Dönüşü olmayan nokta
Bir uçak yola çıktıktan sonra herhangi bir nedenle sorun yaşarsa, kalktığı havaalanına döner.
Ama bir nokta vardır, eğer o noktayı geçtiyse artık “gideceği” yere, “kalktığı” yerden daha yakın olduğu için geri dönemez.
Havacılıkta “geri dönüşü olmayan nokta” denilen o noktayı geçen uçaklar, başlarına ne gelirse gelsin artık bir “başka” yere ineceklerdir.
Geri dönüş ihtimalleri kalmamıştır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün yaptığı muhteşem konuşmayla, bence “dönüşü olmayan noktayı” geçti.
Artık bundan sonra herhangi bir nedenden dolayı yoluna devam edemez de “inmek” isterse, ineceği yer “başladığı” yer olmayacak.
Başka bir yere inecek.
Başladığı yerden çok daha “ilerde” bir yere.
Erdoğan, zikzakları olan bir politikacı, vaatlerinden cayabilen bir politikacı, bütün cesaretine rağmen ani ürkekliklere kapılabilen bir politikacı ama bütün bunlardan çok daha önemli bir özelliği var.
Onu diğer bütün liderlerden ayıran bir özellik bu, sürekli kendini geliştiriyor.
Sanıyorum Erdoğan’ın muhaliflerinin en büyük çıkmazı da burada.
Muhalifleri hâlâ “on yıl önceki”, “yedi yıl önceki” Erdoğan’ı eleştiriyorlar, durdukları yerden milim kımıldamıyorlar ama onlar durdukları yerde dururken Erdoğan ilerliyor.
Bu ülkede gerçek bir “sosyal demokrat” lider olsaydı dün Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı o yapardı.
Ama o “ilerici” konuşmayı, devletin resmî tarihinin inkâr ettiği, suçladığı, mahkûm ettiği isimlere sahip çıkan o tarihî konuşmayı “muhafazakâr” Erdoğan yaptı.
“Biz yaratılanı severiz yaratandan dolayı” diyen o müthiş ve ilahi cümlenin oluşturduğu geniş şemsiyenin altında bütün ülkeyi, bütün ezilenleri topladı, onlara sahip çıktı.
Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı.
Yaptığı konuşmayı çok sevdim.
Çok cesurdu.
Said Nursi ile Nâzım Hikmet’i, Pir Sultan’la Mehmet Akif’i, Yunus’la Tatyos Efendi’yi, Yesevi’yle Ahmedi Xani’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yle Ahmet Kaya’yı aynı konuşmada, aynı insani sıcaklıkla anacak, hepsinin değerini, hakkını verecek, hepsini saygıyla selamlayacak ne yazık ki tek bir politikacı var bu ülkede.
Bütün insanları, ırklarına, dinlerine, mezheplerine, fikirlerine bakmadan kucaklayacağını söyleyen ve kitleleri etkileyen bir başka siyasi lider çıkmıyor.
Eğer bu çapta bir muhalefet lideri olsaydı, bütün ülkeye bu cesaretle sahip çıkabilseydi, çok başka bir ülke olurduk, iki lider bugünkünden bambaşka bir platformda yarışırlar, ülkeyi bugünkünden çok daha ileriye taşıyacak öneriler geliştirirlerdi.
Ama yok.
Erdoğan’ın muhalifleri bugün kendilerini ya “Türklüğün” ya da “Kürtlüğün” içine hapsediyorlar, bütün ülkeyi kucaklamaya ne güçleri, ne cesaretleri, ne hayalleri yetiyor.
Erdoğan, barışı coşkuyla savunuyor.
Çekilen acıları anlatıyor.
Bütün bu sözleriyle yeni bir Türkiye’nin haberini veriyor.
Bir çarpıklığın içine sıkıştırılmış, kanla lekelenmiş bir sistemin yerine yeni bir sistem, yeni bir ülke kurulacak, bu kaçınılmaz ve bu yeni yapıyı kurmaya Erdoğan aday oluyor.
Düşmanlıklar ve korkular üzerine bina edilmiş, herkesin birbirinden ürktüğü, birbirinden kuşkulandığı, birbirine kızdığı bir ülkede, o herkese “birbirimizden korkmayalım” diyor.
Doğrusu ya diğer liderler hiç değişmezken Erdoğan nasıl böyle değişebildi diye merak ediyorum, sanırım dünya liderleriyle sık sık görüşmesi, liderlikte Deniz Baykal’la ya da Bahçeli’yle değil de dış görüşmelerde tanıştığı liderlerle yarışması, dünyada saygı gören bir lider olmayı arzulaması bu değişikliğin harcını oluşturuyor.
Dünyadaki değişimi, muhaliflerinden daha iyi algılıyor.
Bu da Erdoğan’ı bu yarışta tek başına bırakıyor.
En büyük tehlike de bu.
Çünkü Erdoğan’ı zorlayacak, onu herhangi bir noktada vazgeçmekten ya da durmaktan caydıracak bir muhalefet yok bu ülkede, ne siyasette var, ne medyada var.
Bütün bu konuşmalardan sonra Erdoğan durur mu ya da yolundan sapar mı?
Kesin bir cevap vermek imkânsız tabii ama bu zor gözüküyor bana.
Ama daha ileriye gitmekten vazgeçse bile artık “geriye” dönemez, dönüşü olmayan noktayı geçti, “inerse” başladığı yerden daha ilerde bir noktaya inecek.
Onun konuşmasını dün duygulanarak, “bir başbakanın bunları söylediğini de gördük” diye sevinerek dinledim.
Bu konuşma iyi bir alkışı hak ediyor bence.
O, Nâzım’ı, Said Nursi’yi, Yesevi’yi, Ahmed-i Xani’yi, Tatyos Efendi’yi, Pir Sultan’ı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Ahmet Kaya’yı, Cem Karaca’yı birarada saygıyla selamlıyorsa, bize de onu saygıyla selamlamak düşer.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT