Döviz Seferberliğine Cuma Hutbesi Desteği
Karar gazetesinde yayımlanan bugünkü yazılarında Yıldıray Oğur ve Mehmet Ocaktan, Diyanet’in cuma hutbesinde döviz krizinden bahsetmesini konu alıyor.
Diyanet’in cuma hutbesinde döviz krizine dair vatandaşa ‘nasihat’te bulunmasını değerlendiren Karar gazetesi yazarlarından Yıldıray Oğur, hutbelerin devletin politik önceliklerine uyarlanmasının geçmişine değinirken aynı gazetenin yazarlarından Mehmet Ocaktan, bu tutumun paniği arttırması riskine dikkat çekiyor.
*** *** ***
Yıldıray Oğur’un “Ey Müminler TL’ye Dönün” başlıklı yazısını ilgilerinize sunuyoruz:
1925 yılında Şapka Devrimi’nden üç ay sonra Konyalı muallim Hüseyin Refik “Şapka istimalinde (kullanılmasında) mahzur-i dini olmadığı”na dair bir hutbe kaleme aldı. Hutbe 1925 yılında Kasım ve Aralık aylarından Konya’nın camilerinde Cuma namazlarında hutbe olarak okundu.
Hutbenin sonu bu coğrafyada Bizans’tan beri süregelen din-devlet birliği geleneğinin veciz bir ifadesiydi:
“Cümlemizin vatani, dini, siyasi her işimizi hal ve akde mebus ve vekil intihap ettiğimiz milletvekili dindaşlarımızın, ulü’l emr olan mübeccel hükümet-i Cumhuriyemizin dört dini delile ve memleketimizin asri ihtiyacına muvafık gördüğü medeni kisveyi giymemek dinen, aklen, siyaseten büyük mesuliyet gerektirir, başkaları için ibret olacak cezaları davet eder. Müslümanlık, Türklük iddiasında bulunan her fert yaşamak ister, Allah’a, Peygamber’e karşı kulluk vazifesini yapmak isterse bugünkü hükümetimizin emirlerini ifada zerre kadar bahane göstermemeli, can ü yürekten itaat ve riayet etmeli...”
(Kaynak: İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam, Dergah Yayınları, 2008, s. 124-125)
Devlet, mesajlarını aktarmada her Cuma günü vatandaşlarının büyük bir çoğunluğunun toplandığı camilerde okunan hutbeleri hep iyi bir fırsat olarak gördü.
Buna darbe dönemleri de dahil. Devirdikleri Demokrat Parti’yi irticacılıkla suçlayan 27 Mayıs darbecileri de Cuma hutbelerinde halka propaganda yapmaktan geri durmamışlardı.
27 Mayıs darbesinden hemen sonra Diyanet tarafından müftülüklere gönderilen talimatta, o yıllarda merkezi olmayan hutbelerde 27 Mayıs darbesinin övülmesi açıkça istenmişti.
O hutbelerden biri o sırada yargılanan Demokrat Partililere atıfla Yasin suresinin ayetleri okunarak başlamıştı:
Ey Allah'ın kulları, sadede gelirsek; yüce Allah şöyle buyurmuştur: 'Artık bugün (hesap günü) hiç kimseye zerrece zulmedilmez ve siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”
Hutbenin Türkçe bölümünde ise mesaj açık ve netti:
“Aziz cemaat!
Kahraman ordumuzun hummalı çalışmaları ve semereli gayretleri cümlemizin malumudur. Bu yolda bize düşen millî, dinî ve insanî vazifelerimiz vardır. Her şeyden evvel şunu bilmeliyiz ki Türk milleti cesur ve olgun ve necip bir millettir. Asla haksızlığa, adaletsizliğe tahammülü yoktur. Varlığını ve egemenliğini vatan ve millet uğrunda feda etmekten çekinmeyen ulvi bir millettir. Zira ecdadından aldığı tecrübe bunu iktiza ettirmektedir. Fatihlerin, Yavuzların, Yıldırım ve Atatürk’ün izinden giden kahraman bir milletiz. İşte Milli Birlik Komitesi ve âzası bu ulvi milleti temsil etmektedir.”
(Kaynak: İsmail Kara, "Cami, Ordu, Siyaset: 27 Mayıs İhtilaline Dair Bir Hutbe", Toplumsal Tarih, sayı:173, 2008, s.42-48)
Diyanet, aynı zamanda bir devlet dairesi olunca, her devirde zaman zaman o günkü iktidarların istedikleri mesajlar Cuma hutbelerinden halka duyuruldu.
Bunların en meşhurlarından biri 2001 ekonomik krizi sırasında 31 Ağustos 2001 günü Cuma namazında Türkiye’deki bütün camilerden okunan “Türk lirası milli itibarımızdır” başlıklı hutbeydi. Maliye bürokratlarının da eli değmiş gibi duran hutbe herhalde İslam tarihinin en teknik ekonomi tabirlerinin bulunduğu Cuma hutbesiydi:
“Muhterem Müminler!
Bir ülkenin milli parası ise, o ülkenin diğer devletler nezdindeki milli onurunun sembolüdür. Artık uluslararası ekonomik hayatta, yabancı paralar karşısında milli paranın paritesinin yüksekliği, o ülkenin itibarının da göstergesi kabul edilmektedir. Milletlerin tarihinde zaman zaman sıkıntılı ve zor dönemler olmuştur. Üzülerek müşahede etmekteyiz ki; milletimiz 30 yıldır ağır bir enflasyonist baskı altında yaşıyor. Ekonomimiz ciddi problemler ile karşı karşıya. Bu bağlamda döviz dengesinin istikrara kavuşamaması, döviz kurlarının aşırı derecede yükselmesi, milli paramızın değerinin gittikçe düşmesine ve sonuç olarak da vatandaşlarımızın her geçen gün biraz daha fakirleşmesine sebep olmaktadır. Artık maalesef milli paramız yerine evler, yabancı paralar ile kiralanmakta, çarşı pazarda insanımız döviz ile alış-veriş yapmaktadır. Ülkede emek-sermaye-istihdam ve üretim dengesi, yerini sadece döviz alınıp satılan bürolara bırakmıştır. Bu gidiş doğru değildir.
Muhterem Müminler!
Milletimiz, tarih boyunca pek çok sıkıntı ile karşılaşmış ve bunları omuzlayarak aşmıştır... Milli irademiz ile, bugün karşı karşıya olduğumuz bu ekonomik problemleri aşacağımızdan da kuşkumuz yok. Ancak; önce milli irademizin, milli hakimiyetimizin ve hükümranlığımızın en önemli göstergelerinden, sembollerinden biri olan milli paramıza, Türk Liramıza gereken değeri vermeliyiz. Ürettiğinden fazlasını tüketen hem de borç alarak tüketen değil, kısaca tüketim toplumu değil, üreten insanlar olmalıyız, paralarımızı dolara marka değil, dövize değil; üretime yönlendirmeliyiz.”
Bu hutbeden 18 yıl sonra yine ekonomik olarak sıkıntılı günlerden geçerken, geçen hafta Cuma hutbesinde minberlerlerden benzer ekonomik mesajları duyuldu. Diyanet’in merkezden hazırlayıp bütün camilere gönderdiği hutbede müminler “ekonomik saldırı”ya karşı koymaya çağrılmaktaydı:
“Aziz milletimiz, dün en ağır şartlara rağmen yedi düveli dize getirdiği gibi, bugün de feraseti ve Allah’ın inayetiyle hainlere geçit vermeyecektir. Dün 15 Temmuz işgal girişimine göğsünü siper ettiği gibi, bugün de ekonomik ve teknolojik her türlü saldırıya korkusuzca karşı koymasını bilecektir. Nihayetinde hak ile bâtıl arasındaki savaşın adı, zamanı, zemini ve şartları değişmiş olsa da değişmeyen tek bir gerçek vardır ki, o da; “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz” ilâhî fermanıdır... Maddi varlığımıza, manevi değerlerimize, el emeğimize, ürünümüze, yavrularımızın yarınlarına sahip çıkalım. Tutumlu olmaya, sade ve mutedil harcamaya, israftan uzak durmaya her zamankinden fazla özen gösterelim.”
Hutbelerde güncel meselelerden bahsedilmesinde bir tuhaflık yok. Keşke bütün imamlar bunu yapmakta özgür bırakılsa, merkezi sistem ve kontrol olmasa.
Ama herkesin vergileriyle dönen Diyanet tarafından, merkezi olarak güncel bir mesele hakkında bir hutbe irad edilecekse de Cuma namazlarının en popüler ibadetlerden olduğu, her kesimden, her görüşten insanların namaz için camiye geldiğini unutmamak gerek.
Az sonra her fikirden insanın arkasında saf tutacağı bir imamın okuduğu hutbenin dili her gün televizyonlardan duyulan, siyasilerin kullandığı, bir olayla ilgili politik bir tercihi yansıtan dilin aynısı olmamalı.
Tabii bunlar ancak temenniler ve ilkelerin hatırlatılmasından ibaret. Yoksa iktidarlar ve niyetleri değişse de bin yıllık gelenekler kolay değişmiyor.
(Cuma hutbeleri konusunda okuma önerisi Ceren Kenar, Bargaining Between Islam and Kemalism, Vera Kitap)
*** *** ***
Mehmet Ocaktan’ın “Döviz Hutbesini Ahali Nasıl Değerlendirir?” başlıklı yazısını ilgilerinize sunuyoruz:
Bayram vesilesiyle toplumun farklı sosyolojik kesimleriyle yaptığım temaslar, görüşmeler son dönemde toplum davranışlarındaki değişimi okuma açısından adeta bir laboratuvar niteliği taşıyor.
Dört günlük bayramın ilk gününü İstanbul’da, geri kalan üç gününü ise Bursa’da bayramlaşmalar ve dost ziyaretleriyle geçirdim. Dostlukların, akrabalıkların zenginleştiği bu bayramların, toplumdaki dayanışma ruhunu da güçlendirdiği muhakkak.
Galiba biraz da gazetecilik mesleğinin kazandırdığı bir özellik dolayısıyla, insanların ülkedeki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini ve ne tür tepkiler verdiğini yakından gözlemleme merakı benim için de geçerli. Bayramda yaşadığım küçük bir örnek, eminim meramımı anlatmak açısından son derece açıklayıcı olacaktır. Bayramın dördüncü günü Cuma namazından çıkarken beni gazetecilikten tanıyan bir beyefendi yaklaştı ve birlikte bir kahve içmeyi teklif etti.
***
Sanırım biraz acelesi vardı, dolayısıyla kahveler gelmeden kitabın tam ortasından mevzuya daldı. Bu arada, meselenin vuzuha kavuşması açısından sohbeti Cuma hutbesiyle irtibatlandırmak durumundayım. Epey bir süredir pek tanık olmadığım bir üslupla imam, Cuma hutbesinde son günlerde yaşadığımız döviz krizini anlattı. Ve tabii ki meseleyi dış düşmanlara bağladı. İmam efendi Batılıların döviz artışıyla Türkiye’yi ekonomik olarak kuşatmayı hedeflediklerini ve milletçe sergileyeceğimiz dayanışma örneği ile bu Batı saldırısını da püskürteceğimizi, tarihte bu mücadelenin sayısız örneğini verdiğimizi söyledi.
İşte kahve sohbeti yapmakta olduğumuz beyefendinin merakı da tam bu noktadaydı. Dedi ki: “Mehmet bey, imam da döviz hutbesi okuduğuna göre galiba ekonomide işler pek iyi gitmiyor, ne dersiniz?” Tabi ki ben bu soruyu cevaplamak yerine, esas onun meseleyi nasıl gördüğünü merak ettiğimi söyledim. Zira, günlük hayatta sorunları doğrudan yaşayan insanların değerlendirmelerinin, pek çok ekonomik analizden daha kıymetli olduğu kanaatindeyim.
Nitekim sohbetin koyulaştığı bir noktada sohbet ortağımın şu ifadeleri açıkçası son derece anlamlıydı: “İmam efendi hutbede ekonomik savaştan, Batılıların Türkiye’ye düşmanlığından bahsetti ama, nedense mevduat faizlerin yüzde otuzlara dayandığından hiç bahsetmedi. Bu öylesine tehlikeli bir durum ki, biz bunları 90’lı yıllarda yaşadık, o yıllarda faizdeki çılgın artış enflasyonu tetikledi ve ülke olarak sonunda duvara dayandık.”
***
Evet vatandaşın analizi bu... Elbette o bir ekonomist değil, sadece tecrübelerine dayanarak bugünü okumaya çalışıyor. Dolayısıyla söylediklerini kesin bir veri olarak kabul edemeyiz. Ama halk irfanını da dikkate almakta yarar olabilir.
Ancak benim esas zihnimi karıştıran imamın döviz hutbesi okuması... Anladığım kadarıyla aynı gün Türkiye’deki bütün camilerde aynı döviz hutbesi okunmuş. Eminim Diyanet böyle bir hutbenin farklı toplum kesimlerinde nasıl algılanacağını dikkate almıştır. Zira başka bir camide aynı döviz hutbesini dinleyen bir köy muhtarının şu sözleri daha farklı bir fotoğrafı ortaya koyuyor. Muhtar köylü şivesiyle diyor ki: “Mehmet bey, bu gavulla zaten bize düşman. Emme biz napciz bana bi deyive... Ben inek satcin dolara mı yatırin, Alaman parasına mı?”
Açıkçası muhtar da meselenin seyrini görüyor, ancak imamın dövizdeki tehlikeye dikkat çekmesi kafasını karıştırmış, bu yüzden de parasını korumanın derdine düşmüş. Galiba döviz işini hutbe konusu yaparak camilerde tartışılır hale getirmek çok doğru bir yol değil. Çünkü dövizdeki artışın, bir memleket meselesi olarak Cuma hutbelerinin konusu haline gelmesi, ister istemez insanların zihninde ‘derin bir kriz var’ algısı yaratacaktır.
HABERE YORUM KAT