Dört kadın meselesi
Şu meşhur “dört kadın” provokasyonu; her Tekbir defilesi sonrası olduğu gibi yine sahnede. Markanın sahibi Mustafa Karaduman'a sormuşlar ve cevaben “Üç karım var ve çocuklarım üstüme kayıtlı” mealine gelen bir meydan okuma almışlar: “Türkiye Cumhuriyeti, resmi evli olmadığım kadınlardan olan çocuklarımı nüfusuma geçirmemi hoşgördü, n'aber” türünde bir şey.
Karaduman belki farkında, belki değil ama; “TC çocuğumu kabul ediyor, size ne?” tavrı, sistem bekçilerinin toleransına sebebiyet verecek değil. O müsamaha gayri resmi, aynı zamanda gayri dini beraberliklerden doğan çocuklar için geçerli. Nitekim muasır medeniyetler seviyesi el kitapçığımız öteden bu yana, “nikahsız beraberlikler in, imam nikahı out” diyesidir. Ve TC'nin çocuğunu kabul ettiği delilini getirse de, dini referansla amel etmiş olması, birinin suçlu ilan edilmesi için yeter sebeptir.
Gelgelelim; çokeşlilik haberlerinin neden hep yoğunlukla mütedeyyin camianın yoksul değil de zengin kesiminden geldiği de; ciddi biçimde tartışmaya açılması gereken bir bahis. Parayla ya da güçle tanışmış, ensesi katlanmış, neredeyse doğal seleksiyon olarak dini duyarlılıkları törpülenmiş adamların, İslam'ın apaçık emir ve nehiy ettiklerine değil de; bir 'cevaz'ına yapışmış hale gelmiş görüntüsü vermeleri; paranın açgözlülük şırınga ettiği nefisleriyle dini uzlaştırma arzularından huruc ediyor olabilir mi? Bence tartışılmaya değer. Hele de; İslam'ın kadını aşağılık bir mahluk olarak tasvir ettiği önkabulünün içi, bunca gayretle doldurulmaya çalışılıyorken.
Her iki, üç, dört eş haberi duyduğumda beni bir irkiltinin almasının sebebi; İslam'ın ruhsat vere vere hemen her kapıyı kapatması ve sonunda “sizin için en hayırlısı tek kadındır” diye noktayı koymuş olmasına rağmen müntesipleri arasında çokeşliliğin en popüler vize haline gelmişliği midir; yoksa yine İslam tarafından bahşedilmiş 'itiraz' hakkı mı, yoksa 'onur', 'gurur' cüzleri midir, bilmiyorum.
Bildiğim, aldatıldığını “bilmeme”nin bir kadının onurunu, gururunu zerre kurtarmayacağı gibi, tesir arttırıcı işlevi göreceğidir. Çünkü gizlemek, 'vukuat'ın kabahatini, bir de 'aptal yerine koymak' ile taçlandırmaktır. Öğrenildiği anda tüm zamanlara yayılmış güvensizliği koluna takarak ortaya getirme sebebidir. Aldatmanın daniskası, çifte kavrulmuşu, dikalası ya da türevi değildir, aldatmanın bizatihi kendisidir. Gerçi zaten modern öğreti de 'yapma' dememiş, 'yaptığını bildirme' diye uyarmıştır. E madem modernizme göre çokeşlilik 'tasvip etmeme maskesi altında anlaşılır' bir durumdur, o halde İslam'ın çokeşliliğe verdiği koşullu müsaadeye bu öfke niyedir?
Cevabı biliyorsunuz… Modern dünya ve onun kötü kopyacısı olarak modern Türkiye; medyasıyla, kanaat önderiyle, şuyuyla buyuyla; erkeğe ilk ve tek eşine sabitlenmiş bir hayat tavsiye etmiyor. Evliliğin 'ne kadar sıkıcı olduğu' yönündeki bitmez tükenmez bombardıman dalgası da, hazzın yüceltilmesi de, çeşitli platformlardan aldatma, aldatıldığını anlama tüyoları verilmesi de bunun kanıtı ama iş imam nikahına geldiğinde; en selim akıllı kalemler bile kendini kaybediyor. Sorunun cevabı da buradan uç veriyor: Bu psikolojide belirleyici olan kadına ve kadınlığa dair hakkaniyetli endişeler değil, dine karşıtlık. İyiniyetin, tutarlılığın sapır sapır dökülmesi de, kimsenin rahatını bozmuyor.
Buna karşılık; modern dünyanın aldatma konusunda en azından 'eşitlikçi' olduğu ve hem kadına, hem de erkeğe aynı “izni” verdiğini öne süren ve bunu bir 'güzellik' olarak algılayanlar çıkabilir. Çıksındır ama hadi diyelim ki; bilim, annelik içgüdüsüyle malul kadının çokeşliliğe erkek kadar açık olmayan ontolojisini önümüze sermedi; yine hadi diyelim ki; kadının aldatması bu ülkede tahammül eşiği çok düşük bir tabu filan değil, hatta “el kiri” hoşgörüsü kapsamına giriyor. Peki böylesi ortam, içinde yaşadığımız dünyayı neye benzetirdi? Herkesin birbirini kandırdığı, aynı herkesin 'eşini' yakalama çabasıyla şizofrenleştiği; kafaca ve ruhça sağlıklı çocuk yetiştirme ortamının bittiği o aileden, o dünyadan insanlığa ne gibi bir hayır gelirdi? Amacımız hem aldatan, hem de kendisini aldatan eşini kıskanmayan 'large kadın/erkek' projesiyse, insanlık henüz o medeniyet seviyesine erişmedi.
Gerçekçi olalım, dürüst olalım, samimi olalım ve soralım; “Hoop ağır ol bakalım, bi uğrayıp gideceksin ha yağma yok” demeyen ve erkeği her türlü sorumluluğa kayıtsız kılan Batılı formasyondaki 'aldatma' şekli mi daha teşvik edicidir; aynı erkeği “gözüne kestirdiği kadınla -eğer tüm şartları yerine getirebilirse- evlenme, çocuklarına hamilik etme, bilimum giderleri karşılama” konularında vebal altında bırakan bir 'aldatma' mı? Hangisi hız keser ve hangi tür aldatma; kadını cinsel bir nesneye indirgemek gibi bir illeti de barındırmaktadır? Modern erkek bu fikirden hoşlanmaz da, kadınlar? İçlerinden “eşim beni aldatsın, ben de onu” mu diyorlar? Sanmam.
Hiçbir dindar kadın çokeşliliğe rıza göstermek zorunda değil, yaşama sebebi gururu ve onuru olanların “itiraz ve boşanma hakkı” yedeğinde mevcut. Ama “yabancı kadın”a giden yol tabelalarıyla dolu bir dünyada, gizlice ve sınırsız aldatılmaktansa böylesini evla bulanlar da çıkamaz mı?
Anlamayan kafalara tekrar; bir müslümana ikinci, üçüncü, dördüncü eşi yakıştırmıyorum. Ama “imam nikahı fena, kadın hakları” filan diyenlerin tezlerini de, idealizmle bağdaştıramadığım gibi çifte standart tabir ediyorum. “Aldatsın ama ruhumuz duymasın” diyen geleneksel dünya algısının da, “aldatmak hakkımız söke söke alırız” diyen modern değerlerin de derdi; ahlaklı erkek değil çünkü. Özünde, “Ömrünce aynı kişiyle yaşamak zorunda değilsin ama tek eşine sadık kal” diyen İslam'dan başka bir öğreti de bilmiyorum.
Ne? “Erkek fıtratı bu, aldatır” mı dediniz, duyamadım?
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT