1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Dördüncü yılına giren Rusya'nın Ukrayna işgali için ne dediler?
Dördüncü yılına giren Rusya'nın Ukrayna işgali için ne dediler?

Dördüncü yılına giren Rusya'nın Ukrayna işgali için ne dediler?

Doç. Dr. Mehmet Emin İkbal Dürre, Mehmet Rakipoğlu ve Rıdvan Kaya dördüncü yılına giren Rusya'nın Ukrayna işgalini Perspektif.online'den Naman Bakaç'a değerlendirdi.

27 Şubat 2025 Perşembe 14:00A+A-

Batı Kampı ile Rusya arasındaki hegemonya mücadelesi: Rusya-Ukrayna savaşı

Naman Bakaç / Perspektif.online


Dördüncü yılına giren Rusya-Ukrayna savaşı, özelde Avrupa’yı genelde ise küresel düzeni, ekonomisini ve güvenlik mimarisini derinden sarsmaya devam ediyor. Bu sarsıntı; Batı kampı ile Rusya arasında süren bir tür hegemonik mücadele sahasının da yansıması olarak karşımızda duruyor. Batı kampında ABD, AB ve NATO gibi aktörler Ukrayna üzerinden temsil edilirken, madalyonun diğer yüzünde Rusya ve Çin gibi güçlü aktörler, Belarus ve Kuzey Kore gibi diğer aktörler yer alıyor. Türkiye ise bu denklemde her iki kamp ile diplomasi sahasında görüşüp barış ve müzakere masasını kurmaya çalışarak dengeli, pragmatik ve barışçıl bir düzlemde ilerliyor. Hegemonya mücadelesinin altında ise devam eden savaşla birlikte ölen yüz binlerce insan, yıkıma uğrayan şehirler ve dinmeyen acıları da unutmamak lazım. 

Rusya-Ukrayna savaşının, kimilerine göre işgalin dördüncü yılına girerken; Batı kampında yer alan ABD-AB ve NATO’nun savaş sürecindeki pozisyonunu, Rusya ve Ukrayna’nın savaş ve barış sürecindeki stratejilerini, küresel düzende yol açtığı jeopolitik kırılmaları, Türkiye’nin bu denklemde diplomasi ve barış aktörü olarak yer alma ihtimalini analiz ettiğimiz bu soruşturma dosyasına, Moskova Devlet Dil Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyo-Politik Bilimler Enstitüsü’nden Doç. Dr. Mehmet Emin İkbal Dürre, Mardin Artuklu Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi ve Mokha Center for Strategic Studies Türkiye Çalışmaları Direktörü Mehmet Rakipoğlu ve Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya görüşleriyle katkıda bulundu.

"ABD’NİN TUTUMU RUSYA LEHİNE GELİŞİRKEN, ZELENSKI DAHA ÇOK MÜTTEFİĞİ YANINA ÇEKME SİYASETİ GÜDÜYOR"

Doç. Dr. Mehmet Emin İkbal Dürre - Moskova Devlet Dil Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyo-Politik Bilimler Enstitüsü

Savaş dördüncü yılına girerken, Rusya Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan resmî açıklamaya göre Lugansk bölgesinin yüzde 99’u, Zaporejye, Herson ve Donetsk bölgelerinin de yüzde 75’i Rusya’nın kontrolü altında ve bu oran her geçen gün artıyor. Rusya’ya pahalıya mal olsa da 2025 yılında biteceği artık neredeyse kesinleşen bu savaşı Ukrayna kaybediyor.

Trump “Ukrayna savaşının Ukrayna’sız bitirilebileceğini” bile söyledi. Hiç kimse bu kadarını beklemiyordu. Ukrayna için hayati önem taşıyan Sky Link sisteminin ilerleyen süreçte Ukrayna’ya kullandırılıp kullandırılmayacağı Elon Musk’ın iki dudağı arasında olduğundan, Trump’ın bu yaklaşımı pek gerçekçi görünmese de hiç de temelsiz değil. Ukrayna savaşı özü itibarıyla ne ABD’nin ne de AB’nin inisiyatifi ile şekillendi. Olaya yön veren, ABD ve AB’yi işin içine çeken ana aktör İngiltere. O yüzden şu anda Trump’ın yaptığı hamleleri Washington ve Londra arasındaki rekabetin sondan bir önceki sahnesi olarak görmek mümkün. Son sahne Ortadoğu’da oynanacak.

Trump güçlüden yana ve kinci biri. Bir önceki kaybettiği seçimlerde içerde ve dışarda, karşı tavır alıp kendi deyimiyle “dört yıl boyunca ona cehennemi yaşatan herkesle bir hesabı var.” Bu konjonktürde Ukrayna’nın, daha doğrusu Zelenski’nin işi zor. Çünkü kendisi Biden’ın oğluyla ilgili yolsuzluk dosyalarını bir önceki seçim sürecinde Trump’a vermediği için hesaplaşılacaklar kategorisine giriyor.

Ukrayna lideri durumun ciddiyetinin farkında. O yüzden artık hedefi başta belirttiği gibi kaybedilen toprakları geri almak değil, daha fazlasını kaybetmemek için güvenlik garantileri sağlamak. Türkiye’yi de oluşturmaya çalıştırdığı bu yeni güvenlik denklemine, AB ve İngiltere’nin yanında, dahil etmek istiyor. ABD’nin tutumu Rusya lehine gelişirken, ne kadar çok “müttefiki yanıma çekebilirsem o kadar kendimi garantiye alırım“ hesabıyla hareket ediyor Zelenski.

Ama beklediği sonucu alması çok zor. Son raddede hiç kimse Trump’la, Zelenski yüzünden karşı karşıya gelmek istemeyecektir. En azından Türkiye kesin istemez, Suriye siyaseti netleşene kadar Erdoğan’ın Trump’ı kızdıracak bir adım atacağını zannetmiyorum. Ziyaret sırasında her ne kadar Cumhurbaşkanı, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne vurgu yapsa da, Türkiye açısından Rusya ile ilişkiler Ukrayna ile olan ilişkilerinden çok daha önemli. Ankara’nın bundan sonraki süreçte de tarafsızlığını korumaya ve bu çerçevede muhtemel barış görüşmelerinin en azından herhangi bir aşamasında ev sahipliği yapmaya odaklanacağını anlıyoruz.

Trump’ın bu kadar radikal adımlar atacağını beklemeyen önemli bir aktör de, Ukrayna’nın görüşme sürecine dahil edilmesi gerektiğini açıklayan Çin. Pekin’e kalsa Ukrayna ve Ortadoğu’daki çatışma hali ne kadar uzarsa o kadar iyi. Çünkü buralarda istediğini elde edecek olan Trump, sonrasında Çin ile hesabı olduğunu gizlemiyor. Kısacası, ABD’nin yeni liderinin Ukrayna savaşı bağlamında şimdilik Rusya lehine görünen radikal hamleleri, dünya siyasetinde kartların yeniden dağıtılmasına sebep olabilir. Her halükârda Rusya aslında hiç çıkamadığı ama etki kaybettiği jeolojik denkleme tekrar etkin bir aktör olarak girme fırsatını Trump’la yakalayacak gibi. Fakat bu o kadar da pürüzsüz olmayacak. Sürecin nasıl yürüyeceğine dair birçok belirsizlik var.

Coğrafi konumu, doğal zenginlikleri, BM daimî üyesi, nükleer bir güç olması gibi malum avantajlarının yanında Kuzey Kutbu’nda hâlâ ABD ile kıyaslandığında daha güçlü bir pozisyonda olması ve o bölgede Çin ile geliştirdiği ilişkilerin getirdiği avantajların, orta vadede hem ekonomik hem de güvenlik açısından ABD’de tehdit unsuru olarak algılanması ki temelsiz değil, Moskova’nın elindeki önemli bir avantaj. Washington bozamadığı, tam tersine yaptırım politikalarıyla perçinlediği Moskova-Pekin denklemine Kuzey Kutbu’nda müdahil olmak istiyor.

Gözden kaçırılan ama Riyad görüşmelerinde dile getirilen bir başka faktör de, Rusya’ya uygulanan yaptırımlar sebebiyle ABD’li firmaların 300 milyar dolar zarara uğraması. Zarar etmeyi sevmeyen ABD’nin yeni liderinin kayıtsız kalamayacağı bir rakam. Üzerine kendi ifadesiyle (her ne kadar Kiev bu paranın sadece 117 milyar dolarlık kısmını kabul etse de) Ukrayna için harcanan aşağı yukarı aynı miktardaki rakam da eklediğinde (her ne kadar bu yardımların önemli bir kısmı ABD firmalarına gitse de) ortaya çarpıcı bir tutar çıkıyor. Toplarsak Trump’ın Zelenski’den değerli madenler olarak talep ettiği 500 milyar doların mantığını da çözmüş oluruz.

Ukrayna savaşının sürdüğü üç yılda Rusya ile yapılan ticaretlerde ulusal para birimlerinin kullanılma oranın dikkate değer derecede artması, BRICS+ modelinin barındırdığı belirsizliklere rağmen ivme kazanması, Washington’ın dünya üzerinde kaybetme sürecinde olan hegemonyasını daha da zorlayabilecek süreçler.

TEORİSİ HENÜZ YAZILMAMIŞ VE SADECE “GÜÇLÜ OLANA YAŞAMA HAKKI TANIYAN” YENİ BİR DÜZEN ŞEKİLLENİYOR

Son üç yılda dünyada hem ekonomik hem siyasi dengeler açısından farklı bir tablo ortaya çıktı. Bu saatten sonra Çin ile olan rekabetinde Rusya’yı yanına çekmek Trump’ın öngördüğü kadar kolay olmayacaktır. Yaptırımlar, Rusya’nın toplam dış ticaretinin yüzde 36’sının Çin’e kaymasına sebep oldu. Daha evvel bu oran Rusya’nın Avrupa ile olan ticaretine denk düşüyordu. Şimdi ise AB ile olan ticarette bu oran yüzde 9’a düştü. ABD’nin Rusya’nın genel dış ticaretindeki yeri ise yaptırımlar öncesi bile yüzde 4 idi. Şimdi çok daha az. Yani geldiğimiz noktada Pekin, Moskova için kolay vazgeçilebilecek bir ortak değil. Hele Moskova-Washington arasında son yıllarda oluşan genel güvensizlik hali de hesaba katıldığında demek istediğim daha da netleşiyor.

Tüm bunlar Moskova’nın Washington ile ilişkilerini iyileştirmek istemediği şeklinde algılanmamalı. Tam tersi, Riyad görüşmelerinin en önemli sonucu, iki ülkenin diplomatik temsilciliklerinin tam kapasitesiyle çalışmaya başlaması kararı oldu. Bu görüşmeden başka da net bir karar çıkmadı. Örneğin Ukrayna konusunda öngörülen üç aşamalı; ateşkes-seçimler-nihai görüşmeler sürecinin nasıl işleyeceğine dair hiçbir netlik yok.

Sonuçta Biden’ın “özgürlük savaşçısı” olarak gördüğü Ukrayna liderini “sahtekâr, diktatör” olarak gören bir Trump var artık. ABD’nin, önümüzdeki dört yıl boyunca “Allah’tan bir zeval gelmezse” geleneksel “liberal-demokratik“ temelli dış siyasetinde işin “demokratik değerler” kısmına pek de önem vermeyeceği görünüyor.

Bu, teorisi henüz yazılmamış, ezber bozan ve sadece “güçlü olana yaşama hakkı tanıyacak” yeni bir düzeni ifade ediyor. Eğer Londra bir çelme takamazsa bu yeni düzen Washington -Pekin -Moskova ekseninde oluşacak. AB’nin denklemdeki yeri ise büyük ölçüde Fransa’nın özelikle Ortadoğu ve Afrika’da “kapabileceği rolle“ orantılı olacak. Aksi takdirde İngiltere, AB siyasetinde hedefine ulaşmış sayılacak. Oluşmaya başlayan bu yeni denklemin neticelerini daha sonra Ortadoğu’da göreceğiz.

"AVRUPA’NIN UKRAYNA’YI RUSYA’YA KARŞI VEKİL OLARAK KULLANMA STRATEJİSİ ARTIK SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL"

Mehmet Rakipoğlu - Mokha Center for Strategic Studies Türkiye Çalışmaları Direktörü

Rusya-Ukrayna savaşı, küresel enerji piyasalarından uluslararası güvenlik mimarisine kadar geniş bir yelpazede etkiler yarattı. Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımları, enerji arzında belirsizliklere neden oldu. Avrupa, Rus enerjisine alternatif arayışında olmasına rağmen bunu tam anlamıyla çözebilmiş değil. Bu durum, özellikle enerji fiyatlarındaki artış ve enflasyonla mücadele eden Avrupa halklarında tepkileri doğurdu.

NATO ve ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı askerî ve mali destek, Rusya’nın askerî kapasitesini sınırlamakla birlikte, savaşın sona ermesine yönelik kalıcı bir çözüm sunamadı. Ukrayna, Batı’nın askerî teknolojisi ve silahlarıyla donatılmış olsa da, Rusya’nın Donbas bölgesini ilhak etmesi ve bölgedeki kontrolünü sürdürmesi, savaşın karmaşık yapısını ortaya koyuyor.

AB ve NATO, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırgan tutumunu kınarken, ABD’nin tutumu Trump’ın iktidara gelmesiyle belirgin bir değişim gösterdi. Trump’ın Avrupa’yı Rusya tehdidi karşısında yalnız bırakma eğilimi, Batı ittifakı içinde güven sorunlarına neden oldu. Trump’ın Putin ile diyalog kurma çabaları ve Ukrayna’ya yönelik desteği sorgulaması, savaşın geleceğine dair belirsizlikleri artırıyor.

Avrupa, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı bir vekil olarak kullanırken, bu strateji uzun vadede sürdürülebilir görünmüyor. Ukrayna’nın NATO’ya üyelik süreci ve Batı’nın askerî desteği, Rusya’nın bölgedeki etkisini kırmakta yetersiz kaldı. 

Rusya, Ukrayna’nın NATO üyeliğini reddederken, Donbas bölgesindeki kontrolünü pekiştirmeyi hedefliyor. Putin yönetimi, Batı’nın yaptırımlarına rağmen iktidarını koruyor ve Rus enerji kaynaklarının stratejik önemini kullanarak Batı’ya baskı uyguluyor. Ukrayna ise toprak bütünlüğünü korumak ve Rus işgaline son vermek için Batı’nın desteğine güveniyor. Ancak Batı’nın desteğinin sınırlı olması ve iç siyasetteki tepkiler, Ukrayna’nın stratejisini zora sokuyor.

TÜRKİYE’NİN DİPLOMASİDEKİ ROLÜ, SAVAŞIN EN MAKUL SENARYO İLE SONA ERMESİNE KATKI SUNABİLİR

Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında dengeli bir diplomasi izleyerek, her iki tarafın da güvenini kazanmayı başardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki diplomasisi ile Türkiye, savaşın barışçıl bir şekilde sona ermesine katkı sağlayabilecek yegâne küresel aktör olarak öne çıkıyor. Zelenski’nin Türkiye’ye yaptığı son ziyaret ve Trump’ın açıklamaları, Türkiye’nin bu rolünü doğrular nitelikte. Türkiye, hem Rusya hem de Ukrayna ile olan ilişkilerini kullanarak, diplomasi ve barış masasında arabuluculuk yapma potansiyeline sahip. Türkiye’nin Karadeniz’deki stratejik konumu ve NATO üyeliği, bu rolünü daha da güçlendiriyor.

Rusya-Ukrayna savaşının nasıl sonuçlanacağına dair öngörüler, Trump’ın iktidardaki tutumuna ve Batı’nın Ukrayna’ya yönelik desteğinin devam edip etmeyeceğine bağlı. Trump’ın savaşı sonlandırma stratejisi belirsizliğini korurken, Türkiye’nin diplomasideki rolü, savaşın en makul senaryo ile sona ermesine katkı sunabilir. Batı’nın Rusya karşısında Trump’sız ne yapacağı belirsizliğini korurken, Türkiye’nin dengeli ve pragmatik diplomasisi, savaşın sona ermesinde kilit bir rol oynayabilir. Türkiye’nin arabuluculuk çabaları, hem bölgesel istikrarın sağlanmasına hem de küresel güvenlik mimarisinin yeniden inşasına katkıda bulunabilir.

"UKRAYNA SAVAŞI YERİNE RUSYA İŞGALİ İFADESİ DAHA DOĞRU OLACAKTIR"

Rıdvan Kaya – Özgür-Der Genel Başkanı

Ukrayna Savaşı ya da daha açık ifadeyle Rusya işgali üçüncü yılını tamamladı. Rusya’nın Ukrayna’ya dönük olarak geçmişten beri gelen arzularının, ihtiraslarının olduğunu biliyoruz. Putin döneminde bu adım adım gerçekleşti ve en son üç yıl önceki işgalle zirveye çıktı. Süreci kısaca hatırlayacak olursak, Ukrayna’nın Doğu bölgelerinin, Donetsk ve Luhansk’ın işgali, ondan da önce Kırım’ın ilhakından söz etmek gerekir. Bunu görmezden gelmemek lazım. Şöyle ki zaman zaman Ukrayna’nın işgaline yol açan gerekçeler ifade edildiğinde belli çevreler tarafından, Ukrayna’nın NATO’ya katılma arzusunun Rusya’yı kışkırttığına dair birtakım iddialar dillendiriliyor. Bunu haklı ve doğru bulmuyorum. 

Bir kere öncelikle Ukrayna’nın Rusya’nın komşusu olması, Ukrayna’nın geleceğini belirleme hakkının Rusya’ya ait olduğu sonucunu vermez. Rusya, NATO’nun yanı başına gelmesinden rahatsız olabilir ama sonuç itibarıyla Ukrayna bağımsız bir ülke ve geleceğini kendisi tayin etme hakkına sahiptir. Dolayısıyla NATO’ya üye olacak mı, olmayacak mı? Buna Ukrayna halkının karar vermesi gerektiğini ilkesel olarak kabul etmek durumundayız. Rusya işgalini meşrulaştırmaya dönük bu tür söylemlerin tutarsız ve haksız olduğunu vurgulamak isterim. 

İki boyut var burada. Rusya, tarihsel olarak, belki Çarlık Rusya’sından beri Ukrayna’yı kendi parçası olarak görüyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sürecinde Ukrayna’yı bir anlamda yutmuş bir pozisyondaydı. Ama daha sonra Doğu Bloku’nun çözülmesi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan süreç Rusya’yı bir dönem ciddi manada geriletti, içe döndürdü. Fakat zamanla, Putin’in Rusya’nın başına gelmesi, adeta yeni bir çar olarak öne çıkması ile Rusya’yı yeniden eski Çarlık dönemine ya da SSCB Dönemi’ne döndürmeyi arzulayan, bunu kendisine misyon olarak gören bir tutum belirginlik kazandı ve adım adım Ukrayna’nın işgaline dönük bu sürecin geliştiğini gördük. 

UKRAYNA’NIN RUS İŞGALİ KARŞISINDAKİ TUTUMU OLUMLU VE DESTEKLENMESİ GEREKİR

Ukrayna’nın işgalinde, Ukrayna’nın tarafsız kalması gerektiği, Rusya’yı kışkırtmaması gerektiği, dolayısıyla Batı’nın oyununa geldiği gibi birtakım iddialar biliyorsunuz uzun yıllardır tekrarlanıyor. Türkiye’de özellikle bunu Avrasyacı çevreler dillendirdiler. Daha sonra iktidara yakın unsurlar tarafından da bunun epeyce kabul gördüğünü gördük. Enteresan bir şekilde şu anda da Trump’ın son çıkışlarının ardından Zelenski’yi bu anlamda daha fazla suçlayan söylemlerin yaygınlık kazandığına şahitlik ediyoruz. 

Bunu doğru bulmuyorum, haklı bulmuyorum. Zelenski bence bu süreçte çeşitli açılardan eleştirilebilir ama ülkesinin işgaline karşı ortaya koyduğu tavırdan dolayı bence eleştiri değil, takdiri hak etmektedir. Zelenski’nin Yahudi kimliği, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığına destek vermesi ya da Batı’yla ilişkileri ayrı tartışma konularıdır. Fakat Ukrayna bağımsız bir ülke olarak Rusya tarafından işgal edilmeyi hak etmemiştir ve buna karşı Ukrayna halkının, yönetiminin, Zelenski’nin ortaya koyduğu tavrı olumlu ve gerekli bir tavır olarak, takdir edilmesi gereken bir tavır olarak görüyorum.

Bu süreçten sonra, Kırım’ın ilhakıyla alakalı olarak ne yapılacak? İşgal edilen Donbas bölgesine dönük olarak bundan sonra atılabilecek bir adım var mı? Bunlar ayrı tartışma konuları. Ama ilkesel olarak en azından örneğin Golan’ın işgali gibi, Filistin’in işgali gibi, buna karşı güç yetmese bile bunun bir işgal olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini düşünüyorum. Ve bu anlamda Ukrayna’nın temel olarak Rus işgali karşısındaki tutumunu olumlu ve desteklenmesi gereken bir tutum olarak görüyorum. 

ZELENSKİ’NİN BATI’NIN OYUNUNA GELDİĞİ, RUSYA’YA KARŞI KIŞKIRTILDIĞI GİBİ SÖYLEMLER HAKLI DEĞİL

Batı’nın tavrıyla alakalı olarak da, kısaca Ukrayna’nın Batı’nın oyununa geldiği, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kışkırtıldığı gibi söylemlerin haklı olmadığını düşünüyorum. Şöyle ki, adım adım gelişen Rus işgali söz konusu olduğunda, ABD yönetimi başta olmak üzere ısrarla Rusya’nın bu konuda işgalci bir yönelime girmemesi gerektiği ve bunun kabul edilemez olduğu hususunda Batı’dan çok fazla uyarı yapıldı. Bu uyarıları Batı’nın tuzağı diye yorumlamanın manipülatif bir yaklaşımı olduğunu, haklı olmadığını düşünüyorum. Putin, mecbur kaldığı için işgal etmedi Ukrayna’yı. Putin emperyalist emelleri doğrultusunda işgal etti ve dolayısıyla bu anlamda emperyalist emellerinin gerçekleşmemiş olması insanlık adına bence bir kazanımdır. Bu süreçte Batı’nın Ukrayna’ya dönük yardımlarını da Batı’nın emperyalist hedeflerinden bağımsız olarak, sonuç olarak haklı bir davaya verilen destek olarak görüyorum. Batı’nın emperyalist hedefleri bu tür desteklerle elbette meşrulaştırılamaz, görmezden gelinemez ama bundan dolayı Ukrayna halkını ve Zelenski yönetimini suçlamanın haksız olduğunu söylemek isterim. 

