Dokunulmazlıkları kaldırmak, 1990'lara dönmektir
AK Parti hükümeti, iş başında olduğu on yıl içerisindeki en zor dönemini yaşıyor. Bir yanda uzadıkça uzayan ve Türkiye'nin giderek yalnızlaştırıldığı Suriye krizi ile uğraşıyor. Diğer yanda, bu krizden nemalanmaya çalıştığı için şiddeti tırmandıran PKK ile mücadele ediyor. Esed rejimi düşmeden, PKK sorununun da hal yoluna girme ihtimali görünmüyor. O yüzden hükümet, şimdilik krizi sürdürülebilir bir noktada tutmaya çalıştığı izlenimini veriyor ki kanaatimce de akıllıca olan budur.
Böylesi bir süreçte krizi idare edilebilir alandan çıkarma ihtimali olan girişimlerden birisi, BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması olacaktır. BDP'li vekillerin Meclis'ten dışlanması, PKK'nın aradığı halka ulaşamadığı için çıkaramadığı 'devrimci halk savaşı' nosyonuna motivasyon sağlayacak olan türden bir girişimdir.
Başbakan'ın geçtiğimiz hafta başında yaptığı "parlamento da yargı da gereğini yapacaktır" açıklaması, DEP'li milletvekillerinin Meclis'ten polis marifetiyle alınarak hapse atıldığı 2 Mart darbe sürecini hatırlattı. Hatırlarsanız dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in "Teröristler Meclis'te" kışkırtmasıyla başlayan süreçte Başbakan Tansu Çiller'in isteği üzeri 6 DEP'li 1 bağımsız milletvekilinin dokunulmazlığına son verilmişti. DEP Genel Başkanı ve Diyarbakır Milletvekili Hatip Dicle, Şırnak Milletvekili Orhan Doğan, Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana, Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve Şırnak Bağımsız Milletvekili Mahmut Almak'ın dokunulmazlıkları Meclis tarafından kaldırılmıştı. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 'vatan hainliği'nden yargılanan vekiller, 10 yıl cezaevinde yattı. O gün mahkûm edilen Leyla Zana, Ahmet Türk ve Sırrı Sakık bugün yine Meclis'teler. Tarihin tekerrür etmesinden ikinci kez ders alamazsak, korkarım 1990'lara dönmeye zaten müstehakız demektir.
BDP'nin siyasî bir partinin meşruiyet sınırlarını zorladığı aşikâr. Murat Karayılan bile BDP'lileri yaptığı son açıklamada "BDP'liler daha fazla Türkiye gerçeğini göz önünde bulundurmalı" diyerek eleştirdi. Kandil'deki Karayılan'ın bile siyaset yapma biçimini eleştirdiği ama kendisi özeleştiri yapmaktan yoksun bir partiden söz ettiğimizin farkındayım. Ancak "PKK ile siyasî mücadele" yazımda sorduğum soru olduğu yerde durmaya devam ediyor:
"BDP'nin böylesi bir hukukî yaptırımı hak edip hak etmediğini bir yana koyarak soruyorum: "Askerî çözüm sürecindeyiz" diyen PKK'lı Duran Kalkan'a, PKK'nın siyasî alandaki temsilcisi olan BDP'lileri Meclis'ten kovup hapse tıkmaktan daha güzel bir hediye sunulabilir mi?"
BDP'de de bu yönde bir endişe ortaya çıkmış olmalı ki Meclis'i boykot ettikleri dönemdeki "Meclisiniz yere batsın" açıklamalarından, dün BDP'li Hasip Kaplan'ın yaptığı açıklamada olduğu gibi "Ankara/Meclis çözüm adresi olmaktan çıkarsa sonu felaket olur" noktasına geldiler.
Başbakan Erdoğan da dün yaptığı bir konuşmada Meclis zeminine saygının altını çizerek şöyle dedi:
"İki tercih var: Ya Kandil ya TBMM. Eğer Meclis diyorsan gel mücadeleni Meclis'te ver, o zaman seninle müzakere masasına oturacak siyaseti, iktidarı bulursun."
BDP'nin yapılan bu çağrıyı dikkate alacağını umuyorum. Çünkü Türkiye'nin 'devrimci halk savaşı'na değil, barışçıl bir çözüme ihtiyacı var.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT