1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Dosta Şedid, Düşmana Merhametli Olmak Müslümana Yakışmaz!
Dosta Şedid, Düşmana Merhametli Olmak Müslümana Yakışmaz!

Dosta Şedid, Düşmana Merhametli Olmak Müslümana Yakışmaz!

Abdullah Yıldız, Müslümanların temel vasıflarından olan zalim kafirlere karşı şedid - mü’minlere karşı merhametli olma vasfına dikkat çektiği yazısında, halihazırda bunun tersini gösteren realitenin olumsuzluklarını vurgulamış.

16 Nisan 2019 Salı 17:25A+A-

Abdullah Yıldız’ın Yeni Akit’te yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısı (16 Nisan 2019) şöyle:

Dosta Şiddet, Düşmana Merhamet (!)

Ümmet-i Muhammed’in çok yönlü zulümlere, saldırılara, sürgünlere ve katliamlara maruz kaldığı ve neredeyse sadece Müslümanların kanının ve gözyaşının aktığı bir dünyada yaşıyoruz…

İşin en acı tarafı, böyle bir ortamda birlik olmaları ve birbirlerine destek olup kenetlenmeleri gereken Müslümanların bir kısmının, zalim şer güçlerin şeytani tuzaklarına düşerek, din kardeşlerine kan kusturan İslâm düşmanları ile aynı safta yer alabiliyor olmaları; kâfirlere karşı sergilemeleri gereken “şiddetli”(izzetli, kararlı, tavizsiz) duruşu Müslüman kardeşlerine reva görürken, onlardan esirgedikleri “merhametli” tutumu ise zalim ve katil İslâm düşmanlarına gösterebilmeleridir.

Oysa kutlu peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a), ashâb-ı kirâmına ve ümmetine “kâfirlere karşı şiddetli/çetin, kendi aralarında ise merhametli” olmaları gerektiğini öğretip örneklemiş, Yüce Rabbimiz de Kur’ân-ı Kerim’inde Ümmet-i Muhammed’in bu güzel özelliğini tebcil etmiştir:

“Muhammed, Allah’ın Rasûl’üdür. Onun beraberindekiler ise, kâfirlere karşı çok şiddetli/çetin, kendi aralarında son derece merhametlidirler. Onları cemaatle rükû ve secde ederek, Allah’ın lütfunu ve hoşnutluğunu dilerken görürsün. Nişanları yüzlerindedir secde eserinden…” (Fetih 48/29)

Kâfirlere karşı şiddetli (güçlü, kararlı, tavizsiz ve başları dik) ama kendi aralarında engin merhamet ve şefkat sahibi olmaları gereken, bu birlik ve kardeşlik ruhunu da günde beş vakit omuz omuza kıldıkları namazlarla -cemaat halinde vardıkları rükû ve secdelerle- besleyerek “vecihlerine” yani benliklerine/kişiliklerine ve ilişkilerine yansıtmaları gereken Müslümanların bir bölümü maalesef bunun tam tersini yapıyorlar… Hem de birlik ve kardeşliğe en fazla muhtaç olduğumuz; Müslüman coğrafyanın her taraftan kuşatıldığı, şeytani komplolar, kumpaslar ve darbelerle paramparça edildiği, korkunç zulüm, işkence ve katliamlara maruz kaldığı en sıkıntılı dönemde…

Ömrünü Müslümanların birliğini sağlayarak Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtarmaya adayan, Kudüs’ü kurtardıktan sonra da kalabalık Haçlı saldırılarını başarıyla geri püskürten büyük komutan Selahaddin Eyyubi, o netameli yıllarda Müslümanları birbirleriyle uğraşmamaları, özellikle de âlimleri halkın önünde ihtilaflı konuları tartışmamaları konusunda uyarmış ve şöyle demişti:

“Dostlarıyla uğraşanlar düşmanlarıyla savaşamazlar.”

Kudüs’ün yüz iki yıldır Çağdaş Haçlıların işgali altında olduğu, Filistin başta olmak üzere bütün İslâm dünyasının kan ve gözyaşına boğulduğu bir süreçte yapılması gereken şey “ortak düşmanlara” karşı hep birlikte mücahede etmek değil midir?

Büyük âlimlerden Süfyan b. Uyeyne, bir gün bakar ki, adamın biri, yanına toplamış insanları, onun bunun aleyhinde atıp tutuyor. Ona sorar: “Hiç doğuda kâfirlerle cihad ettin mi?” Adam: “Hayır!” der. “Peki, hiç batıda kâfirlerle cihad ettin mi?” Adam yine: “Hayır!” der.

Bunun üzerine İmam Süfyan b. Uyeyne der ki: “Desene, doğudaki ve batıdaki bütün kâfirler senin elinden emin. Bari biraz sus da, müminler de senin dilinden emin olsunlar.”

Özellikle inkârcı zalimlerin İslâm coğrafyasına batıdan ve doğudan saldırdıkları bir ortamda müminlerin basiret ve ferasetlerini kuşanarak birbirleriyle didişmemeleri gerekmez mi?

“Allah’a ve Resul’üne itaat edin ve birbirinizle nizalaşmayın (tartışmayın, çekişmeyin). Sonra feşele düşer(korkaklaşır, yılgınlaşır, salaklaşır, gevşer)siniz ve rüzgârınız (gücünüz, enerjiniz, devletiniz) elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 8/46)

Gün, nizalaşma vakti değildir; feşele düşmemek ve rüzgârımızı kesmemek için sabretme vaktidir.

İmam Şafii, talebelerinden Yunus ile müzakere yaptığı bir meselede ihtilafa düşer. Yunus öfkesinden dolayı dersi terk edip evine gider. Akşam olunca İmam Şafii, Yunus’un kapısını çalar. Kapıyı açan ve hocasının ayağına kadar gelmesine utanan Yunus’a, İmam Şafii ders niteliğinde şunları söyler:

“Ey Yunus, bizi birleştiren yüzlerce mesele dururken bir mesele mi bizi ayıracak? Ey Yunus, yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma; bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir! Ey Yunus, hatadan nefret et, ama hataya düşenden nefret etme! Bütün kalbinle günaha öfkelen, ama günahkara acı, ona merhamet göster! Ey Yunus, sözü eleştir, ama sözü söyleyene saygı göster! Ey Yunus, görevimiz hastalığı tedavi etmektir; hastayı yok etmek değil!”

Gün, küsüp köprüleri yıkma vakti değil, kardeşlik, birlik, dostluk, af ve merhamet vaktidir.

 

HABERE YORUM KAT

3 Yorum