Dost manasının sırrı: Halil
Yasin Aktay gerçek anlamda dost olmak ve dostluğun manası hakkında akıl yürütmelerde bulunuyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Dost manasının sırrı: Halil
Dostluk eşit ve özgür insanlar arasında bir ilişki ise kadir-i mutlak Allah ile iradeleriyle, güçleriyle, tercihleriyle birlikte kendi yarattığı kullar arasındaki dostluk tam bir muamma olarak görünür. Bu muammayı çözebilecek anahtar, dostluk duygusu ve ilişkisini de herşeyi yaratan Allah’ın yaratmış olduğunu iyice idrak etmekten geçer.
İnsanların birbirleriyle dost olma irade ve tercih kabiliyetlerini yaratan, içlerine bu duyguyu koyan Allah zaten dostluğun bütün ufkunu da, sınırlarını da, imkanını ve bütün boyutlarını da tayin etmiş oluyor. Kendilerine karşı koyma iradesi verilmemiş olan melekler O’nun yaratmaya karar verdiği insanla ilgili haberi aldıklarında şaşkınlıklarını şu sözlerle ifade etmişlerdi: “Biz seni hamd ile tesbih ve takdis edip dururken orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?” Oysa Allah onların bilmediklerini biliyordu ve yarattığı Adem’e isimleri öğretip meleklere de bunu arz ettiğinde nihai cevapları şu olmuştu: “Seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yok”.
Kendisine isimler öğretilmiş insana, Allah’a dost olabilme veya olmama kabiliyeti de verilir, dost olmak için temel şart bu özgürlüktür. İsimler üzerinden salt yaratılmış olmanın faniliğinin ötesini bilme arzusu da yüklenmiştir. Allah’ı bilmek ile kendini bilmek arasındaki geçişi tecrübe eder, bu tecrübeyi yaşadığında mutlak Öteki olarak Allah’ı tenzih ederek mutlak dostluğun ufkunu ve tecrübesini de yakalar.
Hz. İbrahim’in dostluğunun ve bu dostluk yolundaki imtihanının felsefesini en iyi yapmış filozoflardan Søren Kierkegaard Hıristiyanlıkta tanrının, insanlığın ilahi olana yükseltilemeyeceğini görerek, insanlık seviyesine inmeye karar verdiğini söyler. Elbette dostluğu mümkün kılan adım Allah’tan gelmektedir. Ama bunun için kulun bir adım atması gerekmektedir. Bir adım yaklaşana Allah on adım yaklaşır.
Hiç kuşkusuz Allah ve kulu arasındaki dostluğun bütün peygamberlerin hayatlarında çok tipik örnekleri vardır. Ama bu konuda ismiyle müsemma olan İbrahim’in dostluğu, bizatihi dostluğun mahiyetini anlamak açısından apayrı bir yere sahiptir.
İbrahim için neredeyse özel bir isim haline gelmiş olan Halil vasfı, bizzat Allah’ın kendisiyle olan ilişkisinin tavsifidir. İbrahim Halilullah’tır, Allah’ın sevgili dostudur.
O aslında Allah’a, Halil’ine tam bir teslimiyet ile bağlanmıştır. O’nun yaratışıyla ilgili aklına takılan bütün kuşkuları, en naif, en saf bir zihinle itiraf etmekte, soruları bir dosta sorar gibi sormaktadır. Ölmüş ve cesedi parçalanmış bir kuşun nasıl tekrar diriltilebileceğini, kalbinin mutmain olması adına bilmek, görmek ister. İnanmadığından değil, bir dost bir dostun sözünden mutmain olmak ister, en saf en samimi haliyle aklına takılanı, kınanma veya ayıplanma endişesi taşımadan sorabileceği bir rahatlık alanındadır. İbrahim bu rahatlık alanından bunu sorar, sonra insanlığa rab olarak empoze edilmiş sahte tanrıların (güneşin, ayın) gücünü kendi içinde sınayarak dost adına teker teker eler.
Zihni bir sosyal ve tarihsel çevrede yetişmiş biri olarak elbette bir tabula rasa değildir. Ancak o zihinde taşıdığı bütün önyargıları Halil rabbinin sözleriyle tashih etmeye de sonuna kadar açıktır.
Halil rabbinin yolunda, O’nun düşmanlarına karşı Nemrut ve adamlarına karşı birlikte bir yola koyulur. Rabbiyle birlikte, O’na güvenerek hareket ederken yanında maddi anlamda Nemrud’un orduları ve silahlarıyla başedecek hiçbir gücü ve imkânı yoktur. Bu asimetrik güç savaşını birlikte göze almış olması bile dostuna olan sonsuz güveninin bir işareti. Bu yolda ateşe atılmayı, o odunların ateşinde cayır cayır yanmayı göze alır. Bunu göze aldığında maruz kalacağı yanışın mutlaka dostunun vaadiyle bir aydınlık getireceğine emindir, ama bu aydınlığın ateşi söndüreceğine dair önceden hiçbir bilgisi yoktur. Öbür türlüsü içten pazarlıklı, bir danışıklı döğüş olurdu. Allah’ı dostluğu adına bir mucize şartına bağlamayı asla düşünmemiştir. O yanmayı, dostu uğruna kül olmayı zaten göze almıştır, ama atılmayı kabul ettiği ateşin onu yakmayışı Allah’ın kendisine bir armağanı olarak gerçekleşmiştir. Bu armağan aslında Allah’ın sıradan insanın hayatına her an, sürekli olarak, verdiği sağlıkla, sıhhatle, nimetlerle tekrarlayan bir şey.
İbrahim’in daha ağır imtihanlarından biri de evladıyla olmuştur. Kendisini Halil kılmış, dost kılmış olan rabbinin yolunda feda edemeyeceği hiçbir şeyi olmadığını göstermiştir. Ama ömrünün sonlarına doğru, yine O’nun bir armağanı olarak kendisine verilmiş olan evlatla olan meşguliyet, bu dostluğun arasına girmiştir. Dost için başka herşeyden vazgeçebilmiş olan İbrahim’in imtihanların en ağırıyla sınanması, bu biricik, sevgili evladıyla da sınanmasının vakti gelmiştir.
Kendisinden istenen şeyin gerçekten kesin bir bilgiye dayanıp dayanmadığı hususunda şeytan vesveseler veriyor. Kurban yolunda, Akabe’de kendisini yolundan saptırmaya çalışan, bu ağır imtihan yükünden caydırmaya, ayartmaya çalışan her türlü faktörle, vesveseyle, ideolojiyle, tavsiyeyle baş eder. Hepsini aşar ve Halil’i ile arasındaki bütün boşlukları kapatır, araya kaçanları ayıklar (Halil kelimesinin bir anlamı da boşluklar, türevleriyle bir başka anlamı da fermante edici süreç, birliktelikle yaşanan kaynaşma ve bu kaynaşmanın dostlar arasında bir içiçelik oluşturması, araya kaçmış olanı çıkarmaktır), ta ki, biricik evladını dostuyla arasından çıkarana kadar.
Tıpkı Nemrud’un ateşine atıldığında olduğu gibi burada da İbrahim İsmail’in boğazına bıçağı dayadığında kendisine gökten bir koç geleceğini elbette bilmemektedir. İbrahim’in evladına olan bağlılığının onu hakikate dost olma yolundan ayırmaması, uzaklaştırmaması veya saptırmaması gerekirdi. Burada kan bağının dostluğun yerini alamayacağına dair de güçlü bir işaret vardır. İnsanın seçebildiği, karar verebildiği, tercih edebildiği dostluk, seçemediği kardeşlik veya evlatlık gibi değildir, ondan üstündür. Hatta bu kan bağının dostun yerine geçmemesi çok daha önemlidir. Ama her halükarda insan hayatı sadece dostlardan veya dostluklarından ibaret değildir. Araya sızan, halil olan başka şeyler fidye gerektirir.
Bu fidyeyi ödemeye hazır olmak lazım. Hazır olduğunda ise bunun fidyesini dost sana bırakmıyor zaten, bizzat kendisi ödüyor. Ne de olsa dostlar arasında hediye dostluğun tabiatındandır.
Allah, dostunun, evladına karşılık gelen fidyesini bizzat öder ve böylece dostluğun en ağır imtihanından başarıyla geçen Halil İbrahim dost manasının sırrı olur.
HABERE YORUM KAT