TÜRKİYE’NİN HER İKİ TARAFLA DA İLİŞKİLERİNİ SÜRDÜRMESİ, ERDOĞAN YÖNETİMİNİN BAŞARISI

Türkiye’nin bu süreçte ortaya koyduğu tavra bakıldığında; Türkiye zor bir coğrafyada ve büyük güçler arasındaki çekişmenin odağında bir ülke. Bu anlamıyla Erdoğan yönetiminin, Türkiye’nin, Ukrayna konusunda başarılı olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, sürecin başından itibaren ilkesel olarak Ukrayna’ya dönük işgali Türkiye reddetti. Kırım’ın ilhakını tanımadı. Rusya’nın işgaline karşı çıktı ama aynı zamanda Rusya yönetimiyle de ilişkileri koparmadı, köprüleri atmadı. Mesela Avrupa bu konuda ortaya koyduğu tavrı dolayısıyla Rusya’yla bir restleşmeye girdi ve Rusya’ya ambargo uygularken, Rusya da Avrupa’yı doğalgaz başta olmak üzere değişik silahlarla sıkıştırmaya başladı. Bu süreçte Türkiye iki tarafla görüşebilen, iki tarafı bir anlamda masaya oturtma konusunda çabalar ortaya koyan bir ülke oldu. Hatta dünyada tahıl sıkıntısının kısmen de olsa giderilmesinde Erdoğan’ın bu çabaları yadsınamaz. Bu anlamda üç yıllık işgal sürecine rağmen Türkiye’nin iki tarafla da ilişkilerini sürdürebilmesini Erdoğan yönetiminin bir başarısı olarak görmek lazım. Bütün dünya Ukrayna işgalinden dolayı zarar gördü ama iki tarafla da ilişkini sürdürmesi, Türkiye’nin en azından zararını azaltan bir faktör oluşturdu.

Bu süreçte Trump’tan sonra Türkiye’nin rolü ne olacak? Eskisi gibi tekrar ön planda olabilir mi? Bunlar birer tartışma konusu. Olabilir de olmayabilir de. Sürecin bütünlüğü açısından hem Zelenski hem de Putin’le ilişkilerini sorunsuz bir şekilde sürdürmesinin, Erdoğan yönetiminin uluslararası alanda ya da diplomatik alanda sürdürdüğü başarılı politikaların bir yansıması olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Trump’ın Ukrayna ile alakalı çıkışlarının şu anda Ukrayna yönetimini çok zor duruma soktuğunu hepimiz biliyoruz ama bunun çok gerçekçi ve yürütülebilir politikalar olduğunu düşünmüyorum. 

TRUMP’IN ZENGİN ŞIMARIKLIĞININ YANSIMASI OLAN SON ÇIKIŞLARI PUTİN’E HİZMET EDİYOR, BATI SİYASETİNİ ZAYIFLATIYOR

Trump’ın, bir anlamda zengin şımarıklığının bir yansıması olarak görülebilecek bu çıkışlarının sonuçta Amerikan yönetimine de topyekûn Batı siyasetine de zarar verdiğini, Putin’i belki hiç riske girmeden birtakım tavizler koparma noktasına getirdiğini görüyoruz. Bunu şöyle somutlaştırabiliriz. Amerikan Başkan Yardımcısı daha NATO toplantısına girmeden Ukrayna’nın asla NATO’ya üye olamayacağını söylüyor. Kendilerinin Rusya ile ilişkileri açısından bu anlamlı bir şey olabilir ama şöyle düşünmek lazım: Eğer siz bir müzakere yürütecekseniz, müzakere yürüteceğiniz tarafın taleplerini, herhangi bir pazarlık konusu olmadan baştan kabul ettiğinizde müzakere süreciniz bundan zarar görür. 

Bu anlamda Trump ve ekibinin tavrının acemice ve başarısız olduğunu düşünüyorum. Meseleye bu açıdan bakıldığında; Fransa’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın tavrı, en azından kendi çıkarları açısından ve Ukrayna halkının geleceğini koruma açısından bana daha mantıklı geliyor. Avrupa Birliği’nin arka planındaki emelleri tartışılabilir ama genel hatlarıyla bakıldığında Ukrayna halkının işgale uğramaması, hakkını savunma konusunda Trump’ın ortaya koyduğu bu tavrın, tamamen Putin’e hizmet ettiğini ve dolaylı olarak Batı siyasetini zayıflattığını ve bu anlamda bir müddet sonra Amerikan yönetiminden de, Amerikan devlet bürokrasisinden de, dış politikasından da, Pentagon’dan da tepki görebileceğini tahmin ediyorum.

HABERE YORUM KAT