 14 emekli subaya dokunulması, ama 78 muvazzafa yönelik operasyonun durdurulması artık çuvala sığmayan bir savrulmanın en dramatik epizodu olarak önümüzde duruyor. Şimdi herkes birbirine soruyor “bu iş nereye varacak” diye. Kartların bu kadar açık ve fütursuzca oynanması gidecek çok yerin kalmadığına da işaret ediyor.

Şamil Tayyar’a konuşan Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, üçüncü dalga Balyoz operasyonunun muvazzaf kısmının durdurulmasıyla ilgili olarak “Gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf... Bunların 25’i amiral ve general rütbesinde... Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda var, Güney Deniz Saha Komutanlığı’nda var, 6. Kolordu’da var, Hakkâri’de terörle mücadele eden askerî birliğin başında olan var... 15-20 kişi de emekliye ayrılmış subay, toplam 95 kişi... Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçların iyi değerlendirilmesi gerekir” demiş.

Bu sözlerden siz ne anlıyorsunuz?

Anayasa’nın 10. maddesi “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” demiyor mu? Başsavcı’nın, generallerin gözaltına alınması veya tutuklanmasının doğuracağı sonuçları takdir etme gibi bir yetkisi, görevi var mı? Bu kişilerin rütbeleri Anayasa’dan üstün mü? Savcıların –herhalde bir suç unsuru buldukları için- tutuklanmalarını istedikleri generallerin göreve devam ediyor olmaları sakıncalı değil mi? Peki, yine Anayasa’nın 10. maddesi uyarınca, aynı operasyonun ilk bölümünde artık muvazzaf olmadıkları için tutuklanan kişilerin uğradığı haksızlık ne olacak?

Karşımızda kendi cüssesi altında ezilen, adalet dağıtma görevini ifa edemeyen, ideolojikleşmiş, çürümüş ve ülkenin iç barışını ve istikrarını yutmaya aday bir karadelik var. Bu biraz da, darbeler ve vesayet tarihimizin yarattığı Dr. Frankenstein’ın canavarına benziyor. Kendi efendisinin dahi bazen sözünü dinlemiyor. Dr. Frankenstein’ın canavarı gibi, –namuslu ve cesur yargı mensuplarının gayretiyle- içinde insani, iyi bir taraf da var, sahibinin kötücül komutlarını hiç tereddüt etmeden tatbik eden korkunç bir tarafı da. Türkiye’nin böyle nevrotik bir psikolojide daha ne kadar can çekişmesi gerekiyor?

Hatırlarsanız, TESEV’in “Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları” başlıklı kapsamlı araştırmasında, mülakata katılan yargı mensuplarının bir bölümünün “Söz konusu devlet olduğunda hukuk mukuk tanımam” dediklerini dehşet içinde okumuştuk.

Niye şaşırmıştık ki?

Şemdinli, 367 kararı ve AKP’ye açılan kapatma davasından tutun, bilirkişi raporunun “suç unsuru yoktur” demesine rağmen Hrant Dink’e verilen mahkûmiyet, Baskın Oran söz konusu olduğunda hakareti eleştiri sınırında bulan, ama Nazlı Ilıcak’ın “işgüzar” kelimesini hapisle cezalandıran kararlar, “Her şehit için bir Kürt öldürülmeli” diyenleri hoş gören, ama Orhan Miroğlu gibi Kürtçe konuşan siyasileri hapse atan bir çifte standart bu ülkede yaşanmadı mı?

Ama bir de madalyonun öteki yüzü var.

Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, faili meçhul cinayetlerin gerçek faillerine bir türlü dokunulamamasının sebebini, devletteki kurumlar içindeki “dayanışmaya” bağlayarak isyan ediyordu Bugün’e verdiği röportajda. Hem kendi başında bulunduğu Dink cinayetini araştıran komisyonun, hem de Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun raporunda net bir biçimde kayıt altına alınan kasıt veya ihmallerin neden araştırılmadığına isyan ediyordu.

Üstelik, İçişleri Bakanlığı’nın müfettişleri, her iki raporun tavsiyesini ve hiyerarşiyi hiçe sayarak, Dink cinayetinde adı geçen görevlilerin kovuşturulmasına gerek olmadığına karar vermişti.

Bence amaç canavarı kökten yok etmek olmalı, kumandasını ele geçirmek değil. Yoksa biz bu memlekette sittinsene birbirimizi yer dururuz.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT